Edebiyat biliminin her geçen gün önem kazanan bir başka dalı, karşılaştırmalı edebiyattır. Tanımını vermeden önce karşılaştırmalı edebiyatın tarihi hakkında biraz bilgi edinmemiz bizim karşılaştırmalı edebiyatı daha iyi anlamamızı sağlar.

Sponsor Bağlantılar

İlk örnekleri Batı’da 18. yy’ın sonları ile 19. yy’ın başlarından itibaren görülmeye başlanan karşılaştırmalı edebiyatın aslında daha önceye dayanan bir hazırlık evresi vardır. Şimdi bu evre hakkında kısaca bilgi edinelim.
XVII. yy İngiliz Edebiyatının önemli yazarlarından olan J. Dry.’den 1668’de yayımladığı ‘’Of Dramatick Pcesie’’ başlıklı bir denemede, dört arkadaşın sohbeti biçiminde şu konuyu işler: Antk dram mı yoksa modern dram mı edebi bakımdan daha üstündür? Bu sohbet Thomes Nehrinde bir bot gezintisi sırasında olmaktadır. Bu sohbet daha sonra yayımlanacak bir denemedir. Dry’denin dışında hazırlık aşamasında adı geçen bazı edebiyat bilimciler şunlardır: Goottschedet Lessing, Elias Schlegel, Goethe vd.

Dünya edebiyatından dönüp kendi edebiyatımızda karşılaştırmalı edebiyatın gelişim sürecini incelersek şunları söyleyebiliriz: Ülkemizde karşılaştırmalı edebiyat 1990’lı yıllarda önemli bir gelişme göstermeye başlamıştır. Önceleri Üniversitelerimizde karşılaştırmalı edebiyat anabilim dalı yokken 2000’li yıllarda önce Eskişehir Osman Gazi Üniversitesi’nde bağımsız bir edebiyat bölümü olarak öğretim ve araştırmalarına başlamıştır. Bunun dışında da Vakıf Üniversiteleri’nde de bu bölüm açılmaya başlanmıştır. 1943-1960 yılları arasında İstanbul Üniversitesi Fransız Dili ve Edebiyatı Bölümü’nde doçent olan Cevdet Perin’in bu konuda dersler verdiği bilinmektedir. Bunların dışında edebiyat fakültelerimizde özellikle de dil tarih coğrafya fakültelerindeki filoloji anabilim dallarında zaman zaman karşılaştırmalı edebiyat konusunda bitirme, master ve doktora tezleri hazırlanmaktadır.  Karşılaştırmalı edebiyatın Ülkemizdeki gelişiminden de bahsettikten sonra bu edebiyatın tanımı ve yaptığı çalışmalar hakkındaki bilgileri kavramamız daha kolay olacaktır.

Karşılaştırmalı edebiyat kavramı, temel anlam çerçevesinde düşünüldüğünde, iki farklı edebi metnin çeşitli yönlerden karşılaştırılması anlamına gelir. Karşılaştırma kavramı insanoğlunun var olduğu günden beri kullandığı bir yöntemdir. Bu yöntemi insanlar kıyaslama yaparak gerçeği kavrama ve daha iyi anlama için kullanmışlardır. Karşılaştırmalı edebiyatın genel tanımından sonra edebiyatımızdaki önemli karşılaştırmalı edebiyat bilimcilerin yaptığı tanımları verip karşılaştırmalı edebiyat bilimini daha iyi tanımaya çalışalım.

İsmail Çetişli’ye göre karşılaştırmalı edebiyat; Dilleri farklı olan iki milletin edebi eserleri/yazarları arasındaki yakınlık, benzerlik, ortaklık ve farklılıkların tespit ve tasviri ile bunun mahiyeti, boyutları ve sebeplerinin ortaya konmasını esas alan disiplindir.

Gürsel Aytaç’a göre karşılaştırmalı edebiyat; görevi, işlevi farklı dillerde yazılmış iki eseri konu, düşünce ya da biçim bakımından inceleyerek ortak, benzer ve farklı yanlarını tespit etmek, nedenleri üzerine yorumlar getirmektir.

Emel Kefeli’ye göre karşılaştırmalı edebiyat bilimi; Karşılaştırmalı edebiyat kültürler arası etkileşimin edebi eserlere yansıyan yönlerini araştırarak edebiyat tarihi, sosyal tarih ve kültürel değişim tarihine ışık tutmayı hedefleyen bir alandır.

