Özet

Güzel ve güzellik kavramlarından bahsedeceğimiz bu çalışmada güzeli ve güzelliği oluşturan tüm ögelere felsefi ve edebi yönden değineceğiz. Sanatkâr, insan ve sanat, estetik unsurları ayrıntılı olarak çalışmamızın içerisinde bulunacaktır.

Sponsor Bağlantılar

Anahtar sözcükler: Güzel ve Güzellik, Estetik, Sanatkâr, İnsan ve Sanat, Estetik.
I. GÜZEL VE GÜZELLİK

Güzel, başka deyişle bediî, insanın duyularını olumlu yönde etkileyen ve haz uyandıran değerler bütünüdür. Güzellik ise güzele ait özellikleri bünyesinde barındıran varlıkların ya da şeylerin nitelikleridir.

Güzel, nesnelerin en belirleyici niteliğini ya da yetisini anlatan estetiğin temel kavramıdır[1].

Günümüzde her ne kadar güzel kelimesi üzerinden bir güzellik literatürü geliştiriliyorsa da, doğu kültüründe bir güzellik alanı olarak bediîyat, güzel kavramından daha yoğun bir içeriğe sahiptir. Bediîyat; bir sanat görünüşünden ve aynı ölçülerle, tıpkı eşyaya has bir teknik gibi mütalaa edildiği nispette tabiat güzelliğini tetkik mevzu yapar. Bediîyatın doğrudan doğruya hakiki mevzusu, müspet ya da menfi sanat kıymetleri, teknik, çirkinlik veya güzelliktir. Geniş manasında sanat, insan tarafından tabii malzemenin istihaleye uğratılmasıdır. Bacon, bu hususta “tabiata ilave edilmiş insan” diyordu. Bununla mihaniki, sınaî ve tatbiki sanatlara, doktorun veya mühendisin sanatını kastediyor ki, onlar zanaattan sanata geçerek hissedilmez bir tarzda edebiyat, plastik sanatlar, musiki ve bunların imtizaçları gibi tam manasıyla güzel sanatlara inkılap ederler[2].

Güzel ve güzellik, temelini insanda bulur. İnsan için herhangi bir nesneyi ya da durumu güzel kılan onun nesneye ya da duruma vermiş olduğu değerdir. Bu bağlamda insan için güzel ve güzellik kavramı hoş, iyi, faydalı ve doğru kavramlarıyla bir arada düşünülmelidir. Çünkü insan için hoş, iyi, doğru veya faydalı olmayan güzel olmaz. Bundan hareketle denilebilir ki ‘güzelin objektif kriterleri var mıdır?’ sorusuna en azından güzelin insanlar açısından ortak değerleri olduğu cevabını verebiliriz. Örneğin gül güzel bir çiçektir. Anneler değerli, iyi, faydalı hoş insanlardır… gibi yargılar güzelliğin bu yönlerinin tüm insanlarda ortak duygular uyandırdığını söyleyebiliriz.

Kendisine bakanda haz ile beğeni duyumları uyandıran nesnelerin en belirleyici niteliğini ya da yetisini anlatan estetiğin temel kavramı. Gönül okşamak, iç gıcıklamak, büyülemek, yaşama sevinci uyandırmak türünden hep olumlu duygulanımlar doğuran şeylerin ya da sanat yapıtlarının en belirleyici niteliği. İnsan, duygularının önüne konan şeylerin biçimine, yüzeyine ve kütlesine göre davranır. Eşyanın biçim, yüzey ve kütlesinin belli ölçülere göre düzenlenmesi hoşumuza gider. Böyle bir düzenin eksikliği ise ilgisizlik ve hatta büyük bir sıkıntı ve tiksinti verir. Güzellik duygusu, hoşa giden bağlantılar duygusudur. Çirkinlik duygusu da bunun tersidir.” Güzellik kavramını belirsiz, ya da çok defa aldatıcı belirtiler gösteren ve Tarih boyunca durmadan değişen bir olay olarak kabul etmek, doğru bir düşünce tarzı gibi görünmektedir. Güzellik, estetik ilminin ele aldığı bir kavram olarak, çağlara ve düşünürlere göre değişik anlamlar kazanmıştır.

