1963’te yayımlanmaya başlayan ilk şiirlerinde (ilk şiiri Yelken dergisinde yayımlandı: Yorgun. Eylül 1963) İsmet Özel, günün hâkim edebiyat anlayışı içinde kalarak imgeyi merkez sayan bir tutumu benimsedi. Çok yönlü çağrışımlara açık, kelimenin bağımsız, kimliğini araştıran, bunu yaparken de insanın fert olarak yerini ve anlamını tespit etmeyi amaçlayan bir şiir kurma çabasına girişti. O günlerde Türkiye’yi özellikle düşünce planında kuşatan siyasi ve toplumsal hareketlilik şairi derinden etkiledi. Toplum karşısında duyulan sorumlulukta sanatçı sorumluluğunu iki farklı algılama alanı içinde düşünmüş olması yüzünden, daha ilk şiirlerini yazdığı yıllarda siyasi faaliyetler içinde olmasına rağmen bu davranışlarının izleri yazdıklarına yansımaz.
1965 yılından başlayarak sanatçı kimliği ile aksiyoner tavrı arasında bir köprü kurabilme çalışmalarına başladı. Bir donemi geride bıraktığını vurgulamak üzere ilk kitabi “Geleceğin Bir Koşu’yu” 1966’da yayımladı. Bu kitabı 1969’da ‘’Evet İsyan” izledi. Bu ikinci kitabında şair yüksek tonda bir ses düzeni ararken Marxist kuramının antolojiye ilişkin boyutlarını sorgulama kaygısını taşıyan bir şiir dünyasına yönelmiştir. Evet isyan yayınlanır yayınlanmaz politik yönsemeleri şiirin değerlerini sakatlamadan dışa vurabilme Özelliği ile sol görüşlü aydınların dikkatini çekti. Bu şiirlerde umut ve umutsuzluğun sürekli olarak birbirine geçiştiğini ve kesin çözümlerden ısrarla uzak kaldığını gözlemliyoruz.
1970 yılında Ataol Behramoğlu ile birlikte devrimci sanatı savunan “Halkın Dostları”
dergisini çıkardı. 12 Mart 1971’le başlayan askeri yönetim şair için muhasebe ve düşünme dönemi olmuştur: ‘”Düşündüm yaslanarak şehrin kasıklarına / düşündüm kafa kemiklerimi eritinceye kadar / nedir hu kölelerin olanca silahlar / silahların köleleri olmaktan başka”. 1974 yılında Müslüman dünya görüşünü yansıtan Diriliş dergisinde “Amentü” başlıklı bir şiir yayımladı. Şair böylece daha ilk şiirlerinden bu yana sürüp duran sorgulamanın düşünce planında bir karşılığını bulmuş gibidir. Fakat 1975 yılında yayımladığı Cinayetler Kitabı’ndaki şiirler erdiği hakikat içinde derinleşen bir Müslüman’ın olgunluğunu yansıtmaktan çok trajik bir çatışmayı belgeler.
“Devinim, Dönem, Şiir Sanatı, Papirüs, Türk Dili, Yeni Dergi. Halkın Dostları. Yazko Edebiyat, Yeni gündem, Adam,Sanat gibi dergilerden sonra 1981 yılından itibaren Sanat Olayı’nda yayınladığı şiirlerle Özel’in kendi şiir yapısı içinde yeni bir ses aradığı kadar ideolojilerin gürültüsünde boğulmuş ülke şiirinin çıkmazını da aşmaya çabaladığı görülür. Kendi şiir görüşünü açıklayan “Şiir Okuma Klavuzu” da bu yılların ürünüdür. Bu eser özellikle genç kuşak şairleri tarafından okunmuş ve Özel,in şiirleri kadar etkili olmuştur. 1970 sonrası şairleri üzerinde İsmet Özel’in büyük bir tesiri vardır.
İsmet Özel, “Yeni Devir. Mavera. Düşünce, Milli Gazete gibi dergi ve gazetelerde çıkan yazılarından bir kısmını kitaplaştırdı. Özellikle teknik, medeniyet ve yabancılaşma konuları ile İslam’ın günümüzde kavranışı-yaşanışı üzerine yoğunlaştırdığı düşünceleri; bilim ve bilim felsefesi hakkındaki araştırma ve yorumlamaları ile günümüz Türk düşüncesine yeni boyutlar kazandırdı. Bu eserlerinde dile getîrdiği meseleler ile şairliği kadar fikir adamı olarak yeni nesiller üzerinde etkili olmuştur. 1985 yılında yayımlanan “Taşları Yemek Yasak” adlı kitabı ile Türkiye Yazarlar Birliği tarafından “yılın deneme yazarı” seçildi.
ESERLERİ
Şiir: Geceleyin Bir Koşu (1966), Evet İsyan (1969) Cinayetler Kitabı (1975) Şiirler'(1980), Celladıma Gülümserken (1984), Erbain (1987), Bir Yusuf Masalı (1999).
İnceleme Düzyazı: Üç Mesele (1978), Şiir Okuma Klavuzu (1980), Zor Zamanda Konuşmak (1984), Taşları Yemek Yasak (1985), Bakanlar ve Görenler (1985), Faydasız Yazılar (1986), İrtica Elden Gidiyor (1986), Surat Asmak Hakkımız (1987), Tehdit Değil Teklif (1987). Waldo Sen Neden Burada Değilsin (1988), Sorulunca Söylene,”. (1989), Cuma Mektupları I-V (1989-1992), Cuma Mektupları 6-10 (1993-2003), Tahrîr Vazifeleri 1-12 (1902-1993), Neyi Kaybettiğini Anlamalısın (1995). Vel’ asır (1995), Tavşanın Randevusu (1999), Henry Sen Neden Buradasın (2004). (Mektup Genç Bir Şairden Genç Bir Şaire (1995)
“Halkın Dostları:” Sanat ve edebiyat dergisi, aylık (İstanbul Mart 1970-Temmuz 1971) 18 sayı çıktı. Sahibi ve sorumlu yönetmeni; İsmet Özel. Kurucuları: İsmet Özel, Ataol Behramoğlu.’Gerici sanata hücum” slogan ile yayım hayatına atıldı. Kendi doğrultusunda olmayan yazarları küçümsemesi ile tepki gördü. “Halkçı sanat”, “ulusal edebiyat ve. kültür” gibi kavramları marksist açıdan değerlendirmeye çalıştı. İstanbul sıkıyönetim Komutanlığı’nca kapatıldı. Dergide Murat Belge, Bedrettin Cömert. Ayhan Gerçekler, Ataol Behramoğlu, İsmet Özel; Bekir Yıldız, Nihat Behram, Asım Bezirci gibi şair ve yazarların imzalarına rastlanmakladır.
İSMET ÖZEL VE ŞİİR HAYATI
İsmet Özel, şairliğine bîr maliyet meselesi sonucunda başladığını söyler, yetişme yıllarında önünde açılan yolun bir sanat alnından geçtiğini sezinledikten sonra bu alanın şiir olduğunu saptar. Özel’in bu alanı şiir olarak belirlemesinde maliyetin yani para ile ölçülebilen cinsîn yanında, kendi kişiliğinden taviz vermenin yüksek maliyeti de etkili olur.
Özel, daha çocuk yaşında hayatını çekip çeviren büyüklere, desteklerine karşılık severek hizmet; fakat asla itaat etmemek anlayışını benimseyerek yetişmiştir. Bu duyguya ve anlayışa sahip olmasında, benliğine kök salmasında nelerin etkili olduğunu kendisi dahi bilememiştir.
İsmet Özel, taşrada çalışan bîr devlet memurunun çocuğu olarak, çok çocuklu bir memur ailesinin iki yakasını bir araya yetirme sıkıntılarıyla dolu bir çocukluk dönemi yaşamıştır.
