Mainz, 12.05.2014

Eski Türkiyede milletin iradesiyle seçip gönderdiği meclis ve onun içinden çıkartmakta olduğu yürütme organı memlekete vaziyet eden üniformalı zevatın izin verdiği alanda siyaset eder; yol, baraj, köprü, su ve elektrik işleriyle iştigal eder bir nevi rüşvet kabilinden ihale yasasını da uhdesine alınca hiç olup bitene ses çıkarmazdı. Ve memlekette en ufak bir tartışma bile olmadan „ne şiş yansın ne kebap“ kabilinden ülke yönetilir yahutta yönetiliyor „muş“ gibi yapılırdı.

Sponsor Bağlantılar

Renksiz ve kokusuz sağ iktidarlar kendilerine tanınmış olan bu daracık alandan hiç rahatsız olmazlar etraflarına mavi boncuk üstü „eşantiyon ihaleler“ vererek işi götürürlerdi. Bu arada olan millete olur. Fakirlikten inim inim inleyen insanlar biraz daha fakirleştirilir. Zenginler daha bir zenginleştirilir. Hulasa bu kısır döngü sür-git devam ettirilirdi.

Bir ara merhum Özal bu fasit daireyi kırmak için hamle yapmak istediyse de mâlesef başarılı olamadı. Sonunda merhum Erbakan bu konuda çok cesur adımlar attı. Fakat onun iktidarı oldukça zayıf olduğundan bütün „mutlu ve putlu azınlık“ biraraya gelerek üniformalılara müracaat ederek bu güzel girişimin „akim“ kalmasını temin ettiler. Ancak böylesi bir fasit dairenin bin yıl daha sürmesi akla ziyan bir anlayıştı. Öyle ya artık 1940`ların Türkiyesinde değildik. Ama birileri kendi âli menfaatlerini korumak uğruna bu yolda ellerinden gelen herşeyi yapmaya and içmişti.

Nitekim sonunda millet 3 kasım 2002 tarihinde olaya el koydu. Ve kendisinin bizzatihi iktidar olma kararlılığında olduğunu göstermiş oldu. Ancak iyi saatte olsunların millete iktidarı teslim etmek gibi bir niyetleri yoktu. Daha hükümet işbaşına gelir gelmez kapalı kapılar ardında „sırtında üniforma olanlar ile içine üniforma kaçmış olan millet düşmanı“ güçler el-ele vererek „darbe“ planları yapmaya başladılar. Ancak bu defa karşılarında topyekun milleti buldular. Milletin seçip işbaşına getirdiği Tayyib Erdoğan milletin emanetine sahip çıkmak için “kefen” giyerek siyasete girdiğini belirterek neye mal olursa olsun bu emanete sadakatten asla vazgeçmeyeceği iradesini ortaya koydu ve netice de ülkede meydana getirilen „onca kaos ve absürd senaryoya“ rağmen memleketi selâmete çıkarma noktasında büyük bir başarıya imza attı.

Bir kaç kez teşebbüs edilen darbe eylemleri sonunda soruşturmanın konusu haline getirildi ve eylül 2010 tarihli referandumdan sonra „askeri vesayetin“ önü alınmış oldu. Yani o tarihten itibaren siyasete ayar verme noktasında üniformalı zevattan ses çıkmadı. Ben de çoğunluk gibi tam da şimdi „demokratik“ bir ülke olacağız diye sevinirken bir de baktık ki bu defa sokak oyunları devreye sokuluyor. Bir kaç çapulcuyu yedeğine alan partili partisiz muhalifler sokaklarda kan dökerek, yağmalama yaparak iktidara diz çöktürmeyi denemeye koyuldular. Ancak dirayetli Başbakan bu olaylarda yer alan „çapulcuları“ kısa zamanda deşifre etti ve millet bir kez daha davasına sahip çıkarak sokak eşkıyasına pabuç bırakmayacağını ispatladı. İçerden harekete geçen muhalif ordular istedikleri sonucu alamayınca bu defa dışardan yardım istediler. Bu yardım elbette ki istihbaratçıların yapabileceği bir şeydi. Onlar zaten lojistik destek veriyorlar ama bir türlü yeterli olmuyordu. Neticede son çare olarak 40 yıldan bu yana besleyip büyütüp yeşerttikleri ve devletin kılcal damarlarına kadar soktukları „din baronu“ önderliğindeki „İsrail muhibleri cemiyetinin“ elemanlarına talimat verip işi bitirmelerini istediler. ABD merkezli ama İsrail kaynaklı bu yasa ve hukuk dinlemez marjinal ve „din soslu haşhaşiler“ kısa zamanda ülkeyi kaosa sürüklemek için en olmadık „iftira ve yalanlarla“ memleketi yangın yerine çevirmek için her türlü gayr-i meşru yollara da tevessül ederek büyük bir yıkım harekâtı başlattılar. Bu gözü dönmüş yıkım cephesi memlekete bazı kayıplar bile verdirdi. Ancak 30 mart tarihinde millet kendisini her şartta savunan „yiğit ve uzun adamı“ bir kez daha destekleyerek bu tavşan postuna bürünmüş çakal sürüsüne öyle bir şamar attı ki Pensilvanyadaki çiftliğin camları kırıldı. Camdan evi olanların başkalarının evini taşlaması ne kadar da ahmakça bir yaklaşım.