Estetik değerlendirmenin en önemli terimi olarak görülen “GÜZEL” ya da “GÜZELLİK” üzerine felsefe tarihi boyunca verilen yargıların, temelde nesnel mi yoksa öznel mi oldukları konusu hep tartışma konusu olmuştur. Bu bağlamda ortaya çıkan önemli anlayışlardan gerçekçilik, güzel üzerine verilen yargıların nesnelere bakanlar ile ilgili olmaktan çok, bakanları doğrudan etkileme gücü taşıyan nesnelerin kendilerinde bulunan nesnel özellikler ya da yetiler ile ilgili olduklarını ileri sürmektedir. Öte yanda Plâtoncular, güzelin ideal duyular üstü bir form olarak var olduğunu savunurken, XIX. Yüzyıl kuramcıları bunu “yan duyusal” form olarak alırlar. Kant’ın aşkınsal felsefesi ise, güzel deneyimini bilmenin en temel gerekleri olarak gördüğü “öznel evrensellik” ile “öznel zorunluluk” kavramlarının güzelin kendisinden çok güzel deneyiminin her durumdaki önceliği olduğunu savunarak, güzel felsefelerinin üzerinde açıkça bir kırılma meydana getirmiştir. Buna karşılık Kuşkuculuk, öteki bütün konularda olduğu gibi güzel konusunda da insanın kayıtsız şartsız önceliğine parmak basarak, nesnelere yüklenen güzel özelliğinin yalnızca bakan kişinin öznel estetik hazzından kaynaklanan bir düşünümün sonucu olduğunu, dolayısıyla nesnel bir karşılığı bulunmadığını düşünmektedir.

Güzelin tam olarak neliğini kavramaya yönelik olarak açıklığa kavuşturulmaya çalışılan konuların başında güzelin gerçek anlamda var olup var olmadığı sorusu gelmektedir. Gündelik dilde yerleşik bir deyiş haline gelmiş bulunan “güzel bakanın gözündedir” tümcesi alındığında, güzelin herhangi bir nesnenin kendinde(n) taşıdığı bir özellik olmadığını, dolayısıyla nesnelerin kendilerinin estetik bakımdan değerlendirilmeyi bekleyen birtakım özellikler taşımadıklarını dile getirmektedir.

Güzelin nesnel anlamda bir gerçekliği bulunmadığını yani hep bakanın öznelliğinden kaynaklandığını ileri süren bu görüş estetik öznelcilik ya da estetik yoksayıcılık adıyla anılmaktadır. Nitekim güzelin varlığına yönelik bu görüş, estetik araştırmayı çok büyük oranda toplumsal ya da ruhbilimsel yönelimli bir araştırma olarak görmekten yanadır. Güzelin her durumda nesnelerin kendilerinde(n) taşıdıkları özellikler olduğunu, bu özelliklerin de o nesnelerin tekliğiyle ya da biricikliğiyle birlikte değerlendirilmesi gerektiğini savunan yaklaşım ise estetik nesnelcilik ya da estetik gerçekçilik diye adlandırılmaktadır.

Estetik nesnelcilik(estetik gerçekçilik) ile estetik öznelciliğin(estetik yoksayıcılık) yanıt aradıkları sorular ile üstüne düşündükleri konuların pek çoğu ortaktır. Bunlar arasından en önemlileri kısaca şöyle sayılabilir:

I- Güzellik bildiren terimlerin anlamlı bir biçimde uygulanabilir olduğu varlık alnının genişliği nedir? Bu soruya kimi estetikçiler, güzelliğin ortaçağdaki anlamıyla her şeye uygulanabilir bir kategori olarak bütünüyle “aşkın” olduğu yanıtını verirken, kimileri de buna karşı çıkarak güzelliğin ancak belli alanlara uygulanabilir olduğunu savunmaktadır.

II- Hangi ölçülerde estetik değerler güzel kavramının altında toplanabilir? Bu bağlamda kimi estetikçiler her “yüce”, ”trajik”, ”ironik”, ”korkunç”, ”görkemli” gibi değişik estetik yargı biçimlerinin özce güzelin türevleri olduklarını düşünürken, kimileri de bunların güzelden bütünüyle bağımsız başlı başına ayrı estetik değerler olduklarını ileri sürmektedir.

III- Hangi ölçülerde değişik türden varlıklar güzellikleri bağlamında karşılaştırılabilirler? Buna kimi estetikçiler böyle bir karşılaştırmanın ilkece olanaksız olduğu yanıtını verirken, kimileri de Plâtoncu “idealar öğretisi”nden yola çıkarak, güzelin tümel bir değer olduğunu, bütün varlıkların ondan pay aldıklarını, dolayısıyla bu karşılaştırmanın yapılabilir olduğunu öne sürmektedir.

IV- Güzel üzerine, güzellik bildiren
yargıların verilişinde başka etmenlerin rolü nedir? Bu sorunun da iki ayrı karşıt görüşçe yanıtlandığı görülmektedir. Bir bölüm estetikçi güzelin her durumda güzel olarak başka etmenlerin işin içine katılmadan değerlendirilmesi gerektiğini savunurken, diğer estetikçilerse özellikle sanat yapıtlarından verdikleri teknik örneklerle güzelin güzelliğinde doğrudan estetikle ilintili olmayan pek çok başka etmenin önemli roller oynadığına dikkat çekmektedir.