Döneminde Türkiye Cumhuriyeti bürokrasisinin halk üzerindeki yılgınlık verici üstünlüğünü fark eder ve bunu bir aristokrat ruhu ile reddetme yoluna girer.Böylece toplum kurumlarına yönelerek itaatsizliğinin ilk pratik adımlarını atmış olur.Bundan hareket eden İsmet Özel, kendini toplumun bir parçası olarak görür iyilerin savunmasını cesurca ve taviz vermeden üstlenen bir aday olarak karşımıza çıkar. Özel, toplumsal kurumlara karşı çıkarken kimseden yardım almadan en iyi işi yapmak ilkesi ile hareket etmeyi kendine hedef edinir. Bunun için şiirin en elverişli alan olduğuna karar verir ve genç yaşında şiire yönelir. Şiire
herhangi bir akımın rüzgârına kapılarak yönelmemiştir.
Divan edebiyatı ile hececi şairlerden bir kısmını incelemiş, Garipçileri, C.Sıtkı Tarancı’yı ve F. Hüsnü Dağlarca ’yı okumuştur Bunun yanında lise son sınıfta arkadaşının edebiyata olan ilgisi sonucunda T.Uyar, E.Cansever, C.Süreyya, S. Karakoç, E.Ayhan, M.Eloğlu. Ü.Tamer, K.Özer gibi şairlerin o dönemde yazdıkları şiirleri de okuma fırsatını yakalamıştır. Ancak Özel hiçbir şairi taklit ederek kendi şiirini oluşturmamış yalnızca neyi yazdığını ön plana çıkarmaksızın yazmanın önemine inanarak şiir yazmıştır,
Özel’in ilk şiirleri 1963 yılında Yelken dergisinde yayınlanır. Bunu takiben Dost dergisinde T.Uyarın yaptığı şiir seçmeleri sonrasında birkaç şiiri daha yayınlanmıştır.
ŞİİR VE DÜZYAZI HAKKINDAKİ GÖRÜŞLERİ
İsmet Özel’e göre düzyazı, bir şeyi göstermenin en uygun, en verimli, en iyi biçimini bulmaya çalışırken, gösterilen şey ön planda tutulurken şiirde yalnızca görülecek şeyin bulunduğunu gösterme amacı vardır. Bu yüzden şiir bizi düzyazıda olduğu gibi gösterilmek istenen şeye(anlam alanına) çekmek adına dilden uzaklaştırmaz, anlamın dilde nasıl saklı kaldığını göstererek, dilin sırrına yaklaştırır.[1]
ŞİİR VE SANAT ANLAYIŞI
İsmet Özel Şiir Okuma Kılavuzu adlı kitabında şiirden yoksun bir edebiyat ortamının kof olduğundan söz eder. Şiirin hayatiyeti korumak için ortaya atıldığını ve şiir okumanın bir kılavuz gerektirecek kadar çetin bir iş olduğunu vurgular. Ona göre şiir; yaşanılan bütün çirkinliklere, kötülüklere, haksızlıklara rağmen insanda savunulmaya değer, canlılığı korunmaya değer bir şeyler olduğuna içten içe ve kesinlikle inanıldığı zaman serpilip çiçek açacaktır. Farklı yerlerde, farklı yaş guruplarında, farklı kültürel eğilimde olan ve birbirlerini çoğunlukla tanımayan insanların tercihlerindeki benzerliğin ve edebiyata bağlı ahlaklarında aynı ilke birliğini taşımalarında şiirin büyük bir gücü olduğuna İnanır. Yine Şiir Okuma Kılavuzu’nda şair, şiir okumanın yaralılığını ancak hayatlarında şiir için yer açmış insanların bileceğini söyler. “Şiir nasıl okunur?”, “şiir okumanın anlamı nedir?”, “şiir okumayı bize gerekli kılan hakikat nedir?” gibi soruların sorulmadan şiir okumanın yararsız bir etkinlik olduğunu savunur. Bizim şiir okuma isteği duymamız, yokluğunu hissettiğîmiz bir şeyleri tamamlamak, bir zorluğu gidermek ve nihayet bir doyum sağlamak içindir, görüşüne bağlıdır. Şiir insanın bütüne olan özlemi duygusuyla ortaya çıkar ve şiir okuma isteğimiz bu bütüne, bütünümüze, bütün içindeki yerimize varma zorluğunu yenme isteğimizle doğar. Şiir bu anlamda yerine getirici bir silah olma özelliği taşır. İsmet Özel, şiiri bu dünyada insanın kendini tanıyabilmesine imkan veren, ayrıca insanın kendisi hakkında ona bilgi veren bîr tür olarak nitelendirir. Şair; şiir beşeri bir sestir, o insan sesidir ve hemcinslerine seslenerek içinde taşıdığı bir parça mesajı iletir[2], görüşüne bağlı kalarak şiirlerini kaleme almıştır. Şiiri bilim, felsefe, edebiyat ve konuşma dilinden ayıran şeyin şiirde yer alan sözlerin, kelimelerin sırf kelime, sırf söz oldukları için dahi önem kazanmaları olduğunu söyler. Ona göre şiir, dil aracılığı ile dilin anlatım olanaklarının aşılmasıdır. Şairin kendi biricikliğinden kaynaklanıp bütün insanlara ulaşan bir alana işaret ettiğinde şiir şiirdir. “Şiir başkaldırının sesidir ve şair aykırı olan kimsedir.” Şair bu görüşün savunuculuğunu üstelenir tarzda şiirler kaleme almıştır.
İsmet Özel’e göre, sanat eserinin doğmasında onları etkileyen şartlarla bağları ne kadar sıkı olursa olsun, o eseri ortaya koyan sanatçının özel ve özgün, kasıtlı ve iradi biçim verme durumudur. İsmet Özel’e göre, sanat eserinin iki sahibi birden olamaz. Bu şartlarda nasıl olsa bir sanatçı çıkacaktı diyemeyiz. Sanat eseri keşfedilmek üzere bir yerde bekliyor değildir[3] görüşündedir.
İsmet Özel, insanın kendi doğrulan ile dış dünyanın doğrulan arasındaki uyumsuzluk durumunu yaşadığı zaman şiire başvuracağını söylemesi, onun mistik bir sanat anlayışına sahip olduğunu bize yansıtırken, ayrıca insanın kalabalıklar içinde yalnız kalan bir birey olarak görmesi ve insanın bu yalnızlıkla şiir okuduğunu ifade etmesi bakımından İkinci Yenicilerin şiir anlayışları ile benzerlik oluşturmuştur.
O şiiri benimsenen bir düşüncenin, bir ideolojinin terennüm, ifade aracı olarak görmenin karşısında duran bir şairdir. Çünkü bir dünya görüşünün taşıyıcısı, kaynağı olan metin artık şiir değildir bir düşünceyi dile getirmede düz yazının sağlamlığından bahseder. Bu yönüyle Cumhuriyet dönemi bağımsız şiir anlayışını savunan gruplar ile de sanat anlayışı bakımından benzerlik gösterir.
İsmet Özel şiiri vezin, kafiye, mısra düzeni, musiki gibi biçime bağlı bir öğe şeklinde algılamamak gerektiğini söylemekle birlikte musikisi elinden alınmış, imaları açıklığa kavuşmuş düzgün bir söz dizimine ulaşmış bir metnin de şiir olmadığını savunur. Aynı zamanda şiirin kapalı bir ifade olduğunu savunurken öte yandan bu görüşüne karşı çıkarak birbiri ile uyuşmayan iki görüş savunmuştur. Bu yönüyle çelişkili bir tutum sergilediğini söyleyebiliriz.
İsmet Özel şiirde simgeye, sembole, şekle ve sese önem vermez. Zaten şiiri bütünüyle bîr başka şeyin simgesi olarak da görmez. Çünkü şiirdeki dilin bir varlık kazanarak gerçeği şiire taşıyan bir kuruluş olduğuna inanır. Dolayısıyla şiirde dil başka bir şeyin yerini tutmak üzere yoktur.
