Küreselleşme-Anti Küreselleşme Tartışmaları

Çukurova Üniversitesi

İSMAİL SARP AYKURT

Sosyal Bilimler Enstitüsü

Sponsor Bağlantılar

İşletme Anabilim Dalı / MBA

Globalizasyon Üzerine

Küreselleşme; üzerinde antagonistik tartışmalar barındıran, çeşitli kesimlerce farklı enstrümanlar ile farklı lenguistik tonlarda yorumlanan bir nosyondur. Küreselleşmenin biçimsel ve reel olarak geniş bir spektruma sahip olması, tartışmanın ayrıntılandırılmasına ve yoğun bir eleştiri-yorum mekanizması kurulmasına olanak yaratmıştır.Tartışmanın sınırlarını ise; küreselleşmenin kapsadığı alanlar, tanım-içerik, güncel konumlanış-pozisyonlar, varoluş nedeni ve bunun sorgulanması oluşturur. Küreselleşme; tanımsal olarak kafa karışıklığı üreten bir mekanizma üzerinde ve birçok açıklama bekleyen bir konumdadır. Fakat; bir öz olarak küreselleşme de, nihayetinde kapitalizmin global ölçekte çıkarlarını korumak, maksimize etmek ve düzeni geniş bir yelpazede istikrarlı bir strüktür haline getirmek amacına hizmet eden sistemik bir varyant olarak değerlendirilmelidir.

Küreselleşme, kafalarda yarattığı soru işaretleri bir yana, gerek dünya genelindeki etkisi, gerek farklı perspektifleri ile bir çok tartışmanın merkezi olmuş, kimine göre cazibe noktası görülerek sahiplenilmiş, kimine göre ise malign bir kavram olarak değerlendirilerek mahkum edilmiştir. “Küreselleşme, dünya ölçeğindeki toplumsal karşılıklı bağımlılıkları ve mübadeleleri meydana getiren, çoğaltan, yaygınlaştıran ve yoğunlaştıran toplumsal süreçlerin çok boyutlu kümesini ifade etmektedir. Bu süreçler aynı zamanda, insanların, yerel olanla uzakta olan arasında mevcut bağlantılardaki güçlenmeyi giderek daha çok fark etmeyi kolaylaştırmaktadır.” (Steger, 2006, s. 31). Steger, küreselleşmeyi bir proses olarak analiz ederken karşılıklı toplumsal bağımlılıktan söz etmiş ve bunun küresel bir bilince dönüştüğünü savunmuştur. Rosenberg’e göre; “İddialarının mantıksal yapısı içerisinde, ilk önce explanandum (açıklanan) olarak görünen belirli tarihsel süreçlerin ürünü olarak ortaya çıkmakta olan küreselleşme,  giderek explanans (açıklayan)’a dönüşmüştür; artık küreselleşme modern dünyanın değişimini açıklamaktadır ve hatta [daha önce] varolmadığı ileri sürülen geçmiş dönemlerle ilgili olarak bile ‘geçmişe dönük keşifler’ ortaya koymaktadır.” (Rosenberg’den aktaran Özkan-Birdal, 2003). Küreselleşmenin dünyada bir olgu olarak vücut bulduğu zamanlardan günümüze değin gösterdiği salınımın, daha liberal ve tüketimi teşvik edici, üretimi ve gelir dağılımını toplumsal yarardan tamamı ile ayırt edici bir hüviyet taşıdığını ve bunun yalnızca işletmeler ve çıkar grupları lehine işleyen bir düzenek haline gelmiş bir yapı olduğunu görmek ve bunu bu biçimde ifade etmek sanırım etraflıca bir beyin jimnastiği yapmayı gerektirmeyecektir.  “ Küreselleşme, ekonomik, politik, sosyal ve kültürel alanlarda bazı ortak değerlerin yerel ve ulusal sınırları aşarak dünya çapında yayılmasıdır”. (Karluk, 2007, 4) Karluk’un değerlendirmesi ise, Steger’in tahlili ile analoji kurmaya müsait bir içeriktedir. Çünkü globalizasyon bağımlılıkları arttırıcı ve kapsayıcı bir formatta iken ve bunun iletimini yaparken kültür, ekonomi, siyaset, spor vb. gibi alanları kullanır ve bu verilerle global bir bilinç filizlendirmeye çalışır. Pittsburg Üniversitesi sosyoloji profesörü Roland Robertson’a göre; “Küreselleşme bir kavram olarak, hem dünyanın küçülmesine, hem de dünyadaki bilincin bir bütün olarak yoğunlaşmasına işaret etmektedir.” (Robertson’dan aktaran Steger, 2006). Bu bilinç, direkt olarak kişiler üzerinden yürüyen bir durum olmayıp, devletler ve işletmeler aracılığı ile ülkelere ve ülke içindeki bireylere empoze edilen kapitalist-liberal bir kültürdür. Bu kültür; küreselleşen dünyanın yeni basamağı haline gelmiş ve kültür, çok kültürlülük kavramına revize olmuştur.