Güzellik ve güzel kavramlarının ciddi anlamda tartışılması ilk olarak felsefe ile ortaya çıkmıştır. Daha sonraları bu iki kavram estetik biliminin konusu olmuştur. ‘Güzel ve güzellik nedir?’ ‘İnsan niçin güzele ve güzelliğe ilgi duyar?’ ‘Güzellik maddî ve bedenî bir değer mi yoksa manevî ve ruhî bir değer midir?’ ‘Acaba güzelliğin kaynağı bakan/duyan insanda mı yoksa bakılan/duyulan varlıkta mıdır?’ ‘Güzelliğin objektif kriterlerinden bahsedilebilir mi?’ gibi sorular insan zihninde yer etmeye başladığından beri güzel ve güzellik kavramı felsefe ve estetik alanlarına konu olmuştur. Bilinen en eski felsefeciler güzellik üzerine şu tanımları yapmışlardır:

“ Güzel, salt güzelin kendisi için arzulanabilir olandır. ” -Aristoteles

“ Şeylerdeki güzel, zihin onlara bakarken onlarla bütünleştiği sürece güzeldir. ” -D.Hume.

“ Daha işin en başındayken rahatlıkla güzelin doğadan çok daha yüksek olduğunu öne sürebiliriz. Nitekim sanatın güzeli, zihinden doğan bir güzeldir, yani yeniden doğmuş bir güzellik; dolayısıyla gerek zihin gerek onu yaratan doğadan üstün oldukça, buna bağlı olarak sanatın güzelliği de doğanın güzelliğinden daha yüksek olacaktır. ” -Hegel

Çeşitli yönleriyle güzeli ve güzelliği irdelediğimizde insanların güzellikten ne gibi anlamlar çıkarttığını görürüz. Her insan güzelden ve güzellikten farklı manalar çıkartabileceği için farklı güzellik anlayışları da ortaya çıkmıştır.  Örneğin mutlak güzel, doğal güzel, ideal güzel, güzelliğin başlıca türlerini oluşturur. Bunlara kısaca değinelim.

Mutlak Güzel: Maddi olmayan, manevi ya da metafizik güzeldir. Bir başka deyişle güzelin en derecesidir. Bu güzellik ilahi güzelliktir ve Tanrı’ya aittir. Özellikle tek tanrılı dinlere inan insanlar ve din adamları güzel olan tüm sıfatları Allah’a vermişlerdir. Bu anlayışa göre güzellik, duyusal olarak değil de zihinsel yollarla kavranabileceği ileri sürülür.

Doğal Güzellik: Tüm kâinat üzerindeki canlı-cansız tüm varlıklarda tezahür eden güzelliktir. Bu tür güzellik somut ve algılayabildiğimiz nesnelerde bulunur. Örnek bir kadının güzelliği, bir şarkının melodisinin güzelliği, bir çiçeğin güzelliği…

İdeal Güzellik: İnsanın, özellikle de sanatkârların hayal gücüyle şekillendirip var ettiği soyut güzeldir. İdeal güzelliği farklı kılan, ortaya çıkan ideal güzelde mutlak ve doğal güzelden izler taşımasıdır[3].

Sanatçı ideal güzeli ortaya çıkaran kişidir. Bu güzeli oluştururken sanatçı zihnindeki mutlak güzelden ve çevresindeki ideal güzelden parçalar alarak hayal gücü ile bu güzellikleri birleştirip ideal güzeli ortaya çıkartır. Hatta sanatçı farklılığını çirkini mutlak ve ideal güzeli kullanarak ideal güzeli kullanarak güzele çevirmesiyle ortaya koyar. Örneğin bir dilencinin resmedildiği bir tablo çirkini güzelleştirebilir. Bu durum da sanatçının yeteneğine bağlı olarak ideal güzeli meydana getirmesiyle ilişkilendirilebilir.

II. ESTETİK

Kelime anlamı duyumlar tarafından sezilen bilgi olan estetik (aistetike) (Fr. Estetique; İng. aesthetics; Alm. aesthetik), Yunanca “aisthesis”(duygu, duyum, duyulur algı) veya “aistanesthai” kelimelerinden gelmektedir. Kelime, dilimizde “his ilmi, güzellik bilimi, ilm-i hüsn, bediîyât, ilm-i bedâyi, hikmet-i bedâyi, ilm-i zevk” kelime ve tamlamalarıyla karşılanmış veya karşılanabilecektir.