“Şiir, neyi simgelediğini bilmeden ve nevî simgelediğini bildiğimiz zamanda anlamlı oluşundan bir ses kaybetmeyen metindir. “‘Bu yönüyle şair sembolist şairlerden de ayrılmış olur.İsmet Özel şiirde gelenekçi veya ilerici eğilime sahip şairlerin hazır düşünme kalıplarını yıkmadıkları sürece gerçek parıltıyı ele geçiremeyeceklerini söyler. Şiir okuyanlar içinse, hazır bulunan anlayışlarının dışına çıktıkları zaman şiir yoluna herhangi bir şey sağlama durumuna geçebileceklerini ifade eder. Bu yönüyle şair ne gelenekçi ne yenilikçidir.
Şair , “şiirimin konusu, teması yoktur” der. Çünkü şairin ve şiir okurunun şiirde buldukları kendi kıvılcımlarıdır yani kendi anlam yüklemeleridir sözcüklere. Şiirde örnek verilen şeyler, sözcükler olsa olsa şair ve şiir okurlarının bu kıvılcımlarını onaylar ama hiçbir doğruyu savunmaz. Böyle olduğu için de şiirleri temalarına göre sınıflamak yararsızdır, der. Aşk süreri, savaş şiirleri, gecekondu şiirleri, metropol şiirleri olmadığı gibi devrimci şiir, İslami şiir de olmaz.[4]
EDEBİ KİŞİLİĞİ VE BUNA ETKİ EDEN FAKTÖRLER
İsmet Özel, insan araştırmasının bir dalı olarak nitelendirdiği şiire emek vermeye başladığı dönemlerde Batı edebiyatını da takip etmiş ve kendi ülkesindeki edebiyatla da kıyaslamalar yapmıştır.
Türkiye’deki edebiyatın ülkenin siyasi çalkantılarının iniş çıkışlarına sıkı sıkıya bağlı olmasından ve ülkedeki siyasi değişmelerin tepeden inme şekli ile kabul edilmesinden şikayetçi olan Özel, şiiri kendine temel uğraş olarak seçerken
siyasi ve toplumsal her tur konuyu şiirinin dışında tutmuştur. O, şiirin gündelik düşüncelerin birebir karşılığıyla uyum içinde olması fikrine karşı çıkmıştır. “Gündelik hayal şiiri öldürüyorsa, zedeliyorsa, şiir de gündelik hayatı öldürmelidir”[5] fikrinden yola çıkan Özel, şiiri verilen şanlarda en iyisini yapma niyetinin bir sonucu olarak nitelendirir. Gündelik düşüncelere ve gündelik hayata karşı çıkarak, şiirin gündelik hayatı öldürmesi gerektiği düşüncesine bağlı olan İsmet Özel, Müslümanlığı gündemine sokan öğenin yine şiir olduğunu söyler.
Özel’in içinde yaşadığı ailede kendisinden büyük beş kardeşinin eğitim görüyor olması ve Cumhuriyet rejiminin ilk dönemlerindeki eğitim düzeylerinin havasını solumuş olması edebi kişiliğinin temellerinin atılmasına zemin hazırlamıştır. Daha önemlisi, içinde kitaplar bulunun bir evde bulunan Özel’in, her türden kitaba merak salmış olması da edebi kişiliğinin oluşmasında etkili olmuştur.
Özel’in çocukluk ve yetiştirme yıllarında karşılaştığı anlayışlar içinde Müslümanlık ağırlıklı bir yere sahip değildir. Müslüman bir ailenin çocuğu olmasına rağmen ebeveynleri tarafından dindar yetiştirilmek gibi Özel bir çabayla da karşılaşmamıştır. Bu nedenle Müslümanlık onun gündeminin dışında kalmıştır. Ancak Özel, şiiri kendisi için esas uğraş edinmeye karar verdiği zaman da düşüncesine bir dayanak arama isteğine kapılır ve inandığı şeylerin bilgisini edinmeye yönelir. Bunun içîn Kur’an-ı -Kerim’i okumaya başlar (1961). Bu yıllarda dini düşüncenin nitelikleri hakkında bilgilenme sağlamamış olduğundan büyük bir düş kırıklığı yaşar. Kur’an-ı Kerim’de aradığını bulamamanın hissini yaşayan Özel, din aleyhtarlığının insan için en uygun tutum olduğu sonucuna varır.Ona göre; “Her türlü din insan zihninin geliştirilebilir ve işlenebilir tarafına yönelmiş bir terördür.[6]” Bu düşünceden hareketle Özel’in, şiir yazabilmenin ön koşulu olarak ‘şairin uyanıklığını” ön plana çıkardığını görmüş oluruz. Şairi ayık tutmanın imkanını ise dînden uzak kalmakla açıklayan Özel’de dinin bütün görünümlerinden uzak bir tulum geliştiği gözlenir.
1960’lı yıllarda yaşının gereğine uygun şekilde dünyaya merakla, heyecanla bakmaya başlayan Özel, Türkiye’de çok sayıda insanın ilgisini çeken Varoluşçuluk, Marksizm, Psikanaliz, Sürrealizm gibi akımlarla tanışıp ve bunları okuyarak, araştırarak ve tartışarak öğrenir.
1960 döneminin Türkiye’de sol düşüncelere ve sosyalizam tezlere hürriyet getirmesi İsmet Özel’in sosyalizam düşüncelere meyletmesine olanak tanır. Sosyalist yazarların dönemde uğradıkları kovuşturmalardan etkilenen İsmet Özel, doğru bildikleri yolda sıkıntıya katlanan bu yazarlara büyük bir değer vermeye başlar. Döneminin toplumsal ve siyasi olaylarıyla yakından ilgilenir. Bu sırada okuduğu Siyasal Bilgiler Fakültesi Fikir Kulübü’nde, benzeri gençlerle etkin görevlerde bulunur. Fikir Kulübü adı altında sosyalist söylemlerle etkili konuşmalar yapar. Özel bu konuşmaları üst perdeden lafazânlık şeklinde yapar. Bu dönemde siyasetin ne teorisi ne de pratiğine karşı aslında derin bir ilgisi bulunmamaktadır.
1963 yılında arkadaşı Ataol Behramoğlu’nun etkisiyle TİP’e (Türkiye İşçi Partisi) üye olur. Bu üyelik döneminde şiir yazmaya devam eden İsmet Özel’in şiirleri “Yelken” dergisinde yayınlanır. Şiirleriyle yüz yüze gelenlerin dünya ile ilgilerinde yeni bîr açılımı, bir rahatsızlığı fark etmeleri için imgeye dayalı şiirler yazar. Şiirini oluştururken onun devrimci niteliğine, önem veren Özel aynı zamanda devrimin şairi olmak zaafına da düşmemeye özen gösterir.
1966 yılının siyasi gelişmeler bakımından yoğun bîr yıl olması sonucunda Özel’in kendi içinde iniş çıkışlar ve burukluklar doğduğu görülür. Değişen dönemin şartlarına bağlı kalınarak insanlarda sürekli olarak kalabilecek, insanın içinde her türlü dalgalanmadan etkilenmeyecek bir mutlak aramaya başlar.
1969 sonbaharında sakıncalı er olarak yaptığı askerlik dönüşünde, siyasi yozlaşmanın arttığı, bîr kariyerizm batağında çırpınan çok sayıda sosyalistin olduğunu görür. Siyasi olayların yüzeyselleşmesine rağmen Özel mihverini (derinlik) arama konusundaki ısrarını sürdürür. Bu arayış içinde şiirin sağlam bir kalkan olduğu görüşüne sıkı sıkıya bağlanır.
İsmet Özel, 26 yaşındayken 12 Mart 1971 muhtırasıyla gelen askeri müdahale sonucunda zihnini meşgul eden meselelere farklı bîr bakış açısıyla bakma imkânı bulur. O zamana kadar İsmet Özel, düşünülmüş olanı yürürlüğe koyduğunu, bundan sonra nasıl düşünüleceğini bilmeyi göze almayı kendisi için tatmin edici bir nitelik olarak belirler. 1971 yılına kadar dünya görüşlerinin dayandıkları teorileri hesaba katarak, soruşturan özelliğe sahip şiirler yazan Özel bundan sonra, kendi düşündükleri üzerinden şiir yazma amacı güder.