Bu tanımlardan sonra karşılaştırmalı edebiyatın çalışma alanı ve yöntemleri hakkında bilgi edinmemiz bizim bu alanı daha iyi anlamamızı ve kavramamamızı sağlayacaktır. Her bilim dalı gibi karşılaştırmalı edebiyat biliminin de kendine özgü çalışma yöntemleri vardır. Karşılaştırmalı edebiyat bir konu veya eser üzerinde çalışılırken çeşitli inceleme yöntemleri kullanır. Bu inceleme yöntemleri şunlardır;

1- Pozitivist İnceleme: Edebî eserin öncelikle yazarın hayat hikâyesine bağlı,  hayat hikayesinin ürünü olduğuna inanıp hayat-eser ilişkilerini keşfetmek amacını taşır.

2- Psikoanalitik (Freud’cu) İnceleme: Edebi eserin öncelikle yazarın bilinçaltı psikolojisiyle ilişkili olduğu görüşüyle çalışır. Freud’un öğretisini edebi esere uygular.

3- Marksist İnceleme: Edebi eserin, öncelikle yazarın ait olduğu sınıf ve yaşadığı toplumun üretim ilişkilerine dayandığı, bunu ortaya çıkarmanın eseri daha iyi anlamaya yarayacağı görüşüyle çalışır.

4- Feminist inceleme: Temelde Marksizme ters düşse de feminist inceme Marksist incelemenin bir türevi gibi uygulanır. Burada bir düşman kamp vardır ya da en azından hakkı yenen bir grubu gözetmeyi amaç edinir.

5- Hesaplaşmacı İnceleme: Edebi eserin öncelikle yazarın başka metinlerle hesaplaşmasının sonucu ortaya çıktığını kabul edip, bu metinler arası ilişkileri aydınlığa kavuşturma amacını güder.

6- Dilbilimsel İnceleme: Edebiyat eserinin öncelikle ait olduğu dil sistemine bağlantısı ile açıklanabileceği görüşüne dayanır.

7- Okuyucuya Yönelik İnceleme: Edebi eserin değerini öncelikle hitap ettiği okuyucuyu etkileme gücüyle ölçmeye çalışır.

8- Felsefeye Dayalı İnceleme: Bir felsefe ekolünü benimseyerek eserde bu görüşlerin yansımasını keşfetme amacını taşır.

9- Metne bağlı İnceleme: edebi eseri bir metin olarak görüp öz ve biçim bakımından irdelemeyi amaçlar.

10- Yapısalcı inceleme: Özne, nesne, gönderici, alıcı gibi dört öge üzerine kurulu bir  ‘’birleşim’’ ve ‘’ayrılım’’ bağlantılarına dayalı bir dizgeyle çalışan bir yöntemdir.

11- Yorumlayıcı İnceleme: Eserin belirleyici öğesinin, yazarın çoğu kez bilinçsiz eğilimine bağlı olduğuna, bu eğilimin yorumlanarak ortaya çıkarılmasına inanır.

12- Alılmama Estetiği: Edebi eserin öncelikle okuyucusunun algılamasına dayandığı görüşü savunur.

13- Çoğulcu İnceleme: Bu yöntemde inceleyici bir bakıma kendi sezgi gücüne dayanarak bir edebi eseri, ağır basan özelliğine göre bu özelliğe uygun düşen bir metoda ağırlık vererek incelemesini yapar.

Karşılaştırmalı edebiyat yukarıda saydığımız inceleme yöntemleriyle farklı milletlere ait eserleri, farklı milletlerdeki yazarları ve edebi ekolleri incelediği gibi ayrı millete ait olan eserleri, yazarları ve farklı edebi ekolleri karşılaştırıp inceler. Örneğin; Türk edebiyatında Servet-i Fünûn ve Cumhuriyet Dönemini karşılaştırabilir. Halide Edip’le Elif Şafak’ı karşılaştırıp inceleyebilir bu yöntemi kullanarak.

EDEBİYAT TARİHİ

Edebiyat tarihi edebiyat biliminin çok eski uğraşı alanlarından biridir. Edebiyat
terimini tanımlamamız gerekirse şöyle söyleyebiliriz. Edebiyatın tarihsel ilişkileriyle ve gelişimiyle uğraşan, ulusal veya dünya edebiyatının tarihsel sürecini ortaya koymaya çalışan edebiyatın alt bilim dallarından biridir.