Estetik ‘özgür sanatlar teorisi, aşağı bilgi teorisi, güzel üzerine düşünme ve akla benzer yeti bilimi’dir. Yine estetik duyu bilimi ya da duyulur algılar öğretisi güzelin ve güzel sanatların yapısını inceleyen bir felsefe dalıdır. Estetik güzellik bilimi ya da güzel sanatlar felsefesidir.

Estetik ile güzellik arasında ince fark vardır. Güzellik, hoşlanma duygusu oluşturan bir nitelikken ve salt güzel üzerine kuruluyken, estetik salt güzellik değildir. Güzel olan kadar çirkin de estetiği oluşturan niteliklerdendir.

Estetik, en başta güzellik kavramının kendisi olmak üzere, güzelliğe konu, her türden varlık üzerine hem doğru düşünmenin hem de doğru duymanın yeter koşullarını dizgeli bir biçimde araştıran felsefe dalıdır. Bir uçta güzellik, öbür uçta çirkinlik kavramlarının bulunduğu “estetik beğeni ölçeği”nde sıralanan alabildiğine değişik değerleme yargılarından yolu koyularak, ister sanatsal ister sanat dışı, her türden estetik durumu, sorunu, ilişkiyi ya da görüngüyü eleştirel bir gözle inceleyen felsefe araştırmasıdır[4].

Estetik beğeni (bediî zevk); güzelle çirkini ayırt edebilme yeteneğidir. İnsan bu yeteneği toplumsal yaşama sürecinde edinir[5].

Estetiğin birçok âlim ve filozof nazarında özelliği, beşeri idealin çeşitli şekillerinden biri olan güzelliktir. Bu düsturun doğruluğu ideal kelimesine verilecek manaya bağlıdır. Eğer yalnız gayr-ı şe’ni yahut sanat eserleriyle oyuna has olan ve ikisinde de bulunan hayal anlamıyla alınırsa doğrudur. Fakat bu kelimeyle; kemal, tekemmül yolunda şe’niyetin tadili kastediliyorsa o zaman bu idealizmi ve realizmi dışarıda bırakıyor demektir. Hâlbuki bu bakış açısı da bir nevi sanat şeklidir ve güzelin meşru bir mefhumudur[6].

Buradan da anlaşılacağı gibi estetik sırf güzellik değildir. Bunun yanında kâmillik ve hayal unsurlarının olması da başka bir gereksinimdir.

Biçimsiz olan her şey bir ideyle biçim kazanacak niteliktedir. Fakat bu formel akılda herhangi bir payı olmadığı müddetçe düzene yabancı ve çirkin bir şey olarak kalacaktır. Fakat formel akla tam olarak uymayan her objede belli bir düzeyde bir çirkinlik vardır. Çünkü o objeyi oluşturan madde tamamıyla ideyi donatabilme kapasitesine sahip değildir. İşte bu yüzden estetik çirkinliği de içerisinde barındırır.

Estetik biliminin yaygın kabulüne göre estetik bir olguyu çözümlemeye çalışırken üzerinde ısrarla durduğu dört temel problem alanı mevcuttur. bunlar; estetik süje (bilnçli bir varlık olan insan), estetik obje (güzellik değerini üzerindfe taşıyan varlık/sanat eseri), estetik değer (estetik objenin sahip olduğu güzellik, yücelik) ve estetik yargı (estetik objenin estetik obje hakkında verdiği hüküm)’dır.,

Her estetik olgu temelde bir suje-obje ilişkisine dayanır. Yani bilinçli bir varlık olan öznenin estetik değer veya değerlere sahip bir nesne ile olan estetik ilişkisi. Böyle bir estetik ilişkide özne estetik bir tavır içinde nesneye yaklaşır; onu algılar, duyumsar ve onunla özdeşleşir. Bu sürecin doğal bir sonucu olarak ondan estetik bir haz alır ve sonunda onunla ilgili bir estetik yargıya varır. Söz konusu ilişkide estetik nesnenin derin yapısında içerdiği estetik değer mutlak manada aktif bir rol oynar. Böyle bir estetik olguda ilk planda görülmeyen ama önemi inkar edilemeyecek bir fenomen vardır. O da
sanatkârdır[7].

Sonuç olarak estetik, tabiat ve sanattaki güzelliğin mahiyeti, niteliğini ve yasalarını araştırıp inceleyen; insanın güzelliğe olan ilgisinin sebeplerini araştırıp onu kavrama tarzlarını irdeleyen felsefe dalıdır.

