Birinci Kısım

Sponsor Bağlantılar

1903 senesi sonbaharında yağmurlu bir gecede, Aydın’ın Nazilli kazasına yakın Kuyucak köyünü eşkıyalar basar ve bir karı kocayı öldürürler. Kaymakam Selahattin Bey, yanına doktor ve jandarmaları alarak olay yerine gider. Eve girdiklerinde yatağın üzerinde kanlar içinde iki ceset görürler. Odanın kenarında diz çöküp oturan ve kendilerine bakan küçük bir çocuk olduğunu fark ederler.
Kaymakam Selahattin Bey, Yusuf adındaki bu çocukla konuşmaya başlar. Yusuf, annesine saldıran eşkıyalardan biriyle boğuşurken sağ elinin başparmağı kesilmiştir. Bunu fark eden doktor, çocuğun kopuk parmağını tamamen keser. Yusuf olaydan hemen sonra koşup jandarmaya haber vermiş, kanlar içinde yatan anne babasının üzerine yorgan örtmüş, korkusuz bir şekilde başlarında beklemiştir.

Selahattin Bey, Yusuf’un gidecek bir yeri olmadığını öğrenince ona acır, başından böylesi acı bir olay geçen küçük bir çocuğu ortada bırakmaya gönlü razı gelmez. “Benimle gel… Benim yanımda kal. Ben seni baban gibi severim, olmaz mı?.. Benim oğlum ol. Benim hiç erkek çocuğum yok!” (s.17) Kaymakamın karısı Şahinde Hanım, köylü piçi olarak gördüğü küçük Yusuf’un eve getirilmesinden memnun değildir, fakat kocasına karşı gelemez. Şahinde Hanım, kocasından on beş yaş küçüktür. Kişilik yönünden ayrı dünyaların insanıdırlar. Evlilik yaşamında hayal kırıklığına uğrayan Selahattin Bey, kendisini içkiye vermiştir. Selahattin Bey’in Muazzez adında küçük bir kızı vardır. Yusuf kendisine gösterilen soğuk davranışlara aldırış etmez. Şahinde Hanım’ın kocasına karşı sinirli tavırlarını gören, saygısız sözlerini duyan Yusuf hayrete düşer. Küçük kıza kanı kaynar, onunla oyunlar oynar.

Kaymakam Selahattin Bey’in Edremit’e tayini çıkar. Yusuf on yaşındadır, okula başlar. Büyük bir hevesle okula başlayan Yusuf, okuldan çabuk sıkılır. Yusuf’un okumada gözü olmadığını gören Şahinde Hanım, bu çocuğun ileride bir baş belası olacağını söyler. Kocasını, kızını da yanına alıp evi terk etmekle tehdit eder. Kaymakam, karısının dırdırlarına kulak asmaz, gitmek isteyene kapının açık olduğunu söyler. Serbestliği seven Yusuf, şehir yaşamına ayak uydurmakta zorlanır.

Yusuf, okumayı  öğrendikten sonra okulu bırakır. Selahattin Bey’in bu duruma canı  çok sıkılır, Yusuf’un iyi bir eğitim almasını ister, ancak işi oluruna bırakır. Yusuf, okumanın boş bir uğraş  olduğuna inanmaktadır. “Hocanın bildiği birisinin işine yarasa, kendi işine yarardı. Sen bile okudun bildin de ne oldun sanki? Benim babam bir şeycikler bilmezdi ama, evinde sözü senden çok geçerdi… Şu Şahinde anam sabahacak envek (ahmak) gibi dırlanır durur da bir yolunu bulup onu bile susturamazsın; ne edeyim ben senin okumanı?” (s.24) Selahattin Bey’in aksine Şahinde Hanım, Yusuf’un okula gitmemesinden şikâyetçi değildir; kızı Muazzez’i istediği zaman Yusuf’a bırakıp gönlünce gezebilmektedir.

Yusuf yaşadığı  şehre kendisini yabancı hisseder. Bir gün sokak kavgasında kendisiyle alay eden bir çocuğu yumrukla yere serer, çocuğun ağzı  yüzü kan içinde kalır. Bu olaydan sonra mahallenin çocukları  Yusuf’tan çekinirler. Bakkal Şerif Efendi’nin oğlu Ali, Yusuf’un yakın arkadaşıdır.

Yusuf, kız kardeşi Muazzez ile yakından ilgilenir. Şımarık bir kız olan Muazzez, Yusuf’un sözünden çıkmaz, anne babasından çok ağabeyi Yusuf’u sever. Şahinde Hanım sürekli olarak gezmelerde eğlencelerdedir. Selahattin Bey ise gündüz hükümet işleri, gece de rakı meclisleri yüzünden eve geç saatlerde gelir, bazen haftalarca kızını görmediği olur.

Birbirine benzeyen seneler ağır ağır geçer. Edremit’e geleli altı yıl olmuştur. Yusuf on altı, Muazzez ise on yaşındadır. Yusuf, Selahattin Bey’in Cennetayağı denilen yerde tuttuğu bağda zeytin ağaçlarıyla ilgilenir, işçilerin fakirliğine acır, onlara karşı iyi davranır. Yusuf arkadaşlarına karşı yine soğuktur, ne yaparsa yapsın bir türlü şehirlilere alışamaz, kanı kaynamaz. Aldatılmaya, yalancılığa hiç tahammülü yoktur. Fakir işçilere köpek muamelesi yapılmasını hazmedemez.