Sıkıyönetimle toplum üzerindeki baskının artması, bir yasaklar döneminin yaşanıyor olması, insanlar arasında kendini güvenlik içinde hissedememe duygularının yayılmasında etkili olur. Kendini güvenlik içinde hissedemeyen insanlardan birisi de İsmet Özel’dir. İsmet Özel, hep korku ve tedirginlik içinde olmadan yürüyebileceği bir yol davranışlarının doğruluğu karşısında güvenli bir ortam arayışına girer. Bu arayışı sonunda İslami itikadın Allah inancına ulaşır. Müslüman, olmakla içine düştüğü yalnızlıktan ve modern bîr insan olmaktan kurtulduğunu düşünür. İsmet Özel’in bu dönemde kaleme aldığı şiirlerinde de bu yalnızlığın ve geçiş aşamasının izleri vardır. Özel İslami düşüncede edebiyat dünyasında önemli bir yere sahip Sezai Karakoç ile tanışır. Özel, sosyalist olarak ulaşamadığını anladığı hedeflerin, Müslüman olarak ulaşabileceği kapanına sıkışması ile Yeni Devir gazetesinde günlük fıkralar yazmaya başlar. Yazılarında İslami mücâdeleden, Türkiye de ulaşılması dilenen İslami hayat tarzının meselelerinden söz açar. 1977-1979 yıllarında Türkiye’deki Müslümanlık meselesini ne şekilde anlatabileceğini bilememenin verdiği tedirginlikle günlük fıkra yazarlığına ara verir. 1980 askeri darbesinin yaşandığı dönemde Yeni Devir gazetesinde tekrar fıkra yazarlığına başlar. Bir yıl burada gazete yazarlığı yaptıktan sonra 1984 yılında bu gazetede kaleme aldığı yazılarını “Zor Zamanda Konuşmak” adlı kitabında toplar.
“Zor Zamanda Konuşmak” sadece askeri rejimin baskılarını anıştırma çabasıyla kitabın adına yakıştırılmamıştır[7]. Yazarın “zor zaman”dan algıladığı şey dünya şartlarına teslimiyete varan insanın yılgınlığı ile İlgilidir. Bu eser, Müslüman olsun olmasın Türkiye’de yaşayan ve okuma yazma dünyasıyla bağlantısı olan herkese ulaşabileceğini düşündüğü yazılarının bir araya getirilmesinden ibarettir. Yazarın buradaki amacı, içinde yer aldığımız ülkenin ve medeniyetin birçok meselesine Müslüman bir yazarın hangi yaklaşımla eğildiğini dosta düşmana gösterme çabasıyla sınırlıdır.
Özel’e göre Müslüman olarak ilk görevimiz kendimiz gibi Müslüman olan kişilerin bizim eylemlerimiz dolayısıyla tehlikeye düşmelerini önlemektir. Bu ilkeden yola çıkarak herkesin kendi konumunu ve durduğu yeri iyi bilmesi gerektiğinden söz eder. Bu anlayıştan hareketle “Üç Mesele”, “Taşları Yemek Yasak”, “Cuma Mektupları”,
“Tahrir Vazifeleri”, “Faydasız Yazılar” gibi belli başlı eserlerinde kendine muhatap olarak aldığı (bilhassa Müslüman) okuru ile bir bağ geliştirerek bu konumu onlarla birlikte kurmayı amaçlamıştır.
Müslüman dünya görüşüne bağlanan yazar, gördüğü haksızlıklar karşısında haksızlığa uğramayı tercih eden tarafta yer alır. Buna bağlı olarak haksızlığı işlemek veya haksızlığı ortadan kaldırmak niyetinde olmamıştır. Ancak Türkiye’de yüzyıllar boyunca doğru ve haklı uğruna birçok mahkûmiyeti göze alan insanların arasında yer almak gayesiyle ve okurları arasında da bu insanların bulunduğuna dair taşıdığı inançla İsmet Özel kendini bir siper olarak ortaya koyar[8]. “Surat Asmak Hakkımız” ile otoriteye ya da kendini otorite yerine koyan unsur karasında tapılacak bir şey ya da yapılması gereken bir şeyi ele alan yazar bu eserinde politik bir tavır sergiler. Yine “Zor Zamanda Konuşmak” adlı eseriyle haklı olmayan otoriteyi ve kurumları tecrit etmek biçiminde ele alarak aynı politik tavrı sürdürmüştür. “Tavşanın Randevusu” adlı eserinde ise trajik halimizi komik kılan çözümsüzlüğün vehamet derecesini ele almış ve eseri bir ümit ışığı taşıma mecburiyetine büründürmüştür.
Şairin eserlerinde derin düşünmeye ve sorgulamaya dayalı uzun cümlelerin kurulu olduğunu, üslubunun Batı’nın etkisinde kalınarak eserlerine yansıdığını görmekteyiz. Biraz da anlaşılır olmanın dışında bir amaç taşıyan İsmet Özel’in, eserlerinde bu amacı gerek kullandığı Batı tarzı kavramların çokluğu gerekse kendisi için yazdığı anlayışı ile hayata geçirdiğini görürüz. Yazara göre sanat hep aslı aramaktı ve sanatçılar için “ben neyim” sorusu temel soru olarak alındığı takdirde aslı arama diye bir şeyin söz konusu alabileceğini savunur. Yazar dili özenle kullanmaya gayret eder. Gerek şiirlerinde gerekse diğer eserlerinde kurduğu cümlelerde sözcükleri bir süzgeçten geçirerek ayıklamaya tabi tutar.
İSMET ÖZEL VE ÜÇ MESELE
Yazar “Üç Mesele” adlı kitabında genel olarak üç kavram üzerinde durmuştur. Bu kavramlar teknik, medeniyet ve yabancılaşma kavramlarıdır. Özel bu kavramlara “Müslüman’ca bir tutum” geliştirmiştir. Özel, teknik, medeniyet ve yabancılaşma kavramlarıdır. Önce batının onlara yüklediği anlam çerçevesinde değerlendirmekte, eleştirmekle ve sonra bu kavramlara karşı İslami bir tutum önerisi geliştirmeye çalışmaktadır. Batı medeniyetinin tüm dünyanın kaçınılmaz sonu olduğunu ifade eden Özel, Batı medeniyetinin bir çözüm olmadığının gittikçe anlaşılmakta olduğunu vurgularken bir yandan Batı medeniyetinin yaygınlık gösterdiğini, diğer yandan savunduğu değerler bakımından yaşlanmış ve itibarını kaybetmiş olduğunu vurgulamaktadır. Balı medeniyetinin hakimiyetinin nedeni ilk ve arla eğitimin batılı anlayış içinde düzenlenmesidir.
Müslümanların medeni olmadıkları zamanda İslamiyeti en güzel şekilde yaşadıklarını, medeni oldukları zamanlarda ise İslam’dan uzaklaşma örneklerinin toplumda yaşandığını söylemiştir. Geçmişle, medeniyet denilen dönemlerde akıl, töre ve İslam’ın bileşkesi olmuştur. Medeniyetin gayri İslami bir düzenin İfadesi olarak tanımlayan Özel’e göre, Batı’nın sözünü etliği medeniyet insanı uzaklaştıran, bir grubun diğerini sömürmesine yol açan, sınıflamayı doğuran, maddenin hayatın her alanına hakim olmasına zemin oluşturan ve İnsanları hayvanlaştıran faktörlerin bir bütünüdür.
Özel’e göre İslam bir medeniyet arayışında değildir. Sadece Allah’ın hakimiyetinin tanındığı bir düzen arayışının içerisinde olunmalıdır. Ona göre Müslümanlar günü kurtarma endişesini bir tarafa bırakıp içinde kalınan tüm kültürlerden sıyrılıp Kur’an’a dönülmelidir. Böylece radikal bir söylem geliştirmektedir. Özel’e göre teknik, yalnızca makine veya mekanizma değildir. Yapısı ve kullanımıyla insan hayalını ve hayat anlayışını etkileyecek konumdadır.