Edebiyat tarihinin gelişim sürecini inceleyecek olursak, ilk izlerinin Antike’de M.Ö. 5. yy’da başladığını görürüz. M.Ö. 5. yy’da rastladığımız bu örnekler edebiyat tarihinin ilk örnekleri ve klasikleridir. Bu eserlere örnek verecek olursak Sventon’un 110 yıllarında yazdığı hayat hikâyesi derlemesi De Viris İllustribus en tanınmıştır.

Dünya edebiyatından kendi edebiyatımıza dönecek olursak, kendi edebiyatımızda önemli edebiyat tarihçileri vardır. Bu önemli yazarların edebiyat tarihi hakkındaki görüşlerini ve tanımlarını verelim.

İsmail Çetişli’ye göre edebiyat tarihi; ‘’Bir milletin ve insanlığın tarih boyunca ver ettiği edebiyat birikimi, ilmi bir disiplin içinde araştırma, tetkik ve tasnif etme, değerlendirmeyi amaç edinen edebiyat bilimi dalıdır.’’[1]

M. Fuat Köprülü’ye göre; ‘’Bir milletin uzun asırlar esnasında geçirdiği fikri ve hissi gelişmeyi belirten bütün kalem mahsullerini tetkik ile onun manevi hayatını, gerçekte olduğu gibi tasvire çalışır.’’[2]

Nihat Sami Banarlı’ya göre; ‘’Edebi eser ve hadiseleri, tarihi, coğrafi, içtimai, psikolojik ve estetik hadiselerin aydınlığında görüp gösterir.’’[3]

Ahmet Hamdi Tanpınar’a göre; ‘’ Edebiyat vakalarını zaman çerçevesi içinde olduğu gibi sıralamak, birbiriyle olan münasebetlerini ve dışardan gelen tesirleri tayin etmek, büyük zevk ve cereyan fikirlerini ayırmak, hülasa her türlü vesikanın hakkını vererek bir devrin edebi çehresini tespite çalışmak, edebiyat tarihinden beklenen şeylerin en kısa ifadesidir.’’

Yukarıda isimlerini verdiğimiz bilim adamlarının dışında edebiyat tarihi ile ilgilenen ve bu alanda eser veren bilim adamları vardır. Bu konuda bu bilim adamlarının ismini anmadan geçmek olmaz.

Bunlar; Agâh Sırrı Levend, Faruk Kadri Timurtaş, Nihal Atsız, Mine Mengi vb.

Türk edebiyatında edebiyat tarihçiliğinin gelişimini inceleyecek olursak, Türk edebiyat tarihçiliğinin ilk örnekleri olarak şuara tezkirelerini görürüz. Şuara tezkirelerinin ilk örnekleri Fars Edebiyatında görülür. Biz Fars edebiyatındaki ilk örneklerden etkilenerek onları örnek alarak bu eserleri vermişiz. Türk edebiyatındaki ilk tezkire örneği Ali Şir Nevai’nin kaleme aldığı Mecalis’ün Nefais adlı eserdir. Bu eser Çağatay lehçesiyle kaleme alınmıştır. Eser Ali Şir Nevai’nin dönemine kadar olan şairleri tanıtıp onların eserlerinden kısa örnekler verir. Anadolu sahasında ilk tezkiye örneği ise Sehi Bey Heşt Behiş adlı eseriyle 16. yy’da vermiştir. Yine Sehi Bey’de kendi dönemine kadar yaşamış olan ve kendi döneminde yaşayan şairlerin hayatı hakkında bilgi vermiş ve onların eserlerinden kısa örnekler vermiştir. Tezkireler sağlıklı bir edebiyat tarihi bilgisi vermeseler de eski Türk edebiyatı tarihi dönemlerini incelemede başvurulan en önemli kaynaklardır. Türk edebiyatında tezkire yazımı 20. yy’a kadar sürmüştür. En son tezkire örneği Tuhfe-i Naili adlı eserdir.