Hiç kuşku yok ki küreselleşme fanatiklerinin kapitalizm içerisinde tarihsel bir gelişim olarak taçlandırdıkları ve dünyanın liberalizasyonundaki en mühim ilerleme olarak gördükleri globalizasyon, her ülke, insan, grup ya da bileşen için aynı anlamı ifade etmemektedir. Gelişmiş kapitalist ülkelerde hakim sınıf tarafından sahiplenilen bir olgu olan küreselleşme, bu toplumlardan karşıt eleştiri üreten kişiler çıkardıkları kadar, dünya genelinde Marksistlerden de yoğun eleştiriler almaktadırlar. Bu konuda farklı küreselleşme tanımları geliştiren Marksistler bu olguyu, kapitalizme içkin bir akım olarak değerlendirmişler, emperyalist-kolonyalist devletlerin liberal bir hamlesi olarak tahlil etmişlerdir. Marksist iktisatçı Tevfik Çavdar’a göre; “[…] Küreselleşme olgusunun temellerine indiğimizde ulus devlet = uluslararası şirket gerçeğine ulaşıldığı kolayca saptanabilir. Yani küreselleşme kapitalizmin yayılmacı niteliğinin günümüzdeki durağıdır. Bu bağlamda neo-emperyalizm olarak da adlandırılabilir.” (Çavdar, 2010, 134). Siyaset bilimcisi Georg Fülbert’e göre ise; 1974 sonrası ortaya çıkan kapitalizm, neo-liberal kapitalizmdi ve;

– 1989 yılından sonra Sovyetler Birliği ile yaşanan sistem çatışmasının son bulması, böylece 1917 yılından önce olduğu gibi kapitalizme kapalı herhangi bir coğrafyanın kalmamış olması,

– Uluslararası finans piyasasının öneminin artması ve kapitalizmin finans piyasasının yönettiği bir kapitalizme dönüşmesi

– Üretimin uluslararasılaşması

– Uluslar ötesi yatırımların artması

– Uluslararası mal dağıtımının genişlemesi ve hızlanması

gibi sonuçlar, küreselleşme olarak adlandırılan gelişmenin özünü oluşturmaktaydı. (Fülberth, 2010, 265). Buradan da çıkarılacağı üzere; küreselleşme olgusu uluslararası ölçekte ve coğrafi sınırlar tanımaksızın tüm gezegene nüfuz etmiş, ekonomik, politik, kültürel-sanatsal, tecimsel bir formasyon kazanmıştır.