Bilim ve teknik karşısında bir şair olmanın yanında bir fikir adamı olan Özel’in Müslümanlara getirdiği öneri şudur; “Öncelikle İslam devletinin söz konusu edilebilmesi için ‘teknoloji üstünlüğü’ gerekli değildir. Bunun yerine Müslümanların tek tek kalitelerini geliştirmeleri gereklidir. İslam devleti sonunda kendine uygun maddi kuvveti de üretme fırsatını yakalamış olacaktır[9].”
Batı mükemmel insanı savunarak bir hümanizm felsefesi yapar. Burada insan Tanrı’ya ihtiyaç duymaz. İsmet Özel bu savunmanın insanı yabancılaştırdığını söyler. Ona göre Batı, hümanizmi ileri sürerken, yabancılaşmayı kötülerken bu felsefesiyle savunduğu hümanist tezi geçersiz hale sokmuş olur. Değer yargılarının üzerine çıkmış ve onu yönlendirmeye kalkışan bir yabancılaşmayı Müslüman için ‘özlenir’ gördüğünü ifade eder. Yazar, Batıyı eleştirirken Batı’nın düşüncelerini temel almış, Kur’an’a nadiren başvurmuştur. Bu yönüyle İslam dünyasının düşünce yapısına hitap ettiği söylenemez çünkü üslubunun anlaşılabilmesi için kullandığı kavramların bilinmesi gerekir. Oysa Ulam dünyası bu Batı’lı felsefi temellerden kopuk durumdadır.
Özel Batı düşüncesini o düşünceyi üretenlerin kendi dilleriyle yazdıkları eserleri okuyarak öğrenebilmektedir. Bîr yandan İslam’ı en temelden ilk kaynaklarından anlamamız gerektiğini vurgularken diğer yandan hiçbir Orijinal Arapça kaynağa başvurmamaktadır, İslami çerçeve de gösterdiği birkaç kaynak bile tercüme eserlerdir kî muhtemelen nakledilen ayetler de tercüme metinlerden alıntılanmıştır. Ona göre İslam İlk pratiği sırasındaki özünden zaman içinde değişik oranlarda uzaklaşmıştır. Şimdi yeni bir İslam arayışı söz konusudur. Özel bu arayışa girişir. Ancak onun önerdiği metod da yine insan aklının ve töresinin dışında bir metod değildir. İsmet Özel, sorunları kökten kavrayıcı bir yaklaşım sunabildiğini, ama çözüm önerileri için bunun söylenemeyeceğini ifade ederken kendisini mazur da görmekledir. Diğer yandan ise İslam’ın tüm sorunların çözümü olduğunu da İfade etmektedir. Yapmaya çalıştığı yine de İslam’ın nasıl hayata geçirileceğine ilişkin bir şeyler önermektir. Ama önerilerinin somut olmadığını sadece bulanık bir çözümsüzlüğe götüren bir mantıksal örgü sergilediğini görürüz.
Düşüncelerinin kendi İçindeki tutarlılığına rağmen ulaştığı çözümsüzlük onun eleştirdiği Batı felsefesinin ulaştığı sonuca benzemektedir.
Özel’in tutumu oldukça ütopiktir. Batı’yı tümüyle tanrıtanımaz bîr felsefenin ürünü olarak görmekti; ve İslam’ı bunun tam karsısına yerleştirmektedir, İsmet Özel, Müslüman için içinde bulunduğu düzen bir zorun Suluktur görüşünü savunur. Özel, Müslüman ile içinde bulunduğu düzen arasındaki uzlarının aklen kabul edilebilecek bîr uzlaşı olmadığını vurgularken diğer yandan ise hayata yabancılaşmış, bireyselleşmiş siyasal ve sosyal düzene karşı bir Müslüman tipini üretmeye çalışmıştır. Diğer bir yansıma ise “kabul-red” arasında bocalayan, kesin tutum çözümüne ulaşamayan bir insan tipi üretilecektir.
CUMA MEKTUPLARI
Özelin uzlaşmaz tutumunu “Müslüman” anlayışında görebiliriz. Genellikle “Müslüman” dediği zaman “benim gibi düşünen Müslüman” anlamında kullanır gibidir. Bir yazısında 1. sınıf ve 2. sınıf diye bir
Müslümanlık ayırımı yapmaktadır (başka bir yazısında ehlileştirilmiş-militan uzlaşmayan Müslüman ayrımı yapıyor). 1. sınıf Müslümanlar 1) sadece İslam ilkelerini gütmeyi hayatlarının 1. meselesi yapan ve 2) bu ülkede Müslümanların haklarının bütün boyutlarıyla tanınabildiği bir zamanın geleceğine inanan ve 3) bu uğurda çalışmayı hayatlarının en önemli uğraşısı yapanlardır. 2. sınıf Müslümanlar dünyanın halini veri kabul eden, hayatlarının İslam ilkelerinden başka etkenlerce düzenlenmesinden büyük bir rahatsızlık duymayanlardır (Cuma Mektupları I. s. 100, Kara, s. 652).
“Kâfir” sözcüğünü kimi kez kendisi gibi düşünmeyen Müslümanları da kapsayacak biçimde, kimi kez de salt Hıristiyanlar, Batılılar için kullandığı izlenimi edinilmekledir. (Kâfirin Müslüman olmayanlar için kullanılması halka özgüdür. Asıl, Tanrı’yı yadsıyanlar için kullanılır.) Bir röportajda bir tanım denemesi yapıyor. Kıble ehline kâfir denemeyeceğini söyledikten sonra, namaz kılanların, devamlı kılmasalar da kâfir sayılamayacağını belirtiyor. Faka! hemen ardından kâfiri “kıblesi benimkinden farklı” birisi diye tanımlıyor. Hoşgörüsüzlüğü açık olmakla birlikte, sınırları pek de belirgin sayılamaz (Kara, s. 656).
Özel, uygarlık ve tekniğe de İslamiyet adına meydan okur. Müslüman olanın İşi yalnızca Allah’ın yolunu izlemek olmalıdır. Uygarlık diye bir tasası olamaz. İslami mücadeleyi bir uygarlık mücadelesi olarak anlarsak uygarlık bakımından parlak olan Abbasi, Endülüs, Osmanlı gibi dönemleri örnek alabiliriz. Oysa bu dönemlerin birçok yönleri uygar, fakat İslamiyet’e aykırı olabilir. Öte yandan milliyetçi ve sosyalist anlayış tekniği bir insan egemenliği aracı olarak değerlendirirken, Müslümanların tekniği kulluk haddinin aşılmasının bir belirtisi. Tagut (şeytan ya da put) olarak görmeleri gerekir. Mevcut haliyle Batı tekniği İslami yaşayışın örgüsüne giremez. Bilime gelince, Allah’ın kurduğu düzenin hikmetini kavrama çabasıdır? İnsanın bilime vukufu Allah’ın lütfettiği bir zenginlik. Oysa hümanist Batı düşüncesi bunu gurura dayanak yapmak, mutlak bilgiye varılacağı iddiasındadır. İlerleme düşüncesi de “zorbalığın haklılaştırma isteğinden” başka bir şey değildir. Müslüman ilerlemeye aldırmaz, çünkü onun gelecekte daha mükemmel bir insan tipine, daha üstün bir Müslüman’a ulaşmayı düşünmesi olanaksızdır. Üretim denilen çılgınlığın dünyaya ya da insanlığa kattığı bir şey yoktur (Kara, s. 600-2, 610, 615-21,630).