Türk edebiyatında Batı tarzında edebiyat tarihin başlangıcı 20.yy’ın ilk çeyreğinde başlamıştır. Bu yüzyılda M. Fuat Köprülü Türk edebiyatı tarihini gelişimi içinde ele alan iki ciltlik Türk Edebiyatı Tarihi adlı eserini vermiştir (1920, 1921). Bu eser Türk edebiyatında modern edebiyat tarihinin ilk örneğidir. M. Fuat Köprülü’den sonra edebiyat tarihi kaleme alan yazarlar genellikle tarihçi yöntemi uygulamaya çalışmışlardır. Agâh Sırrı Levend, Türk Edebiyat Tarihi’nin 1. cildinde edebiyat tarihinde yöntem konusunu belirlerken objektif kalmanın hedef olduğunu, ama zevk ve heyecan ürünü olan sanat eserleri karşısında edebiyat tarihçisinin tarafsız kalabilmesinin hayli güç olduğunu söyler ve edebiyat tarihçisinden beklenenleri şöyle sıralar:

a) Yargılarını, birçok örnekleri karşılaştırarak elde edeceği kanıtlara göre vererek kanıtlara dayanmayan yargılardan kaçıracaktır.

b) Kendi zevkini ve düşüncelerini gerçek birer ölçü olarak kullanmayacaktır.

c) Daha önce verilmiş yargılara bağlanıp kalmayacak, ama bunları dikkatle okuyacak, kendi yargılarıyla karşılaştırıp denetleyecektir.

d) İvedilikle verilmiş yargılar insanı vakitsiz ve yersiz senteze götüreceğinden, bundan kaçınacaktır.

e) Geçmişteki eserler için tarihsel zevki kullanacak, yani eserleri yazıldığı dönemin sanat ölçüsüyle yargılayacak, kendi devrinin değer ölçüsünü kullanmayacaktır.[4]

EDEBİYAT TEORİSİ

Edebiyat biliminin en önemli alt dallarından birisi de edebiyat teorisidir. Türk edebiyatında uzun süre edebiyat nazariyesi (nazariyat-ı edebiye) tamlamasıyla karşılanmıştır. Bu alan bir anlamda diğer dalların alt yapısını ve anahtarını oluşturur. Bundan dolayı edebiyat teorisi konusunda fazla birikimi olmayan bir araştırmacının edebiyatın diğer alt dallarında sağlıklı bir hüküm vermesi söz konusu olamaz.

Edebiyat teorisi, edebiyat sanatı dendiğinde ilk akla gelen kavramların (edebiyat, şiir, roman, hikâye, yazar, üslup vb.) mahiyeti ve nitelikleri bakımından izahına; edebiyat bilimini ilgilendiren he türlü tanımdan alt disiplinlerinin mahiyeti ve sınırlarına, kullanılan veya kullanılabilecek yöntemlerin tespit ve tasvirine kadar uzanan geniş bir alanda faaliyet gösterir. Bu itibarla ‘’edebiyatın neden, nasıl, niçinlerine cevap arayan, uygulanacak ölçütlerini araştıran, kısaca edebi değerle metot meselesini ele alan bilgi alanına edebiyat teorisi denir.’’[5]

Edebiyat teorisi; ‘’Edebiyat nedir? Edebiyat ile diğer sanatlar arasında ne tür benzerlikler ve farklılıklar vardır? Şiir, hikâye, roman, tiyatro kavramlarının gündeme getirdiği ‘’tür’’ne anlama gelir? Şiir, düz yazıyla var olan diğer türlerden hangi konularda farklıdır? İmajın edebiyat sanatındaki yeri ne olabilir? Edebiyattaki gerçeklik sınırı nerede başlar nerede biter? Ve buna benzer sorulara cevap verir. Bu itibarla edebiyat teorisini ‘’edebiyat’’ felsefesi olarak düşünebiliriz.

Edebiyat faaliyetleri ve eserlerinin mi edebiyat teorisine hayat verdiği, yoksa edebiyat teorisi birikimlerinin mi edebiyat faaliyetleri ve eserlerine hayat verdiği tartışılan bir konudur. Ama; tartışılmaz olan bu iki alanın da birbirinden beslendiği gerçeğidir.

EDEBİYAT SOSYOLOJİSİ

Edebiyat sosyolojisini incelemeden önce sosyoloji bilimi hakkında bilgi edinmek bu konuyu daha iyi kavramamızı sağlayacaktır.

Sosyoloji/toplum bilim; farklı büyüklükteki insan topluluklarını (aile, soy, aşiret, ulus, millet, ümmet vb)çeşitli açılardan incelemeyi esas alan bir bilim dalıdır. Sosyolojinin amacı, incelediği insan topluluklarının oluşumu ve yapısını, bu yapıyı ayakta tutan değerlerini, hem kendi içinde hem de birbirleriyle olan ilişkilerini kendine özgü yöntemlerle inceleyip ortaya koymaktır.