III. SANATKÂR

Sanat, toplumsal bilincin ve insanlığın manevi kültürünün bir biçimidir. Öteki biçimler gibi ve bilim gibi sanat da gerçekliğin bilinmesine yardımcı olur. Sanatın özünün saptanmasında kimi bilimciler sanatın bilgi öğretisi yönünden anlam ve işlevini yastıyorlar ya da bu işlevine çok düşük bir pay biçiyorlar. Sanat, kendisinin dışında var olan gerçekliği kendine özgü bir tarzla yansıtır ve yorumlar. Bu olaylarıyla karşılıklı ilişkileriyle ve iç dünyalarıyla insanların yaşamı için geçerli olduğu kadar sanatçının kendi iç dünyası için de geçerlidir.

Sanat nesnel gerçekliğin insan bilincinde estetiksel imgeler halinde yansımasıdır. Hiçbir doğaüstü gücün etkisiyle oluşmuş olmadığı gibi, birtakım ne olduğu belirsiz duygu ve düşüncelerin de ürünü değildir. Çünkü insansal etkinlikle, eş deyişle üretim süreciyle belirlenmiştir. Bu insansal etkinliklerin temelinde de sanatkâr yatar[8].

Sanatkâr kavramı her türlü sanatla uğraşan insanı ifade etmesi bakımından geneldir. Kavramı bu genellikten kurtarıp herhangi bir sanat dalı ile uğraşan bir insanı kastettiğimizde sanatkârlara mimar, heykeltıraş, ressam, bestekâr, şair gibi özel isimler veririz.

En genel ve basit anlamıyla sanatkâr sanatın herhangi bir dalıyla uğraşan, sanat yapan, sanat eseri vadeden insan demektir. Platon’a göre sanatkâr ikinci dereceden gerçekliğe sahip varlıklara ayna tutmaktan öte herhangi bir yeteneği ve yeterliliği olmayan basit bir yansıtmacıdır. Aristo’ya göre ise sanat bir yansıtmadır; ama bu yansıtma basit ve sıradan bir gerçeklik değildir. Sanatçı olabilir olanlar arasından seçip ayıklayan ve yeniden kurgulayan insandır.

Klasikler, realistler, sosyalistler sanatkârın temel işlevinin gerçekliği yansıtmak olduğuna inanırlar. Sanat tarihi müddetince sanatkârın en çok yüceltildiği dönem romantik anlayışın hâkim olduğu 18. yüzyılın ortalarından 19.yüzyılın ortaklarına kadar olan yüzyıldır. Ondan önce sanatta sanatkârın değil, onun eserine yansıttıklarının önemsendiği bir anlayış esastı.

Sanatkârlar gerek kendi varlığını gerekse onu kuşatan fiziki ve metafizik âlemi algılama hususunda bir hayli güçlü duyarlılığa sahiptir. O pek çoğumuzun görmediğini görür, duymadığını duyar, sezmediğini sezer. Bazı sanat akımcıları ya da estetikçiler bu bakımdan sanatkârın sıradanlığın çok üstünde bir üstün insan olarak görürler.

Sanatkâr, doğuştan bir yeteneğe sahiptir. Sanatkârın sonraki adımda ihtiyaç duyacağı olmazsa olmazları sanatın aletlerini kullanmadaki ustalık, maharet, beceri ve tecrübe birikimidir.

Sanatkâr, hem algılarını ve sezgilerini sentez ederken hem de onu sanatın aletleri ile sanat objesine dönüştürürken büyük bir gayret, zevk-i selim, disiplin ve sabra muhtaçtır[9].

Sanat vardır ama önce sanatçı vardır. Bir sanat eserinin meydana gelmesi için, sanatsal sentezi yapabilecek potansiyel ve yetenekte bir sanatçının olması gerekir. Sanatçı, duygusal zekâyı kullanabilen insandır. İnsan sanatçıdır. Sanat bir toplumun olduğu kadar bir insanın da duygu, düşünce ve zevkinin yansımasıdır. Estetik değerlerle donatılmış insan, görgülü, yetenekli ve seviyelidir. Hangi şartlarda nasıl davranılması gerektiğini bilir. Nüansları fark ederek herkesten biri olmadığını görür ve gösterir. Sanatsal etkinliklerde bulunmak, insanın kendi estetik sayfalarını yeniden okumasıdır. Ya da insanın yeniden kendini keşfidir. Okunmamış, fark edilmemiş sayfalarını yeniden okuması ile kendini yenilemesidir. Bu kitabı olgun bir yaşta yeniden okuduğumuzda, kaynağını unuttuğumuz ve bizim iç mekanizmamızın bir parçası olmuş bir değerler sistemini yeniden buluruz. Klasikler, kendilerini unutulmaz olarak kabul ettiren hafızanın kıvrımlarına gizlenerek çok özel bir etki yapan kitaplardır. Bu kitap Yüksekokul ve Üniversite’nin söyleyebileceği ya da öğretebileceği şeylerden daha fazlasını insana öğretir.