Her şeye rağmen, yazar Türkiye’ye özel bir önem vermektedir. Zira Türkiye bağımsızdır. Ayrıca bir tek burada devletin İslami kimliği açıktan reddedildi. Dolayısıyla ancak bu ülkede İslami bir hayatın inşası görünen bir sorundur. “Müslüman” olmak bir kimlik belirtisidir. Sömürgeleşmiş Müslüman ülkelerde İslami bir görüntü varsa da içi çürümüştür (Kara, s. 649-51). Yazar düşüncesine herhangi bir somutluk vermekten kaçınmakla birlikte hilafet (hatta saltanat) istemektedir. Hilafet insanın yeryüzünde bulunuş amacına ve kültürel siyasal çerçevelerine açıklık getirecektir. Bütün Müslümanların bir tek siyasal karar odağına göre (adı hilafet ya da saltanat olsun ya da olmasını faaliyet göstermesi bir gereksinimdir. Bu düşüncelerden de anlaşılacağı üzere, Özel demokrasiye hiç de sıcak bakmıyor, ama “Müslümanlığın” bir özgürlük olduğunu savunuyor. Cezayir’de “Müslümanların” demokrasi öldürüldü diyecek halleri olmadığını, çünkü programlarında demokrasiye yer vermediklerini rahatça itiraf ediyor. Ona göre Türkiye’de büyük çoğunluğun en önemli özelliği düşünmemektir. Hilafetin bir yararı da demokrasinin en büyük sakıncası olan “cahil halk yığınlarının” yönetimi bozmasının ya da de-mogoglarca yönlendirilmesinin önüne geçmesi olacaktır (Kara. s. 676-9, 681,659,685).
Özelin başkalarına özgürlük tanımak konusunda hiçbir cömertliği söz konusu değildir. Sözlerinin geçtiği yerde komünistlere örgütlenme olanağı vermeyi reddetmektedir. (Özel’e göre Türkiye’de sosyalizm yoktur ya da olduğu ölçüde “Kemalizmin kayınbiraderidir.”) Türk Ceza Kanununun komünizmi yasaklayan ve pek ağır yaptırımlar içeren 141 ve 142. maddelerinin kaldırılmasına da karşıdır (Cuma Mektupları I, s. 106.) Voltaire’in başkalarının düşüncelerini açıklama özgürlüğünü savunmak yükümlülüğüyle ilgili ünlü sözünü reddediyor. Laiklik Hıristiyanlık içinde bir öğretidir, o da bize yaramaz. Feminizm bir fesattır, zira kadının ve erkeğin yeri ayet ve hadislerle bellidir. Savaş aleyhtarlığına, anti-militarizme “erkek özelliklerinin” reddi olarak, cihat düşüncesini silmeye çalışan bir hile olarak bakmaktadır. Böyle şeylere “ikinci sınıf kafalar” inanırdı. “Bize” savaşçılık bilinci gerekirdi. (Kara, s. 660, 663, 666, 689, Cuma Mektupları I, s. 108).
Şair – yazar İsmet Özel, ‘Allah’ın Türkleri diğer milletlerden üstün yarattığı” görüşünü 27 yıldır savunduğunu söyledi.
İsmet Özel “Türkiye’nin bu potansiyele sahip olduğuna inanıyorum” inanıyorum” dedi.
Türk edebiyatı dergisinde yayımlanan röportajında Allah’ın Türkleri diğer milletlerden üstün yarattığını bu yüzden Türklerin üzerinde daha büyük bir yükün olduğunu, söyleyen İsmet Özel. bu tespiti nasıl yaptığını Milliyet’e şöyle anlattı:
‘Dış’ Türk, ‘iç’ Türk
“Yaratma dediğimiz olay, sona ermiş değil. Türkler dîye bir şey varsa, bunun da hâlâ yaratılıyor olması lazım. Allah Türkleri diğer milletlerden üstün yarattı’ cümlesini sarf etmemin sebebi, dünyada mevcut yaşama düzenine alternatif olabilecek yaşama düzeninin, ancak Türklerin elinden çıkabileceği tezine dayanıyor.
“Türk”ten kastının, Türkiye Türkleri olduğunu kaydeden özel, “Türkiye sınırları dışındaki unsurların Türklüğünü bu meselenin içine katmıyorum. ‘Dış Türkler’ tabirini biz sadece Türkiye’de kullanıyoruz… Dışarıdakiler kendilerini Türk diye sayıyorlarsa, göndermelerini Türkiye’ye yapmak zorundalar” dedi.
Açılıma inanmıyorlar
Türkiye’den yeni bir açılım doğabileceğine inanan entelektüeller olmadığını kaydeden Özel. “‘Tüm toplumda bu konuda bir konsensüs olması lazım. Ben var olan ruhun keşfedilmesi ve kıymetinin bilinmesi gerektiğini söylüyorum. Yoktan var etmek Allah’a mahsus. Türkiye’nin bu potansiyelinin olduğuna inanıyorum. Bunun da fark edilmesini bekliyorum” dedi.
Hegemonyayı aştık
Türkler dışında, üstün yaratılan başka topluluk bulunmadığını savunan özel, şöyle konuştu: “Türk olarak varlığımız, dünyada benzersiz bir tavrı yansıtmamıza bağlı. Benzersizliğimiz, eğer varsa üstünlüğümüz dünyada yürürlükte olan hegemonyanın dışına çıkabilme gücünü göstermiş olmamızdır. Mesela bunu İstiklal Harbi’yle ortaya koyduk.”
ŞİİR TAHLİLİ
İkinci Yeni anlayışının etkisi altındaki ilk şiirlerinde “özgün duyarlığın”, “gözü :k ve yeni bir imge dünyası’nın (A.Behramoğlu) göre çarptığı, daha sonraki şiirleriyle “toplumcu gerçekçi akımda daha önce rastlanmayan bir çizgiye” (Ş. Kurdakul) ulaştığı, “devrimci anlayışa benzeri görülmemiş örnekler” (M.Fuat) kazandırdığı ileri sürüldü[10].
Gerek “Evet İsyan” da
gerekse “Cinayetler Kitabı”nda hem siyasi teminolojinin hem de şiiri kuran düşüncede hayatla her gün yüz yüze geldiğimiz meselelerin ağır bastığını görmekteyiz. Ancak 1980 yılında yayınlanan “Şiir Okuma Kılavuzu” başlıklı denemesinde şiirle politika arasında doğrudan bağ kurmaya muhalif bir tutum içinde olduğunu görürüz. Bu şairin savunduğu şiir anlayışı bakımından bir uyuşmazlık durumu yaratır. Örneğin;
Sevgilim Hayat
……………
Mahmur bir tohumdun delikenlı bağrıma.
Ve hatırlıyorum lokavt vardı
bezgin fabrika düdüklerinin
senin kalbini kakıçlardı.
Tomarla muştuyu omuzlayarak genç adamlar
polisin sevmediği genç adamlar sokaklarda
patronları kudurtan gazeteler satarlardı.
Ey şehre başaklar
militan ruhlar ekleyen hayat!
Gün turuncu bir hayalet gibi yükseliyorken
izmarit toplayan çocukların üstüne
çekleri imzalanıyorken devlet katlarında faşizmin
……….
çünkü bir savaşmasak
Uzak Asya’dan çekik gözlerimiz
Küba’dan kıvırcık sakallarımızla
savaşmasak
güm güm vurur mu kömürüm kalbi Kozlu’da Keşan’da ümüğüne basılır mı vahşetin
(Cinayetler Kitabı)
Kanla Kirlenmiş Evrak[11]
Karanlık sözler yazıyorum hayatım hakkında.
Aşklarım, inançlarım işgal altındadır.
tabutumun üstünde zar atıyorlar cebimdeki adreslerden umul kalmamıştır toprağa sokulduğum zaman çapa vuran adamlar
denize yaklaşınca kumlar ve çakıl taşları
geçmiş günlerimi aşağılamaktadır.
Karanlık sözler yazıyorum hayatım hakkında.
Ve rüzgar buruşturuyor polis raporlarını
kadınlar fazlasıyla günaha giriyorlar
bazı solgun gömleklerin çözük düğmelerinden
çelik tırpan gibi silkiniyor çocuklar
denizin satırları arasında.
Gece arsızca kükrüyor paslı beyninde şehrin
küfre yaklaştıkça İnancım anıyor.
Karanlık sözler yazıyorum hayatım hakkında
öyle yoruldum ki yoruldum dünyayı tanımaktan
suçlarım çok yoruldu gençlik uykularımda
acılar çekebilecek yaşa geldiğim zaman
acıyla uğranacak yerlerimi yok etlim.