Edebiyat sosyolojisi tarih itibarıyla sosyolojiden bir hayli yenidir. Temelleri Madame de (1766-1817) tarafından atılan edebiyat sosyolojisi, H.Taine (1828-1891) tarafından belli bir sisteme oturtulmuştur. H.Taine’yi Gustava Lanson’un daha ılımlı düşünceleri ve çalışmaları takip eder. Marksist estetikçiler de edebiyat sosyolojisine önemli katkıda
bulunurlar.[6]

Edebiyat, sosyolojinin metot ve birikimlerinden faydalanmasına rağmen ondan farklı bir disiplindir. Bu alan varlığını edebiyatın hem kültürel hem de sosyal bir kurum olması kazanmıştır. Çünkü onun varlığının zemini diğer kültürel değerler ve sosyal kurumlar ( dil, din, töre, gelenek vb) gibi toplumun belli bir zaman ve belirli bir coğrafyada yaşamış olduğu ve yaşadığı sosyal hayatıdır.

Ancak başta edebiyat olmak üzere ‘’Estetik kurumlar –sosyal kurumlar üzerine kurulmuş değildir. Hatta onlar sosyal kurumların bir parçası da değildir. Onlar değişik türde sosyal kurumlardır ve diğer kurumlarla içten bağlantılıdırlar.’’[7]

Bu anlattıklarımızdan sonra İsmail Çetişli’nin yaptığı edebiyat sosyolojisi tanımını görmemiz bizim konuya biraz daha geniş açıdan bakmamızı sağlayacaktır. İsmail Çetişli’ye göre edebiyat sosyolojisi; ‘’Edebiyatın toplumda veya toplumun diğer kurum ve değerleriyle olan ilişkileri kadar toplumun da edebiyatla olan ilişkileri kadar toplumun da edebiyatla olan ilişkilerini; bu ilişkilerin mahiyetini, boyutlarını ve sonuçlarını incelemeyi esas alan bir disiplindir.[8]

Edebiyat/toplum veya toplum edebiyat arasında sıkı bir ilişki vardır. Yani başka bir deyişle edebiyat sanatının temel elemanları olan sanatkâr, eser, okuyucu ve devir her durumda toplumla şu veya bu şekilde bir ilişki içerisindedir. Duruma yazar/toplum açısından baktığımızda, sosyal bir varlık olan yazarın diğer insanlar gibi belirli bir topluma ait olduğunu görürüz. Yazarlar eserlerini kaleme döneme kadar olan hayatlarında veya eserleri kaleme alırken belirli bir topluma aittirler. Yani yazarlar yaşadıkları toplumun, sosyal, kültürel ve estetik kimliklerini bulurlar. Dolayısıyla edebiyat eseri büyük ölçüde bu değer ve şartların beslediği ve yoğurduğu bir ürün olarak ortaya çıkar.

Başka bir yönden de edebiyat eseri yazarın kaleminden çıktıktan sonra okuyucunun, dolayısıyla toplumun malıdır. Eserin belirli bir oranda basılması, okunması, okuyucu tarafından beğenilmemesi, anlaşılması, zamana karşı ölümsüzleşmesi okuyucunun esere verdiği değer veya değersizliğin sonucudur. Basım ve yayım imkânları, toplumun eğitim ve ekonomik durumu, toplumdaki sosyal, siyasal ve kültürel değişimler, edebiyat eleştirisinin durumu,  bunlar eserin kaderini belirleyen en önemli etkenlerdir.

Sonuç itibariyle denilebilir ki toplum; gerek sanatkârı kendi potası içinde yetiştirmiş olması gerekse eserin oluşumunda şu veya bu şekilde bir ektisi olması bakımından edebiyatı etkileyecektir. Tabii ki etki tek taraflı olmayacaktır. Aynı şekilde edebiyat eseri de gücü ölçüsünde toplumu etkileyecek ve onu yönlendirecektir. Bu söylediklerimizden şunu çıkarabiliriz, edebiyat içinde olduğu toplumdan beslendiği kadar onu etkileyecektir de. İşte edebiyat sosyolojisi bu etkinin tarafları, mahiyeti ve sınırlarını inceleyip sonuçlarını ortaya koymaya çalışır.

