Son birkaç aydır herkes, bir “çözüm” tutturmuş gidiyor. Gazetelerde hemen hemen her gün insanlar köşelerinde, adı “Kürt sorunu” olarak dayatılan sorunun çözümü konusunda naçizane fikirlerini ortaya koyuyor. Televizyonlardaki tartışma programlarının neredeyse tamamı bu konuya endekslenmiş durumda. DTP’lisi MHP’lisi, AKP’lisi CHP’lisi, yazarı çizeri, siyasetçisi tarihçisi herkes, sorun ve sorunun çözümünden bahsediyor. Bütün bu gelişmelerin en önemli birincil sebebi, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün yaptığı “Tarihi fırsat” ve “çok güzel gelişmeler olacak” açıklamaları.
 
“Tarihi fırsat” ve “çok güzel gelişmeler olacak” açıklamalarının ne anlama geldiği henüz bilinmediğinden, kamuoyunun bir kesimi, bazı soru işaretlerinden hareketle bu açıklamalara tepki gösterirken, diğer bir kesimi de “bekleyelim görelim” mantığını kendi içinde yürütüyor. Bunca yıldır bir türlü yakalanamayan “Tarihi fırsat” nedir ve “nasıl yakalanmıştır”ı henüz bilmiyoruz, aynen “güzel gelişmeler”i de bilmediğimiz ve tahmin edemediğimiz gibi. Ancak sadece, son dönemde bu konudaki bazı gelişmeleri biliyoruz. Neler bunlar? Birilerinin açılım dediği; Kürtçe TV, Kürtçe köy isimlerinin yeniden verilmesi, İmralı’ya ek cezaevi yapılarak Öcalan’ın yalnızlıktan kurtarılması, Irak ve Bölgesel Kürt Yönetimi ile gelişen ikili ilişkiler, genel bir af tartışmaları ve PKK’lı üst düzey yöneticilerin Avrupa’ya kaydırılması, falan falan. Bütün bu gelişmelere ek olarak PKK ve sözcüsü DTP de; “bölme ve bölünmeyi artık istemiyoruz. Üniter yapı içerisinde özerk bir yönetim istiyoruz” dedi. Bakın, eğer gerçekten bir “fırsat” var ve yakalanmış ise, bunun tek taraflı olması hiç, ama hiç mümkün değildir. Olayın iki tarafı var mı, kesinlikle var. O halde fırsatın “çift taraflı” yakalanmış olması ve her iki tarafın bazı ortak müştereklerde buluşması gerekir. Yani, bir “anlaşma” söz konusudur. Böyle bir durum var mı, gerçekten bilmiyoruz. Peki, ne biliyoruz; DTP’lilerin her geçen gün daha radikal söylemlerde bulunmaya başladıklarını.  “Kürt coğrafyası”, “Kürdistan’ı kabul edecekler”, “Sn.Öcalan ve PKK’nın muhatap alınması şart” gibi son derece keskin söylemler bu döneme ait. Genel olarak gözden ve dikkatten kaçan bir cümle var ki, bana göre en önemli ve belirleyici cümle bu; “Kürt sorunu, sadece Türkiye’deki Kürtlerin değil, bölge ülkeleri Irak, İran ve Suriye’de yaşayan Kürtleri de kapsar. Bu sorun, Ortadoğu’nun sorunudur”.

Sponsor Bağlantılar

Çok önemli bu cümlenin açıklaması, anlamı, özeti şudur; “Siz Türkiye’de PKK veya DTP’nin tüm taleplerini harfiyen yerine getirseniz, örneğin; en başta Öcalan’ı serbest bıraksanız, Türkiye’nin Doğu ve Güneydoğu bölgesini Kürdistan Özerk Bölgesi ilan etseniz ve başına, serbest bıraktığınız Öcalan’ı getirseniz de bu “Kürt sorunu” çözülmüş sayılmaz. Ne zaman, Irak ve Türkiye’de olduğu gibi İran ve Suriye’de de Kürdistan bölgeleri kurulur, işte o zaman Kürt sorunu tamamen çözülmüş olur”. Bunun anlamı kesinlikle budur ve bundan başkası da asla değildir.