Ve şimdi bir çok savlasını atlayarak bitirdiğim kitabın
başından başlayabilirim.
“Kanla Kirlenmiş Evrak” şiiri şairin geçiş sürecinin işaretlerini taşıyan bir şiirdir. Şiir şairin hayatından kesitler sunduğu için gerçekçi bir şiirdir. Şiirin ilk dizesiyle şairin hayata duyduğu inancın yavaş yavaş sarsılmaya başladığını sanki bir geçiş dönemi yaşıyor olduğunu anlıyoruz.
Karanlık sözler yazıyorum hayatım hakkında..
Bu geçiş döneminde şair, hayatının karamsar bir yapıya dönmesine neden olarak önceleri bağlı olduğu inançların değerlerin kuşatma altına alınmasını gösterir. Şair dönemin ağır şartları altında eziliyor olduğu hissini uyandırırken aynı zamanda bu şartlardan kaynaklanan bîr düşünce bunalımına düştüğünün işaretlerini de vermektedir. Bunu da;
Aşklarım, inançlarım işgal altındadır mısrasıyla açık bir dille sunmuştur.
tabutumun üstünde zar atıyorlar cebimdeki adreslerden umut kalmamıştır
mısralarıyla şair nasıl bir ortamda bulunduğunun gerçekliğini yansıtmakla kalmamış ”tabutunun üstünde zar atılıyor” olmasıyla da ortamındaki sahteliklerin farkında olduğunu belirtmiştir. Döneminin sosyal ortamında kendi bunalımını yaşarken kariyerizm uğruna bu ortamdakiler tarafın kuyusunun kazıldığını ifade etmektedir. Bu yargılara şairin içinde yaşadığı dönemin, sosyal ortam yapısını göz önünde bulundurarak varmaktayız.
Bir diğer mısrada ise kendini içinde tanımlayabileceği, sığınabileceği, ortak düşünce ve duyguları paylaşabileceği bir insanın ya da insan grubunun yokluğundan söz eden şair, artık kendisi için başka bir direniş döneminin başladığını üstü kapalı bir biçimde yansıtmıştır. Ayrıca bu dizede yalnızlık teminin işlendiğini görüyoruz. Şair gidecek nitelikli bir yer göremediği için yalnız kalmıştır. Bu şair için bir inzivadır. Çünkü bu inzivaya biraz da kendisi çekilmek istemiştir[12].
Şairin, bulunduğu nesnel gerçekliği olduğu gibi kaleme almış olması ve bunu yaparken sembollere yer vermemesi gerçekçi bir şiir kurma amacından kaynaklanmıştır. Şairin önce toprağa sokularak gizlenmeye çalışması ve daha sonra da buradan çıkarak denize yaklaşması onun bir kaçış dönemi yaşadığının, ancak başkalarınca rahat bırakılmadığının da ifadesidir.
Derin düşünmeye sevkeden;
toprağa sokulduğum zaman çapa vuran adamlar denize yaklaşınca kumlar ve çakıl taşları
geçmiş günlerimi aşağılamakladır.
mısralarıyla şairin o güne kadar iyi veya kötü bağlantılar içinde bulunduğu çok sayıda kişilerce yaptıklarından, düşündüklerinden ölürü bir yargılanma, önemsizleştirilme durumuyla karşı karşıya kaldığını olduğu gibi kabul edilmeyerek, aşağılanmaya varan durumlar yaşadığın! dile getirmiştir.
Şiirin ikinci bölümünde şair yine kendini ve hayalını okuyucuya hatırlatan ve şiirin her bölümünün başlangıcında yer alan
Karanlık sözler yazıyorum hayatım hakkında
mısrası ile şiire bir ahenk katmıştır. Şiirin her bölümde aynı mısrayla başladığını ve bu mısradan sonra birbirinden ayrı olayların yaşandığını, sonuç itibariyle de bu olayların şairin hayatına yön vermedeki etkisini açık bir şekilde görmekteyiz.
Ve rüzgar buruşturuyor polis raporlarını
mısrasıyla da şair yine İçinde bulunduğu dönemde insanlar üzerinde yoğun bir baskının olduğunu imgesel bir dille vermekledir.
kadınlar fazlasıyla günaha giriyorlar bazı solcun gömleklerin çözük düğmelerinden çelik tırpan gibi silkiniyor çocuklar denizin satırları arasında.
mısralarıyla şair içinde yaşadığı sosyal çevreden de okuyucuya bir takım işaretler vermekledir. Kadınların günaha giriyor olmaları, İslam dininin toplum nezdinde ne gibi bir konuma girdiğinin izlerini yansıtmaktadır. Ayrıca günah kavramını işlemesiyle şairin bir arayış, bir geçiş döneminde olduğunu çıkarabiliriz. Diğer dizelerde ise eski olan ile yeni olan arasında bir bağ kurulmuştur. “Solgun gömleklerin çözük düğmelerinden, çelik tırpana benzeyen çocukların silkiniyor”‘ olması aslında eskilerin yerine bayrağı taşıyacak daha dirayetli çocukların (gençlerin) geldiğini, siyasi bir gerçeklik durumu yaşandığını vurgulamıştır. Çocukların dahî eskilerin bıraktığı mirası elde etmek adına fırsatlar kolladığı, “çözük düğmelerden” silkinmelerinden ve zor şartların içinde kaldıklarını “denizin satırları arasında” bu işi yüklenmelerinden anlamaktayız.
Şairin bu şiirinde ayrıntılarda karanlık, tamamıyla anlaşılmayan derin bazı unsurlar kullanılmıştır. Bu da onun şiir ile ilgili “şairin ve şiir okurunun şiirde buldukları kendi kıvılcımlarıdır, kendi anlam yüklemeleridir” görüşünden kaynaklanmaktadır.
Genel olarak insanlar şehir medeniyetinin İnsanı bulunduğu konumdan çıkararak, kötüye sevk ettiğini düşünürler. Özellikle şehirlerdeki her türlü kötü olayın geceleyin aksettiği de bîr gerçektir. Şehir hayatı insanı kısıtlayıp, hürriyetini elinden aldığı gibi onu soysuzlaştırarak onu yalnızlaştırmakta ve iyi değerlerini, duygularını çürümeye bırakmaktadır. Şehrin günlük çalışma
hızından ve baskılarından yorulan insanlar geceleri kadınlar vasıtasıyla tabiata, İçgüdülerinin tatminine yönelirler. Kadınların fazlasıyla günaha girmelerinin ve şehir gecelerinin insanı yozlaştırması arasında bir bağlantı vardır.
Gece arsızca kükrüyor paslı beyninde şehrin küfre yaklaştıkça inancım artıyor.
mısraları ile bu gerçek yansıtılmış ve şair bu yozlaşmaya, bu yaşantıya tanık oldukça inancının güçlendiğini belirtmektedir. Şairin bağlılığının arttığı inanç, bu soysuzlaşmaya, günah ortamına meyil vermeyeceğine inanmadığı İslam inancıdır. Şairin ayrıca arayıştan geçişe doğru bîr adım attığı da gözlemlenmektedir. Her şeyin yüzeyselleştiği önemini yitirdiği ve çürümeye yüz tuttuğu bir ortamda şair direnç göstererek bu çürümüşlüğün karşısına artık bir siper olarak durduğunun izlerini taşımaktadır. Şiirin son parçasında şair hayatıyla ilgili karanlık duygusunu yineleyerek gençlikten olgunluğa geçtiğini anlatmaktadır. Bu zamana kadar çok şey yaşadığının dünyaya anlam verebilmek ve katabilmek adına çok düşündüğünün altını çizen şair, bütün insanların yaşlan ilerledikçe geçmişlerini; yönelik yaptıkları muhakemeler sonucunda kapıldıkları psikolojik durumu ifadelenmiştir. Şairin kendini yorgun hissetmesi ve bu yorgunluktan şikayet ediyor olması onun istediklerini gerçekleştiremediğini dile dökülüşü biçimindedir. Bu nedenle şair hayatı hakkında olumsuz bir psikolojiye bürünerek, zihinsel bir sorgulamanın içinde bulunduğunu da bizlere yansıtmıştır.