Sanayi devriminden, globalizasyon çağına kadar geçen süre zarfında, sistem kendisini çeşitli biçimlerde restore ederek neo-liberal konjonktüre ulaşmıştır. Küreselleşme çok eskilere dayanan ve günümüze kadar devam eden bir süreçtir ve Marx bu olguyu kapitalizmin temel gidişatı olarak tanımlamıştır (dünya piyasasının kuruluşu)”. (Dumenil ve Levy, 2009, s. 42) Burada kapitalizmin elbette ki holistik bir görünüm verdiği kanısından uzak durmak gerekmektedir. Çünkü kapitalizm, eşitsiz gelişim yasasına aykırı olmayacak bir biçimde, (Marksist kuram) ülkeler arası gelişim düzeyini eşitsiz kılar. Bu durum ülkelerin az gelişmişlik-çok gelişmişlik düzeyleri, politik ve ekonomik konumlanışları ekseninde pratik edilebilir. Küreselleşmeye de bu bağlamda kapitalist konjonktürün bir çıktısı, sistemin restorasyon ve kodifikasyon durağı ya da ekonomik entegrasyonlar, kültürel kombinasyonlar ve işletmelerin, özel sektörün, uluslararası faaliyetlerde bulunan birlik ve örgütlerin dünyadaki tüm ülke ve bireyler ile telaki ettiği strüktürel bir dönüşüm biçimi olarak bakılabilir. Küreselleşme karşıtı hareketin temel tezlerinden biri olan kapitalizmin eşitsiz bir toplum yapısını kurguladığı ve küreselleşme eli ile de bunu daha dayanılmaz hale getirmiş olduğu, işletmeler ve çıkar sahipleri adına ise de haneye bir artı daha yansıtmış olduğu tezi  geçerliliğini korumaktadır. Bu durumdan hareketle dünya ölçeğinde yapılan küreselleşme karşıtı gösteriler ve bu gösterileri organize eden platform ve oluşumlar piyasa kurallarına göre alınan karar ve sürdürülen politikalara bir son verilmesi gerektiğini düşünmektedirler. Bunun için de evrensel nitelikli ekonomik entegrasyon kuruluşları ve oluşumları olan IMF, WHO, IBRD, EU ve Dünya Ekonomik Forumu’nu (DAVOS) vb. kritisize eden başlıca unsurlar olmuşlardır. Fakat üzerinde durulması gereken problematiklerden biri de;  küreselleşme karşıtlığının insanlar üzerindeki algılarının ve bireylerin çizdikleri rotaların farklı oluşudur. “Küreselleşme Karşıtı olarak tanımlanan oluşumların çoğu ve bunların bağlı olduğu ideolojiler, hak eşitliği, gelir dağılımında ve düzeyinde adalet, serbest dolaşım hakkı gibi küresel çapta pek çok fikri savunmaktadır. Bu anlamda, küreselleşme karşıtlığı, küresel kapitalizm karşıtlığı ya da alternatif küreselleşme gibi daha geniş anlamlarla nitelendirilmektedir. (Çetin, 2008, s. 98) Buradaki asıl ayrımın ise küreselleşme karşıtlığında ortak bir tutum alan insanların siyasal bilinç, görüş ve politik iradelerindeki ortaklıksızlık olduğunu vurgulamak gerekmektedir.

Neo-liberalizmin tedricen güç kazandığı, Keynesyen politikaların dünya genelinde ıskartaya çıkarıldığı konjonktürden bu yana, dünya genelinde sosyal devletin paralize edildiği, sosyal devlet yerine ikame edilen erkinci uygulamaların geçtiği bilinen bir gerçek olmakla birlikte; küreselleşme olgusu kapsamında yürütülen tartışmaların da bu teorik çerçevelerde sürdürüldüğünü de belirtmek uygun olacaktır. Küreselleşme; bir teknolojik gelişim ve bütünleşme, piyasacı bir yönelim ve küresel rekabeti arttırıcı bir katalizör ya da kapitalizmin işlerliğini devam ettirebilmesi için bir olanak olarak görülmüştür. Bu olanakların liberal ideologlarca dillendirilen tezlerinden birisi, şirketlerin, firma hissedarlarının çıkarlarını korumak ve bu çıkarların maksimizasyonunu berkitmek, rekabetin küresel ölçekte sürdürülmesini teşvik etmek ve piyasacı yönelimdeki ülkelerin dış pazar arayışına girmelerine olanaklı zeminler yaratmaktır. Küreselleşme ile algılanan en önemli husus bu olmalıdır. Tabii ki buna teknolojinin artması ile birlikte kimi imkanların gelişmesini de ilave edersek bu iki unsurun birlikte yol alacağını da söylememiz yanlış olmayacaktır. Rekabetin şirketler arasında bu kadar önemli bir rol oynadığını hesaba kattığımızda küreselleşen dünyadaki çıkar çatışmalarının yalnızca şirketler arasında değil, ülkeler, devletlerarasında olacağını da öngörmüş oluruz. Marksistlerin bu noktada olan endişelerini Dumenil ve Levy şu şekilde izah etmektedir. “Kapitalizmin küreselleşmesi her zaman korkuyla karşılanmıştır. Fiilen silahlı çatışmaları beraberinde getirmiş, kültürleri, yaşamları yok etmiş, medeniyetin bir bölümünü köleleştirmiş ve dünyada korkunç felaketlerin yaşanmasına neden olmuştur”. (Dumenil ve Levy, 2009, s. 42) Bu yargı bize; kapitalizmin belli konjonktürlerde küresel ölçekte açılımlar yaparak periferisine ya da uzak coğrafi alanlara temas ettiğini, bunu gerek iş gücü, gerekse de yeni pazar ve tecimsel yollar arayışı olarak programladığını kanıtlayabilir deliller sunmaktadır. Keynesyen teoriden, monetarist-parasalcı politikaya ve nihayetinde neo-liberal küreselleşmeye kadar uzanan tarihsel çizgide küreselleşmenin denk düştüğü noktalardan biri dünyadaki rekabetin artarak artması ve devingen bir biçimde gelişimidir. Global hale gelen sermaye hareketleri ve rekabet nosyonu şirketlerin dünyaya açılmalarına, topluma kanalize olmalarına ve çıkar çatışmalarını başka toplumsal motiflerle süslü bir alana taşımalarına sebebiyet vermiştir. Küresel eğilim, Porter’ın da değindiği üzere küresel bir strateji yaratmıştır. Bu küresellik ise yeni bir stratejinin, global bir stratejinin altyapısını kodlamıştır.