Hal böyleyken, siz nasıl olur da halâ , çeşitli bazı açılımların, gelişmelerin bir anlamı, bir manası olduğunu düşünebilirsiniz ki? Açılım denilen uygulamaların hiçbiri, arkası gelmesi son derece kesin taleplerin önünü asla kesemez, kesmez. Burada amaç son derece net ve tektir; dört parçadan oluşan “Kürdistan”.

Yıllardır, DTP ve öncesi siyasi partilerin ileri gelenlerine, çeşitli platformlarda sıklıkla; “Siz gerçekten ne istiyorsunuz, bir türlü anlayamadık. Bunu bir de siz açıklar mısınız? Ne istiyorsunuz?” diye sorulur. Cevap ise genellikle; “Biz kan dursun istiyoruz. Demokrasi, barış ve kardeşlik istiyoruz. Anadilimizi, kültürel haklarımızı istiyoruz. Resmiyette tanınmak istiyoruz. İnkâr politikaları bitsin istiyoruz. İstiyoruz da istiyoruz” şeklindedir ve böyle geçiştirilir.

Hiç biri, gerçek amacı açıkça söyleyememiştir. Çünkü orası, amiyane tabirle “zurnanın zırt dediği yer”dir, kolay kolay ve açıkça söylenemez. Aralara sıkıştırılır, kitlelere mesajlar verilir, kendi aralarında konuşulur, tartışılır ama kamuoyu önünde açıkça dillendirilemez. Böyle olduğu için de, “ne istendiği” sorusu yüzlerce kez tekrar tekrar sorulur ve nihayetinde, öncelerinde olduğu gibi yine tekrar tekrar geçiştirilir.

Bir önemli konuya daha buradan parmak basmak gerekiyor. Çünkü bu konu da, çok önemli olmasına rağmen, basında görmesi gereken ilgiyi hemen hemen hiç görmemiştir. “Artık bölmek istemiyoruz. Üniter yapıdan yanayız”.

Ne demek bu? Hemen söyleyelim, anlayamamış ve dikkatini çekmemiş olanlara.

“Biz eskiden, yani Öcalan Şam’dayken, Türkiye’yi bölmek ve Kuzey Kürdistan’ı kurmak istiyorduk. O zaman ki barış, kardeşlik, insan hakları, kültürel hak taleplerimiz, anadil gibi istek ve dayatmalarımız, hak getireydi, palavraydı. Ama şimdi bu palavralar gerçek oldu. Çünkü artık bölücü değil yapıcı, hatta birleştiriciyiz. Bölmekten vazgeçtik, artık diyalogdan yanayız. Şimdi bizi muhatap alın”. Bunun başka izahı yok.

Peki, ya “yok yok biz tekrar vazgeçtik, aynen eskisi gibi Türkiye’yi bölmeye karar verdik” derlerse, o zaman ne olacak?

Katıldığı son televizyon programında “Gelin, şartsız ve koşulsuz Öcalan’ı da kapsayan bir af çıkartın, sorun hemen çözülür. Ayrıca ‘Kürt coğrafyası’ sözümüzden de korkmayın” diyen Sırrı Sakık, aslında bu korkuyu kendilerinin zor da olsa yenmeyi başardıklarını anlatmaya çalışırken, siz de buna alışırsınız deyiverdi. Aynen Osman Baydemir’in sarf ettiği “Bir gün bu coğrafyanın adını (Kürdistan) kabul edecekler” ve aynen Emine Ayna’nın dillendirdiği “Seçim sonuçları ile Kürdistan’ın sınırları çizildi” sözleri gibi.

İşte size, dayatılan “Kürt sorunu, açılımlar ve çözüm önerileri”. Daha düne kadar açıkça “Apo” ve “PKK” diyemeyenler, bugün Devlet televizyonlarından “Sayın Öcalan” ve “partimiz, kardeşlerimiz PKK” diyebiliyorlar!

Tarihi fırsatın ne olduğunu, nasıl yakalandığını, olacak güzel şeylerin de ne olduğunu gerçekten çok merak ediyor ve “bekleyelim görelim” diyorum.

 
Sabahattin Talu
sabahattintalu@gmail.com