IV. İNSAN VE SANAT

Sanat kelimesi Arapçada amel, iş yapma anlamlarını veren “san’a” kökünden gelmektedir. Bu kelime Arapçada, insanın akıl ve zekâsını kullanarak yaptığı işleri anlatır.

Hayatı anlayan zekânın, onu en ilgi çekici, en güzel şekillere sokmasıdır[10].

Sanat, insanların duygu ve düşüncelerini ifade ediş biçimidir.. Bunun için ses, söz, renk, biçim gibi unsurlardan faydalanılır ve bunlar kişisel ve etkileyici bir biçimde ortaya konur. Sanatın bir diğer anlamı da “Bir şey yapmada gösterilen ustalık” tır.

Sanat, insanın psikolojik hayatının temellerinden birini teşkil eden güzellik duygusunun dil, nota, renk, taş, mermer, tunç gibi çeşitli malzemelerle estetik formlara dönüştürülmüş somut hali veya ifadesidir[11].

Sanat, insanlık tarihinin her döneminde var olan bir olgudur. İnsanlığın geçirdiği evreler; yaşama biçimlerini, yaşama bakışlarını, sanat biçimlerini ve sanata bakışlarını değiştirmiş, her dönemde ve her toplumda, sanat farklı görünümlerde ortaya çıkmıştır.

Mutlaka sanatı bilmemiz ve öneminin farkına varmamız gerekiyor. Sanat, bir hobi ya da zaman geçirilmesi gereken bir oyun değildir. Tanık olduğumuz çağa düşüncelerimizle iz bırakmaktır, topluma yol göstermektir. Nitekim sanatın maddi hayattan daha üstün bir sorumluluğu vardır. Bu sorumluluk, insani bir sorumluluktur. Ve insanı ilgilendiren bu sorumluluk, insanın ilgi alanına girmektedir. Sanatla uğraşmak isteniliyorsa öncelikle insanı tanımak gerekiyor. İnsanı tanımadan sanatın güzelliğinden bahsetmek söz konusu olmaz…

Sanat çok ciddi bir çalışma istiyor. Ve bu çalışma üzerinde ciddiyetle durmak, yoğunlaşmak gerekiyor. Aksi halde hak edilen konuma kavuşamaz sanat. Her çalışmada olduğu gibi sanatta da emek, uğraş, kararlılık vs. olması şarttır.

Sanat ile meşgul olmak, o sanat eserini ortaya koyan, izleyen, gözleyen, yorumlayan bir şeyler almaya çalışan insanlarla meşgul olmak demektir. Bu da aynı zamanda, belki de hobi bağlamında insan psikolojisini tanıma olgusudur. İnsan psikolojisini tanımak, o’na daha bilinçle yaklaşmak demektir. Her halde böyle bir yaklaşım insan ilişkilerine pek çok olumlu katkılarda bulunacaktır.

Rus yazarı Dostoyevski “ Evreni kurtaracak güzelliktir” demek suretiyle, güzelliğin insan ve toplum hayatında, insanlığın kurtuluşunda oynayacağı önemli rolü belirtmeye gerek görmüştür. Dostoyevski, evreni kurtaracak bilimdir, felsefedir, politikadır dememiş, “güzellik”tir demiştir. Çünkü bilim de, felsefe de, politika da türlü temelsiz inançlara bürünerek, yararsız ve sağlıksız biçimler alabilir; bozgunluklara, fesada uğrayabilir; her biri ağır suç sayılan türlü biçimlere bürünebilir ve o zaman; bilim de, felsefe de, politika da insanları karanlığa sürükleyen bir kara güç haline gelebilir. Bunun için; bilimin de art düşüncelerden ve her türlü kusurlardan sıyrılarak insanlığın hizmetinde bulunmasına şiddetle ihtiyaç vardır. Felsefenin de, politikanın da dürüst, olgun, kusursuz ve mükemmel olması; kasıtlı sapmalar ve duraklamalar yapmadan
işlemesi; insanların ruhlarını ve vicdanlarını huzura kavuşturan sevimli, kandırıcı bir inanç kaynağı nitelikleri içinde varlığını sürdürmesi lazımdır. Çünkü yalnız güzellik bilime de, felsefeye de, politikaya da; amaçlarına uygun alanlarda kalmayı; bu amaçlara uygun etkinliklerde bulunmayı sağlayacaktır.