METİN TAHLİLİ

Metin tahlili edebiyat sanatının en önemli alt dallarından biridir. Biz burada metin tahlili üzerinde duracağız ama bu kavramı anlamaya geçmeden önce metin kavramını bilmemiz gereklidir. Genel manasıyla metin; herhangi bir konu veya olayın dil vasıtasıyla yazılı veya sözlü olarak oluşan söz bütünüdür. Yani; herhangi bir konu veya olayı anlatmakla görevli kelimeler, ibareler, deyimler, cümlecikler, cümleler ve paragraflardan oluşan söz bütününe metin denir.[9]

Metin çeşitli konuları anlatabilir, yani belirli ve sınırlı bir alanda değil her konuda olabilir. Bir metin İstanbul’un fethini anlatabileceği gibi, kurbağaların dolaşım sistemini anlatan bir biyoloji metni, yıldız kümelerini anlatan bir astronomi metni veya kazayı anlatan polis raporu olabilir. Peş peşe sıralanan kelime, ibare, deyim, cümleleri metne dönüştüren sır aralarındaki söz dizimi, anlam veya üslûptan kaynaklanan’’birlik ve bütünlük’’tür. Yani kısaca özetleyecek olursak metni oluşturan her parça diğer parçalarla somut bir birlik ve bütünlük oluşturacak biçimde kaynaşmıştır. Buraya kadar anlattığımız metin herhangi bir konu üzerinde meydana getirilen metindir. Edebiyat biliminin kastettiği metin ise; herhangi bir duygu, düşünce, hayal, intiba ve olayın dil vasıtasıyla edebilik değerini haiz bir biçimde ifadesinden oluşan söz bütünüdür.[10]

Edebiyat sanatı ve edebi eserin var olduğu günden beri insanoğlunun dikkati bu olgu üzerine çevrilmiştir. Edebiyat eserinin biraz kapalı, biraz karmaşık ve biraz sembolik; aynı zamanda derin ve geniş anlam dünyasını çözümleme, insanı şaşırtıp hayran bırakan söz güzelliğinin sırlarını keşfetme arzusunun sonucu olan bu yöneliş zaman içinde ‘’metin şerhi, metin tenkidi ve metin tahlili’’gibi disiplinlerin doğup gelişmesine ortam hazırlamıştır.

Yukarıda adlarını saydığımız üç kavramın birbirleriyle birçok yönden benzerli olduğu gibi bazı konularda farklı tutumlar sergilerler. Şimdi bu kavramları açıklayarak aralarındaki benzerlik ve farklılıkları görelim. Bu benzerlik ve farklılıklardan da yola çıkarak asıl konumuz olan metin tahlilini daha iyi anlamaya ve kavramaya çalışalım.

Metin Şerhi:

Şerh kelimesinin sözlük anlamı; ‘’açma, açıklama, izah etme, genişletme, ayırma, yarma’’ dır. Kavram olarak ise şerh; bir metnin mana ve ifade sırlarını çözmek, açıklamak, yorumlamak demektir.

Bizde ve diğer Müslüman milletlerde  çok yaygın olan metin şerhi dini metinleri daha doğru ve daha iyi bir biçimde anlama ve anlatma arzusundan doğmuştur.Zaman geçtikçe dini ve edebi metinler üzerine uygulanan bu çalışmalar birbirinden ayrılmış ve bunların birbirinden ayrılması sonucu farklı disiplinler ortaya çıkmıştır.

Edebi metin şerhi, herhangi bir edebi metnin açıklamasını esas alır. Amacı, okuyucunun anlamakta zorlandığı veya zorlanacağı metni açık ve anlaşılır kılmaktır. Bu sebeple metin şerhi daha çok ‘’söz sahibi ne söylüyor?’’sorusu ekseninde ortaya çıkar. Metin şerhi konusunda Prof. Dr. Mine MENGİ şunu söylemiştir. ‘’Metin şerhi, metinde geçen bazı kelimelerin gerçek ve mecaz anlamlarının açıklanması, manzumların çözümlenmesi, ibare, deyim ve terimlerin çeşitli bilim dallarıyla olan ilişkilerin belirtilmesi şeklinde yapıla gelmiştir. Manzum metin şerhlerinde ayrıca vezin, nazım şekli, edebi tür ve özellikle söz sanatlarının gösterilmesi yoluna gidilmiştir.[11]

Metin şerhinde bazen ‘’Nasıl söylüyor?’’ sorusuna yönelindiği görülse de bu tavır pek uygun değildir. Dolayısıyla metin şerhi, metnin güzelliği, çirkinliği konusunda hüküm vermekten uzak durur. Bu yönüyle metin şerhi, edebiyat tenkidi ve metin tahlilinden ayrılır.