Devletin içine çöreklenmiş terör ve tedhiş yanlısı militanların bu yenilgi ile pes edecekleri düşünülmüyordu, nitekim öyle oldu. Son kozlarını da oynayacaklar. Şimdi bütün projeksiyonlar 10 ağustos tarihine çevrilmiş durumda. Askerlerden umudu kesen bu „ahlâk ve yasa tanımayan alçak güruh“ netice de polis ve savcı tezgâhı da işe yaramayınca bu defa „kara cübbeli“ adamlarını devreye soktu.

Kara Cübbeli Karanlık Adamlar

Bazı insanlar oturdukları koltuğa değer katarken bazı değersiz insanlar da otudukları koltuğun değerini katık ederler. Hani şu bizim Nasreddin Hoca`nın „ye kürküm ye“ darbı meseli gibi.

Önce Anayasa Mahkemesi (Partisi) genel Başkanı seçilmiş insanları davet edip ondan sonrada onları kürsüden „haşlamaya ve hatta dövmeye“ kalkıştı. Kara cübbenin arkasına sığınarak belaltı vurmaya çalıştı. Seçilmişlere karşı çok büyük bir edepsizlik yaparak kendi egosunu tatmine yöneldi.

Çok geçmedi bu defa daha önce „halksız Cumhuriyet partisinde“ parti meclisi üyesi olan ve şöhretlice de bir soyadına sahip olan Metin Feyzioğlu denen adam müsveddesi kendisine nezaketen verilen 20 dakikalık süreyi bile isteye aşmış ve „edepsizce“ bir konuşma yaparak sabırları kasten zorlamış ve sonunda „zılgıtı“ yemiştir. İçine asker kaçmış bir adam havasında ve „arogant“ bir şekilde sadece konuşmayan aynı zamanda hakarete varan bir konuşmayı devlet erkânının gözünün içine baka-baka seslendiren bu „edep fukarası“ zavallı herife Başbakan tamamen o anda gelişen ve canına tak ettiği için yerinden kalkmış ve haddini bildirmiştir. İşte budur Başbakan. Gelene ağam gidene paşam diyen Başbakanlar dönemi kapanmıştır. Siz halâ anlamadınız mı?

Vallahi şunu bilin ki ne kadar direnirseniz direnin mutlaka bunu öğreneceksiniz. Bu Başbakan öyle bir baro başkanı denen adamın galiz hakaretlerini „kulak arkası“ yapacak bir adam değildir. Çünkü o adam gibi adamdır.

Başbakan tam da milletin hissiyatına tercüman olacak bir şekilde bu terbiyesiz, yetersiz ve kifayetsiz adama haddini bildirmiştir. Şimdi televizyonlarda „ekran entel ve dantelleri“ yine Başbakana giydirmeye çalışacaklar. Olsun onlar zaten milletin menfaatlerini değil „müstevlilerin“ menfaatlerini önceliyorlar. Başbakanın gösterdiği bu „asil“ tavrı en içten duygularla ayakta alkışlıyorum.

Milletin emanetine sahip çıkanlara selâm olsun.

Baki Selâm ve Saygılarımla.

Ömer Erdem
Mainz/Almanya