Karanlık sözler yazıyorum hayatım hakkında öyle yoruldum ki yoruldum dünyayı tanımaktan
Şiirin son parçasında zamana değinmesi ve zamanın geçiciliği gerçeğinden hareket ederek “saçlarının çok yorulduğunu” dile getirmiş olması bîr bakıma onun yaşlanmaya başladığının bir gerçeğidir. Hayatında yaşadığı her türlü olayın vakitsizce başına çöküverdiğinden söz eden şair yaşaması gerekenleri sırasınca yaşamadığını ve bu yüzden yaşlılığında ağarması gereken saçlarının gençlik dönemlerinde ağardığından yakınır. Bunu;
saçlarım çok yoruldu gençlik uykularımda
mısrasıyla vurgulamıştır. Şair, bu mısrada gençlik uykularında yorulan saçlarından bahsederken uyku ve yorulmak gibi iki zıt kavramdan yola çıkarak zıtlıklardan meydana gelen bir bütün kurar. İnsanın uyku halindeyken yorulması mümkün değildir. Aksine uyku İnsanı fiziki ve zihni açılardan dinlendiren bir etkiye sahiptir. Ancak şair genel yazı tarzından hareketle zıtlıklar arasında bağlantı kurmuş ve ifadelerini derinleştirme fırsatı yakalamıştır. Öte yandan bu mısra ile şairin gençlik uykusu olarak nitelendirdiği durum, gençlik çağında bazı gerçekleri kavrayamamış olmasıdır. Bu çağda gerçek gibi görünen ama gerçek olmayan şeylerle uğraşmakla, onlar üzerine düşünmekle saçlarının (bir bakıma beyninin) yorulduğunu dile getirmeye çalışmıştır.
Şair, gerçeği taşımayan ve yansıtmayan, doğru sandığı şeylerin peşinde koşmanın, bunlar için birçok zorluğa göğüs germenin dolayısıyla bu yolda çektiği acıların aslında hiçbir değerinin hiçbir anlamının kalmadığının farkına varmış gibidir.
acılar çekebilecek yaşa geldiğim zaman acıyla uğraşacak yerlerimi yok ellim.
mısralarıyla da bunu desteklemektedir. Şairin acıyla uğraşacak yaşa geldiğinde acıyla uğraşacak yerlerini yok etmesi bilinçli bir eylemdir. Çünkü şair arlık bir olgunluk dönemi yaşamaktadır ve gençlikteki pervasızlığın bu doneme nüksetmesinin olanağı yoktur. Bu nedenle her şeyin bile isteğe, içinde bulunduğu yaşa uygun biçimde yapılmasından yana bir tavır sergilemektedir. Çektiği acıların bir bakıma kendisinin üstümle olan şeylerle uğraşmasından doğduğunu vurgulayan şiir. bundan böyle onu üstünde bulunun şeylerle uğraşmaya iterek acı çekmesine neden olan zayıf yönlerini bile isteğe ortadan kaldırdığını ifade etmiştir.
Ve şimdi bir çok sayfasını allayarak bitirdiğim kitabın başından başlayabilirim.
mısralarıyla şair hayalını bir kitaba benzeterek hayattan çok şey öğrendiğini ancak bu öğrenmeyi yeterli düzeyde bulmadığından bahsetmektedir. Hayatı boyunca birçok ayrıntıyı gözardı ederek yaşamış olduğunun farkına varmış ve bîr uyanıklık, ayıklık dönemine girmiştir. Hayatında, yaptığı halaları anlayan biri olarak yine de bunların telafisinin olabileceğini ve teslimiyete, yılgınlığa düşmeden hayatına yeni bir başlangıç yapacak kararlılığa ve güce sahip olduğunu belirtir.
Şair şiire hakim olan kasvetli karanlığa bu mısra ile son vererek yeni hayata açılan kapıların umut yüklü müjdecisi olmuştur. Şiir baştan başa ağır bir üzünçle donanmıştır. Şairi mutsuz kılan kaynak, içinde bulunduğu ortamın kendi yaşantısına yansıyan olumsuzlukları olmuştur. Şair yaşadıklarını ve gördüklerini tasvir ederken dizeleri ince bir sızıyla dolup taşırmıştır. Şair şiirde diğer insanları da gözlemlemiş onlara kayıtsız kalmamıştır. Bu yönüyle toplumcu bir çizgide yol aldığını ancak kendi hayatını etkisi altına alan olaylar karşısında gösterdiği psikolojik tavırla bireyciliğe kayan bir çizgi çizdiğini görürüz.
Şiirde şairin kullandığı dilin dolaylı olduğunu ve vezin kafiyenin bulunmadığını, şiirin serbest bir şiir olduğunu görüyoruz. Şair, şiiri belli kalıplara koymayan süssüz, sembollere kapalı ama İmge dünyasına açık bir şiir kurmuştur. Şiirde yer yer kapalılıklara rastlamamız, şairin şiiri kapalı bir ifade olarak yorumlamasındandır.
“Kanla Kirlenmiş, Evrak” adlı şiirinde şair simgelere, musikiye önem vermemiş ve dili aracılığıyla dilin anlatım olanaklarını aşan bir şiir oluşturmuştur. O, şiirdeki dilin, bîr varlık kazanarak gerçeği şiire taşıyan bir kuruluş olduğunu savunur. Dolayısıyla şiirde kullanılan dil başka bir şeyin yerini tutmak üzere yoktur. Nitekim şiirinde de bu görüşe sadık kalarak kendine özgü bir anlatım tekniği kullanmıştır. Şiirde kullanılan dizeler kıvrak ve içtendir. Bu iki durum bizi tek düzelik duygusuna kapılmaktan korur. Şiirde içerik biraz geriye itilmiş ve alışılmadık imgeler kullanılarak yaşanılan olaylar, içinde bulunulan durumlar biraz Öne geçmiştir. Açık ve yalın bir söyleyişten bilinçaltını boşaltmaya yarayan bir söyleyişe kayılmıştır. Şair, buna rağmen anlatımı başarılı bir düzeyde yapmıştır.
DİPNOTLAR
[1] İsmet Özel, Waldo Sen Neden Burada Değilsin, s.28.
[2] İsmet Özel, Şiir Okuma Klavuzu, s.23.
[3] İsmet Özel, Waldo Sen Neden Burada Değilsin, s. 16.
[4] Şiir Okuma Klavuzu, s.57.
[5] a.g.e. s.30
[6] İsmet Özel, Waldo Sen Neden Burada Değilsin, s. 36
[7] İsmet Özel, Waldo Sen Neden Burada Değildin, s. 96
[8] İsmet Özel “Mektuplar bitince Ne Başlayacak”, Cuma Mektupları-5- Şule Yay. İst. 1992, s.241
[9] İsmet Özel, Üç Mesele, Şule yay. 1999, s.167
[10] a.g.e, s. 146-147
[11] Asım Bezirci-Kemal Özer, Dünden Bugüne Türk şiiri, s. 149
[12] İsmet Özel, Waldo Sen Neden Burada Değilsin, s.77
KAYNAKÇA
1- İsmet Özel, Waldo Sen Neden Burada Değilsin.
2- İsmet Özel, Şiir Okuma Kılavuzu.
3- İsmet Özel “Mektuplar bitince Ne Başlayacak”, Cuma Mektupları-5- Şule Yay. İst. 1992.
4- İsmet Özel, Üç Mesele, Şule yay. 1999.
5- Asım
Bezirci-Kemal Özer, Dünden Bugüne Türk Şiiri.
6- Sina AKŞİN, yakın Çağ Türkiye Tarihi.
7- İsmet ÖZEL, Cuma Mektupları.
8- Milliyet Gazetesi.
MUSA TILFARLIOĞLU tarafından “Makale Yarışması” için yazılmıştır…
geniş bilgi kapsamı olan bir konu olmuş.emeğiniz için teşekürler.