Metin şerhinin temel amacı olan ‘’açıklama kelimelerden başlayarak metnin bütününe uzanır. Bunun yanında ‘parapi’ nin (kelime, mısra, manzum, beyit vb.) açıklanması ön planda gelir. Metin şerhçisi okuyucunun bilmediği kelimelerden kavramlara, ibarelerden manzumlara, çeşitli söz sanatlarından, mısra ve beyitlere kadar uzanan açıklama faaliyetini, kendine görev kabul eder.

‘’Klasik metin şerhi esas itibariyle kelime açıklamasına dayanır; yani klasik metin şerhi daha çok kelime açıklaması şeklinde yapıla gelmiştir. Özellikle manzum metin şerhlerinde tek tek beyitlere bağlı kalınarak kelime, terkip ya da ibarelerin açıklanması yoluna gidilmiş; kısacası
metin parça parça ele alınmıştır. Buna karşın metnin bir bütün olarak ele alınıp; genel plan, kompozisyon vb yönlerden incelenmesi gelenekten değildir. Şerhte şarihe (şerh eden) göre okuyucunun anlayamayacağı farz edilen (yani anlaşılmasında güçlük görülen metnin ya da bölümlerinin açıklanması esastır. Amaç okuyanları bilgilendirmek ve metni tanıtmaktır. Bilgilendirme açıklama ve ek bilgi verme şeklinde yapılır. Açıklama ve ek bilgi verme esnasında konunun genişletilmesine gidilir. Konunun açılıp genişletilmesi şarihin bilgi ve anlayışı doğrultusunda yorumunu da beraber getirir.’’[12]

Metin Tahlili:

Sözlüklerin; unsurlarını ayırma, halletme, çözümleme, analiz şeklinde manalandırdığı ‘’tahlil’’ Fransızca ‘’analyse’’ (analiz) kelimesinin karşılığıdır. Genel manasıyla metin tahlili: dille vücut bulmuş her türlü metni (dini, ilmi, edebî vb)inceleyip çözümlemek demektir. Metin tahlili 20.yüzyılın başından itibaren Batı’da görülmeye başlanmış, o tarihten günümüze giderek yaygınlaşmıştır.

İlgi alanı, bütünüyle edebi metinlerle sınırlandırılmış olan metin tahlilindeki en temel amaç, edebi eseri bir bütün olarak çözümlemektir. Çözümleme işleminin amacı ise eseri en azından muhteva, yapı, dil ve üslup bakımından anlama, değerlendirme ve anlatmadır. Bir başka ifadeyle metin tahlili, ‘’herkesin doğal olarak yapmış olduğu anlama ve değerlendirme yönünü daha derin, daha sistematik bir şekilde’’ yapmaktır. Dolayısıyla her okuyucunun edebi eserin dilini çözüp onun semboller dünyasına bütünüyle anlayabilmesi; mesajını tam ve doğru olarak algılayabilmesi ve ondan beklenen estetik hazzı tadabilmesi çoğu zaman mümkün olmaz. İşte metnin tahlilcisi bu noktada devreye girerek eser/sanakâr ile okuyucu/toplum arasındaki iletişimin çok daha sağlam ve sağlıklı bir biçimde gerçekleşmesi görevini üstlenir. Bu yönüyle metin tahlili eser/sanakâr ile okuyucu/toplum arasında köprü durumundadır.

Bu itibarla metin tahlilinin esası, ‘’dikkati edebi metinler üzerine yöneltmek ve onu oluşturan unsurları, bu unsurların ana-fikirle ve birbirleriyle olan münasebetlerini incelemekten ibarettir. Bu metot şu estetik prensibe dayanır; Her edebi eser kendi içinde organik bir bütündür. Onun güzelliği de buna dayanır. Mükemmeliyet, eseri oluşturan unsurlar arasında kurulan ahenkten ibarettir, onu anlamak ve değerlendirmek için eserin dikkatli bir şekilde incelenmesi gerekir. Metin tahlili metodu, edebiyatın gaye ve mahiyetine en uygun olan metottur. Zira edebi eser, ancak kendi içinde organik bir bütün haline geldiği zaman, güzellik ve mükemmeliyete ulaşır. [13]

Bu çerçevede metin tahlilcisi amacına ulaşabilmek için en azından metnin üç temel unsuruna (muhteva, yapı ve dil) yönelik olarak bazı sorulara cevap bulmak zorundadır. Metnin tahlilcisinin cevap vermek zorunda olduğu sorulardan bazıları şunlardır: Acaba sanatkâr eserinde hangi konu üzerinde durmaktadır?  Bu konunun özü ve kapsamı nedir? Okuyucuya iletilmek veya sezdirilmek istenen mesaj nedir? Metnin tahlilcisi bu sorular ve bunlara benzer sorulara cevap vermek zorundadır.