Sanat, insanın iç âleminin dış âlemine yansımasıdır. İnsanın hayatında olması gereken bir olgudur. Eğer insanın yaşantısında sanat ölüyse, sönükse, hayatı da o denli sönük ve ölü olur. Kendini yalnızlık içerisinde bulan insan, sanat vesilesiyle, dünya ile gökyüzü ya da aynı türde olmayan nesneler arasında bir ilişki oluşturur. Onlara his katarak, yakın alaka içerisinde kılar insanı.

İnsan hissetme ve icat yeteneğine sahip bir varlıktır. Bu yeteneklerle sanatsal olma yolunda güzel gelişimler ortaya koyabilir. İnsanın hayat felsefesinde sanatın olması, insanı kendisine tanıtmaktadır.

İnsan, toplum halinde yaşamak mecburiyetinde olan sosyal bir varlıktır. Onun yaşayabilmek için başka insanlara da ihtiyacı vardır. Dolayısıyla sadece kendi benini korumakla yetinemez. Başka benleri de korumak kollamak zorundadır. İnsanın ruhundaki fazilet duygusunun eğitim ve terbiye yoluyla geliştirilmesi sonucu güçlenecek olan bu duygu iyiliği oluşturur. İyilik sosyal hayat içerisinde ahlak ve hukuk olarak kurumlaşır. Her türlü ahlak ve hukuk kuralları insanların toplum halinde huzur ve sükûn içinde yaşamalarını temine yöneliktir.

İnsan hem kendi bireysel psikolojisi hem toplumsal yaşamın etkisi hem de mutlak ve tâbi güzelliğe olan insanın meyli sanatı insana bağlar.

“Sanat; düşünebilen, gerçeği görebilen, toplumu anlayabilen insanların işidir.” diyor Tolstoy.

Sanatın yelpazesi geniş olup, hayatın birçok alanını kapsamaktadır. Bunu geliştirmek de, bu işe soyunan ve kendini adayan insanların işidir. Sanatın hakkının verilmesi için insanın yapısı, kişiliği, karakteri içinde sanatsal bir cevher bulunmalıdır. İşte böyle insanların derinliklerinden ortaya çıkan eserler, sanat eseri niteliği taşıyabilirler ve bu tür eserler diğer insanların da dünyasını etkileyip şekillendirebilir.

İnsan, toplum halinde yaşamak mecburiyetinde olan sosyal bir varlıktır. Onun yaşayabilmek için başka insanlara da ihtiyacı vardır. Dolayısıyla sadece kendi benini korumakla yetinemez. Başka benleri de korumak kollamak zorundadır. İnsanın ruhundaki fazilet duygusunun eğitim ve terbiye yoluyla geliştirilmesi sonucu güçlenecek olan bu duygu iyiliği oluşturur. İyilik sosyal hayat içerisinde ahlak ve hukuk olarak kurumlaşır. Her türlü ahlak ve hukuk kuralları insanların toplum halinde huzur ve sükûn içinde yaşamalarını temine yöneliktir.

Sanat eserleri, insanlar arasındaki etkileşimi ve kültür alışverişini en belirgin biçimiyle yansıtan birkaç önemli olgulardan biridir. Tarihlerinde güzel sanatlara önem veren toplumlar, egemen devlet olarak devamlı yaşama şansını elinde tutar. Kendi egemen devletlerine sahip oldukları gibi, egemen yaşama gücünü de kaybetmeyen milletler, kendi kültür ve güzel sanatlarına sahip çıkan milletlerdir. Köklü sanat kültürü olan milletler, tarih sahnesinde daima saygın yerini almış, almaya da devam etmektedir. Güzel sanat eserleri, bir milletin vatan topraklarının, onurlu abideleridir. Bir ülke kültürü, sanat eserinde kendi somut biçimini bulur. Bu bakımdan sanat tarihçileri bir milletin tarihini yazarken, artık savaş ve zaferlerden çok, o ülke insanlarının ortaya koydukları sanat eserlerini incelemektedirler. Çünkü sanat eserleri, milletlerin düşünce hayatının görülür anıtları olduğu gibi, bir ülkede yaşayan toplum varlığının da inkâr edilmez delilleridir.

