Yine yazıyorum, küllükte içtiğim sigaramı söndürecek boşluk kalmadı, ‘biz’ olamadık sen ve ben… Onun için bunu sana ve bana yazıyorum. ‘Bize’ yazmayı ne kadar cok ıstesemde imkansızlık bir martı olmuş, kanatlarını yüzüme vuruyor sanki. Sen bilmezsin akşamları güneş batmaya yakın oturup denize karşı, güneşi alıp karşıma günün vedasını izlerim, sanki güneşle beraber ben de yavaş yavaş batıyorum ama o her sabah tekrar İzmir’in gözlerinden doğarken bir şekilde ben battıkca batıyorum yalnızlığa doğru. İzlerim akşamın güneşi içmesini, ufku saran kızıllık var sadece şahidim. İzlerim. Tek başıma. Ellerim sigaramda tutamam ki ellerini yalnızlık cezadır bu saatlerde bana!

Sponsor Bağlantılar

Kocaman, yaşlı bir o kadar da yorgun ağaçlara kazınmış isimler görüyorum, ali ve ayşe, ahmet ve zeynep, hasan ve fatma daha onlarcası, tabi aralarında kalp. Bizim adımız yanyana bir kalbin içinde ağaçlara kazınmayacak. Ben de isterdim adımızın bir ağacta yaşamasını, ta ki bir balta ayırana kadar ağacı kökten. Ben de isterdim; beraber çıktığımız bir yolculukta, erkek olduğum için sadece, biraz da kıskandığımdan seni, pencere kenarına senin oturmanı. Koridora bakan koltukta da ben, başın omzumda uyumanı yolculuğun yorgunuyla…

Hee bir de yağmurda elele yürümek isterdim senle, sağanak değil de tam böyle sonbahar yağmuru, şemsiyesiz ama, ıslanmalı insan arada sevdiğiyle. Sonbahar dedim ya, sapsarı yollar var… Dökülen sarı yaprakların rengiyle sapsarı yollar var… O yollarda sen ve ben varız, yaprakları dağıtıp bastığımız yerde, yürüyoruz elele…

Aklıma takılıyor arasıra; biz, ‘biz’ olsaydık eğer, nereye gider, ne yapar, hangi filmi izler, hangi sözleri söyler birbirimize, nasıl geçiniriz diye bir sürü soru. Geçen sadece geçmiş değil ben de geçtim bazı şeylerden. Mesela en ufak bir toz zerresi kalır mı ayak bastığın yolda? Mesela karşılaşır mıyız ‘olamaz’ dediğimiz bir anda senle. Sinemada, nargile içerken, bakkalda, eczanede, uçakta, gemide, otobüste, alışveriş merkezinde, orda, burda? Yollarımız ayrılır mı? Bu kadar kolay mı? Gözgöze gelip o an, en kötüsü arkadaşca nasılsın demek ve söylemek en büyük yalanı İyiyim diye cevaplamak, bu kadar kolay mı? Ben başkasının erkeği olmayacak olsam da, sen başkasının kadını, ellerimizde yabancı eller, çoluk çocuk duvarı varsa bir de önümüzde ve ben içime cekip alamıyorsam elveda kelimelerini dudaklarından ve artık bu kadar zorsa lanet olsun ‘biz’ olmak, zor gelmez mi?

Ben hayattan korkmadım. İki kelimeden korktuğum kadar; keşke ve asla… Asla ‘biz’ olamadık, Keşke ‘biz’ olsaydık! Biz olsaydık da sen yine gitseydin! Bizim hiç her zaman gittiğimiz kafedeki, her zaman oturduğumuz masa olmadı. Biz olsaydık ve diyebilseydim o masada oturan sevgililere ‘ne olur ayrılmayın, olmayın bizim gibi’ sen bana gelseydin de gitseydin razıydım. Seni seviyorum deme özürlüyüm asla söyleyemedim biliyorum sevmem zaten ben bu sözü, çok kolaydır söylemesi ‘ben hayatımın sözlüğünü yazdım, adımın karşısına adını yazdım’ demeyi tercih ettim. Aşkım, gülüm, bir tanem de dıyemem kızma bana… Ama şimdi itiraf ediyorum. Gözyaşımsın. O kadar yakınsın ama ‘biz’ değiliz hala. Galiba bu yüzden ağlıyamıyorum akıp gitme diye…

Hani olur ya bazen, kardasındır, kıştasındır, üşüyorsundur, donmak üzeresin ama farkında değilsin. Uyumak tatlı gelir sana ama ölmüşsündür aslında. İşte ben o haldeyim, geçiyor zaman, geçen giden biraz da benim. Çok erken yazılan bir sona yazar gibi seni yada sonu getirilmek istenmeyen kanlı bir roman gibi yazdım seni…