Yukarıdaki sorular ve bu sorulara benzer sorulara cevap verirken metin tahlilcisinden beklenen, kendine özgü bir felsefe ortaya koymak, kendinden bahsetmek değil, çözümleme iddiası ile ele aldığı edebiyat, edebiyat eserindeki düşünce, duygu ve hayalleri; bunların sunuluşundaki estetik unsurları anlamak ve açık bir biçimde okuyucuya anlatmaktır. Sanatkârdan çok ‘’kültür tarihçisi’’ne yakın olan metin tahlilcisinin, gerek edebi eserin muhtevası gerekse estetik unsurları noktalarında ciddi bir bakış açısına sahip olması gerekir.

Kabul edilmelidir ki yukarıda çizilen sınırlar içindeki bir metin tahlili, edebiyat eserinin incelenip değerlendirilmesinde başlı başına bir metottur. Kısacası metin tahlili; herhangi bir edebi eserin, bütünlüğü içinde, ama bütünü oluşturan her türlü unsurun en ince ayrıntılarına kadar belli bir metoda bağlı kalınarak ele alınıp incelenmesi, değerlendirilmesi ve yorumlanmasıdır.

DİPNOTLAR

[1] Çetişli, İsmail, Edebiyat Bilimi ve Sanatı, Akçağ Yay., Ankara, 2008, s. 322.
[2] Köprülü, M. Fuat, Türk Edebiyatı Tarihi, Ötüken Yay., İst. 1980, s. 1.
[3] Banarlı, Nihat Sami, Resimli Türk Edebiyatı Tarihi, Meb. Yay., İst. 2000, s. 1.
[4] Aytaç, Gürsel, Genel Edebiyat Bilimi, Say Yay., İstanbul, 2009.
[5] Çetişli, İsmail, Edebiyat Sanatı ve Bilimi, Akçağ Yay., Ankara, 2008, s. 320.
[6] Çetişli, İsmail, Edebiyat Sanatı ve Bilimi, Akçağ Yay., Ankara, 2008, s. 335.
[7] R. Wellek, A. Warren, Edebiyat Teorisi, Akademi Kitabevi., İzmir, 1993, s. 270.
[8] Çetişli, İsmail, Edebiyat Sanatı ve Bilimi, Akçağ Yay., Ankara, 2008, s. 334.
[9] Çetişli, İsmail, Edebiyat Sanatı ve Bilimi, Akçağ Yay., Ankara, 2008, s. 310.
[10] Çetişli, İsmail, Edebiyat Sanatı ve Bilimi, Akçağ Yay., Ankara, 2008, s. 310.
[11] Mengi, Mine, Divan Şiiri Yazıları, Akçağ Yay., Ankara, 2000, s. 74.
[12] Mengi, Mine, Divan Şiiri Yazıları, Akçağ Yay., Ankara, 2000, s. 75-76.
[13] Kaplan, Mehmet, Hikâye Tahlilleri, İstanbul, 1979, s. 7-8.

KAYNAKÇA

Aytaç, Gürsel, Genel Edebiyat Bilimi, Say Yay., İstanbul, 2009.
Banarlı, Nihat Sami, Resimli Türk Edebiyatı Tarihi, Meb. Yay., İst. 2000.
Çetişli, İsmail, Edebiyat Bilimi ve Sanatı, Akçağ Yay., Ankara, 2008.
Kaplan, Mehmet, Hikâye Tahlilleri, İstanbul, 1979.
Köprülü, M. Fuat, Türk Edebiyatı Tarihi, Ötüken Yay., İst. 1980.
Mengi, Mine, Divan Şiiri Yazıları, Akçağ Yay., Ankara, 2000.
R. Wellek, A. Warren, Edebiyat Teorisi, Akademi Kitabevi, İzmir, 1993.

Edebiyatcı tarafından “Makale Yarışması” için yazılmıştır…