Peki küreselleşme kendisine yönelen eleştirilere ne tür cevaplar üretebilmektedir? Aslında bu üretimler, liberal ve Marksist tezlerin karşı karşıya getirilmesi anlamını taşımakta. “Tarihin Sonu Son İnsan” adlı kitabı ile SSCB’nin çöküşünden sonra dünyanın tarihsel ilerleyişindeki son uğrağın liberal demokrasi olduğunu vurgulayan Francis Fukuyama ya da “Liberalizmden Sonra” isimli kitabında SSCB’nin dağılışından sonraki sürecin sanılanın tam aksine liberalizmin paralizasyonu olacağını ifade eden Immanuel Wallerstein gibi düşünürler gibi küreselleşmeyi Ortodoks marksist bir biçimde eleştiren düşünürler de küreselleşmenin kapitalizmin bir biçimi fakat dünyayı amorflaştıran bir biçimi olarak görmektedirler. Çünkü küreselleşme bir ideolojinin en güncel tasarımıdır, iç dokusunda neo-liberal tezleri barındırır. Bu neo-liberal tezler ise Keynes’in Genel Teori kitabında kuramlaştırdığı, kamuya ekonomide daha onemli bir rol atfedilmesi tezinin yerine enjekte edilmiş ve kendisini küresel anlamda tanımlayan kapitalist bir kültürdür. Küreselleşme yeni dizayn edilmiş bir küresel method da değildir. Bu tasarım, kendisini kapitalist restorasyon dönemlerinde (kriz sonraları) kapitalizmin ilk dönemlerinden bugüne geçirdiği tarihsel ilerlemeler ve yinelemeler gibi yeniler ve baştan üretir. Bu strüktür kapitalizmin iç dinamiklerini yansıtır ve sistem kendisini yeni baştan kodlamak zorundadır. Çünkü sistem; üretim anarşisi yaratan iç dinamikleri sebebiyle konjonktürel dalgalanmalara ve yapısal bir krize müsait bir muhteva barındırır. Teorik olarak yapılan açıklamadan şu sonuç çıkmaktadır. O halde küreselleşme tesadüfi bir sonuç değildir ve sistemin kendini stabil hale getirmesi, ürettiği metaları piyasaya etkin bir biçimde sürebilmesi ve bunun pazarlamasını yönlendirebilmesi için kelimenin tam anlamı ile biçilmiş kaftandır. Lakin; bu noktada işaret edilmesi gereken diğer bir nokta da küreselleşmenin sadece ekonomik entegrasyonlar ya da siyasi varyasyonlardan oluşmadığı, aynı zamanda kültür yayıcı ve bunu toplumlara aktarıcı, aksettirici bir formasyona sahip olduğudur. Globalizasyon; sistemin dünya genelinde elde ettiği kazanımların geniş bir yelpazedeki uygulamalarını, kültür-sanat, spor, gıda, çevre ve bunun gibi birçok sosyolojik parametre ile gerçekleştirmektedir. Örneğin; uluslararası ölçekte bir içecek ya da fast-food zincirine sahip olan Mc Donalds, Burger King, Coca Cola ya da Kentucky Fried Chicken (KFC) gibi kuruluşlar tüm toplumlara bir kültür taşıma işlevi görmektedirler. Bunlar; tüm toplumlarda yaygınlaşmış şubeleri ile küreselleşmenin ve tüketim toplumunun başat göstergeleridir. Çünkü bu kuruluşlar, gezegen üzerindeki tüm coğrafyalarda bulunan bir formata kavuşmuşlardır. Bu elbette ki küreselleşme vasıtası ile pratik edilmiştir. Ya da; bir ülkede görülen vitrinin, kendisine kilometrelerce uzak başka bir toprakta görülüyor olması da bu perspektiften değerlendirilmelidir. Bu durum bize, şirketlerin dünya üzerindeki egemenliğini maddi açıdan gösteren bir veri olarak tahlil edilmelidir. Küreselleşmenin ulaştığı boyut, uluslararası bir kapitalist şirketokrasi yaratmıştır. Küreselleşmenin ve bunun türevi tüketim toplumunun bir yansıması da AVM örneğinde vücut bulabilir. Tüketim toplumunun ve anamalcı üretim sisteminin mikro bazdaki bir mekanı olarak AVM’ler tüm dünyada benzer şekilde kurulan ve aynı amaçlara hizmet eden ve şubeleri dört bir yana yayılmış yerlerdir. Küreselleşmenin güncel ve temel doneleri kısaca böyle açıklanabilir.