Bütün insanlığın malı olacak bir güzel sanat eseri, ruhun derinliklerinden gelerek yine ruhun derinliklerine dönerken insana hazların en güzelini yaşatır. Ve insanları sanatın gül bahçesine davet ederken onlara en cömert şekilde güldesteler armağan eder. Bu eylemi ortaya koyarken insanlara der ki; «Güllere bakıp sevinmek durmuşken, dikene bakıp üzülmek niye?..» Her şey zıttı ile vardır. Siyahın siyahlık şiddeti, beyazın beyazlık şiddetini arttırır. Onun için siyahın varlığı dahi beyaz için vazgeçilmez bir tamamlayıcıdır…

İnsanlığın güzellik duygusunu,  eski çağlardan bu yana ortaya koydukları tüm eserlerde izlemek mümkündür. Bu yüzden insan elinden çıkan eserler birer duygu yansımasının somut örnekleridir. Güzellik duygusu, güzeli arama ve onu ortaya çıkarma insanla beraber vardır. Mağaralardaki bizon resimlerinden ve av sahnelerinden, hatta taş baltalardan insanlık tarihinin şaheserlerine kadar insan daha güzelini, daha mükemmelini aramak ve bulmak için kat ettiği uzun ve yorucu yolculuk günümüz insanına binlerce eser kazandırmıştır.

İnsan ve sanatı iki bağlamda inceleyebiliriz:

1. Sanatçı ve sanat
2. Normal insanlar ve sanat

Sanatçı-Sanat İlişkisi: Sanatçı, sanat eserini ortaya koyar, dünyaya farklı bakar, farklı düşünür ve uğraştı sanat dalının malzemelerini özenle dizer, sırsalar ve etkileyici kılar. Böylelikle sanatçı, kendini diğer insanlardan farklı kılarak sanatçı-sanat ilişkisini kurar. Yahya Kemal’in Sessiz Gemi’sindeki ölüm temasını ya da İstiklal Marşı’ndaki hürriyet ve bağımsızlık hissiyatını herhangi bir kişinin yazmış ya da söylemiş olduğu metinlerde bulamayız. Bu noktada sanatçı, farkını ortaya koyarak sanatı şekillendirir ve zenginleştirir, diğer insanları sanata bağlar ve yönlendirir.

Normal İnsan-Sanat: Normal insanlar, kendilerine sunulan sanat eserini değerlendirir, yargıda bulunur. Sanata yapabileceği katkı, eleştiriyle sınırlıdır. Buna bağlı olarak denilebilir ki normal insanlar yazarak ya da söyleyerek değil de, eleştirerek sanatın gelişimine katkıda bulunur.

İnsan hem kendi bireysel psikolojisi hem toplumsal yaşamın etkisi hem de mutlak ve tabii güzelliğe olan insanın meyli sanatı insana bağlar.

DİPNOTLAR

[1] Sarp Erk Ulaş, Felsefe Sözlüğü, Bilim ve Sanat Yayınları, Ankara, 2002, s. 633.
[2] Charles Lalo, Estetik, Hece Yayınları, Ankara, 2004, 19-20.
[3] İsmail Çetişli, Edebiyat Sanatı ve Bilimi, Akçağ yayınları, Ankara, 2008, s. 17-18.
[4] Sarp Erk Ulaş, Felsefe Sözlüğü, Bilim ve Sanat Yayınları, Ankara, 2002, s. 488-489.
[5] Orhan Hançerlioğlu, Felsefe Sözlüğü, Remzi Kitabevi, İstanbul, 1989, s. 94.
[6] Charles Lalo, Estetik, Hece Yayınları, Ankara, 2004, 11.
[7] İsmail Çetişli, Edebiyat Sanatı ve Bilimi, Akçağ yayınları, Ankara, 2008, s. 65.
[8] Orhan Hançerlioğlu, Felsefe Sözlüğü, Remzi Kitabevi, İstanbul, 1989, s. 364.
[9] İsmail Çetişli, Edebiyat Sanatı ve Bilimi, Akçağ yayınları, Ankara, 2008, s. 43.
[10] Irwin Edman, Sanat ve İnsan, MEB Yayınları, İstanbul, 1998, s. 12.
[11] İsmail Çetişli, Edebiyat Sanatı ve Bilimi, Akçağ yayınları, Ankara, 2008, s. 38.

KAYNAKÇA

Çetişli, İsmail; Edebiyat Sanatı ve Bilimi, Akçağ yayınları, Ankara, 2008.
Edman, Irwin; Sanat ve İnsan, MEB Yayınları, İstanbul, 1998
Farago, France; Sanat, Doğu Batı Yayınları, Ankara, 2006.
Hançerlioğlu, Orhan; Felsefe
Sözlüğü
, Remzi Kitabevi, İstanbul, 1989.
Lalo, Charles; Estetik, Hece Yayınları, Ankara, 2004.
Ulaş, Sarp, Erk; Felsefe Sözlüğü, Bilim ve Sanat Yayınları, Ankara, 2002.

Edebiyatcı tarafından “Makale Yarışması” için yazılmıştır…