Globalizasyona dair çıktılar

– Kapitalizm; son verilere göre sistemik ve yapısal bir krizin eşiğindedir. Bu krizden etkilenenler arasında ise global nitelikteki şirketler olacak; bu durum küreselleşmeye de olumsuz anlamda yansıyacak fakat bundan en çok etkilenen gruplar ise emekçi kesim olacaktır.

– Küreselleşme karşıtı hareket ve oluşumlar; heterojen bir demografik ve politik yapı içerisinde olmak ve birçok düşünceyi içerisinde muhafaza etmekle beraber barış, eşitlik arzusu, ekolojist-çevre ve doğa savunuculuğu, antikapitalizm, antimilitarizm ve antiemperyalizmde kolektivist bir irade ve direnç örgütlemeyi başarmış görünmektedir.

– Küreselleşme teorik olarak tartışılagelen bir konu olmaya devam etmekte; kavramın birçok noktasında anlaşılmazlıklar ve soru işaretleri hüküm sürmektedir.

– Küreselleşme, neo-liberalizmin bir uzantısı konumundaki yapısı ile tüm dünyaya nüfuz etmiş, sistemin Pazar ve ucuz işgücü sorunsalını giderici fakat bunları yaparken de gelir dağılımını azaltıcı, yoksulluğu arttırıcı, bölgeler ve ülkeler arasındaki eşitsizliği derinleştirici bir hüviyete kavuşmuştur. Kuramsal olarak, küreselleşmenin neo-liberalizme bağlılığına olan inanışın bizi, şu sonuca ulaştıracağı alenidir. Küreselleşme dünyada yeni bir kültür janrı yaratmıştır ve bu proses, emprovize gelişmemiş, kapitalist gelişim yasasına uygun bir evolüsyondan geçmiştir. Fakat; sistemin ürettiği küreselleşme bir “opus magnum” olmaktan oldukça uzaktır.

– Küreselleşme toplumların sanatına, sporuna, kültürüne ve tüm ulusal motiflerine egemen olmuş bir anlayış olarak dünyayı kapsayıcı bir raddeye ulaşmıştır. Bu gerçekten hareket ile de küreselleşme vardır ve yoksulları, emekçileri daha çok eşitsizliğe angaje etmek amacına hizmet etmektedir. Bu anlamda da globalizasyon için kapitalizm bir forsmajördür, neo-liberal gelişmelere göre de küreselleşme şirketler ve çıkar grupları için yeni bir gereksinimden öte bir “sine qua non” dur.

KAYNAKLAR:

Steger, Manfred B. (2006), Küreselleşme (1. Basım), Ankara: Dost Kitabevi Yayınları.

Karluk, Rıdvan (2007), Küreselleşen Dünyada Uluslararası Kuruluşlar (6. Basım), İstanbul: Beta Basım Yayım.

Çavdar, Tevfik (2010), Kapitalizmin Yaşattığı Cehennem (1. Basım), İstanbul: Yazılama Yayınevi.

Fülberth, Georg (2010), Kapitalizmin Kısa Tarihi (1. Basım), İstanbul: Yordam Kitap.

Dumenil, G. ve Levy, D. (2009), Kapitalizmin Marksist İktisadı (1. Basım), İstanbul: İletişim Yayınları.

Çetin, B. N. (2008), Küreselleşme Karşıtlarına Göre Küreselleşme Karşıtı Hareketlerin Nitelikleri, Fırat Üniversitesi, Doğu Anadolu Bölgesi Araştırma Dergisi, c.7. s.1. ss.98.

Özkan, N., A. Birdal (2003), Küreselleşme İdeolojisinin Geri Çekilişi, Gelenek Dergisi, Sayı:79.