Bir bayram günü  Yusuf, Muazzez ve Ali gezintiye çıkarlar. Muazzez on üç yaşına gelmiş, güzel bir kız olmuştur. Ali’nin kaçamak bakışları  Muazzez’in üzerindedir. Meydanın tam orta yerine salıncaklar kurulmuştur. Ali ile Muazzez salıncağa binerler. Bir süre sonra yanlarındaki salıncağa, Fabrikatör Hilmi Bey’in oğlu Şakir’le arkadaşı İhsan binerler. Şakir, on sekiz yaşında, kasabadaki herkesin kendisinden yaka silktiği, ayyaş, hovarda, ahlâksız bir gençtir. Babasının kazandığı paraları kadınlarla yiyen, sürekli rezalet çıkaran biridir. Şakir sarhoş olduğu için salıncakta binbir güçlükle denge sağlamaya çalışır. Gözlerini Muazzez’e diker, bakışlarıyla genç kızı rahatsız eder. Bir ara başındaki oyalı yemeniyi çıkarıp yanı başında sallanan Muazzez’in üzerine atar. Muazzez çok korkar. Bunu gören Yusuf, kız kardeşi ile Ali’yi gönderir. Salıncaktan indikten sonra güçlükle ayakta durmaya çalışan Şakir’in üzerine yürür. Şakir tam silahını çekecekken Yusuf’un güçlü yumruğu Şakir’in suratında patlar. Yusuf yere düşen Şakir’e iki de tekme atar. Şakir, yaptığı terbiyesizliğin bedelini pahalıya öder. Bu sırada Hacı Etem gelir, Şakir’i sakinleştirmeye çalışır. Hacı Etem, kasabanın kabadayısıdır. Aynı zamanda Şakir’in koruyucusu ve en yakın arkadaşıdır. Fabrikatör Hilmi Bey’in hizmetinde çalışır. Hilmi Bey’in zenginliği sayesinde, her türlü kanunsuz ve pis işleri kılıfına uydururlar.

Yusuf zeytinlikte çalışırken, daha önce Hilmi Beylerin hizmetinde olan bir kadın, on iki yaşındaki kızıyla gelip kendisinden iş ister. Kocasının kendisini terk ettiğini, aç ve çaresiz bir halde ortada kaldıklarını  söyler, yardım ister. Yusuf, kadının durumuna acır, zeytinlikte çalışmalarına izin verir. Bir akşam Yusuf, kadınla birlikte gider, bakkaldan pirinç ve yağ alır. Kadının kızıyla birlikte kaldığı eve giderler. Kadın başlarından geçen acı ve talihsiz olayları bir bir anlatır. Birkaç gün önce Hilmi Beylere temizliğe giden kızı Kübra’ya, Şakir Bey’in tecavüz ettiğini söyler. Bu olaydan sonra kadıncağız, kızını alıp Yusuf’un zeytinliğine gelmiştir. Kadın başlarından geçen kötü olayları anlatırken kapı çalınır. Hacı Etem içeriye girer. Kadın öfkeyle, Şakir Bey’in yaptığı rezilliği tüm kasabaya anlatacağını söyleyerek Hacı Etem’in üzerine yürür, bağırıp çağırır. Hacı Etem, kadına şiddetli bir tokat yapıştırır. Tam bu sırada Yusuf, Hacı Etem’in boğazından yakalar, yumruğunu vurmak üzere elini kaldırır. Fakat Hacı Etem, bıçağını Yusuf’a saplar, Yusuf yere yıkılır.

Şakir, salıncak olayından sonra Muazzez’e göz koymuştur. Yusuf’un kız kardeşini elde ederek ona olan hıncını çıkaracaktır. Kaymakam Selahattin Bey’in, kızını Şakir gibi bir serseriye asla vermeyeceğini düşünen Hilmi Bey, kaymakama bir tuzak kurar. Bir gece içki meclisinde Selahattin Bey’e
kumar oynaması için ısrar ederler. Kumar masasında oyun kızıştıkça kızışır. Hilmi Bey, kaymakama sürekli olarak borç verir. Selahattin Bey, kumar masasından ancak sabaha karşı kalkabilir. Selahattin Bey’in borcu, 320 liradır. Bu borcu, kaymakamın üç-beş senede dahi ödemesi mümkün değildir.

Ertesi gün Hacı  Etem, Selahattin Bey’in makamına gelir ve ona 320 altın borcu olduğuna dair bir kâğıt imzalatır. Kaymakamın nasıl bir oyunun içine düştüğünü anlaması pek uzun sürmez; o günün akşamında evine geldiğinde, Hilmi Bey’in karısının Muazzez’e görücü geldiklerini öğrenir. Selahattin Bey, kızının henüz çocuk yaşta olduğunu, bu nedenle kimseye verilecek kızının olmadığını söyler. Şahinde Hanım, böylesi zengin bir kısmeti elinin tersiyle ittiği için kocasına karşı çıkar. Şakir’in nasıl biri olduğunun pek bir önemi yoktur onun için. Fakat Selahattin Bey, bu konuyu kapatır. Muazzez’in istenmesi olayını Yusuf’tan gizlerler.

On-on beş gün sonra Yusuf’u yaralı bir halde eve getirirler. Baldırından bıçaklanmış olan Yusuf on beş-yirmi gün yatar. Zeytinlikte çalışmaya başlayan otuz beş yaşlarındaki kadınla kızı Kübra da Yusuf’un başında beklerler. Kaymakamın evinde kalırlar, evin işlerine bakarlar. Muazzez, ağabeyinin neden bıçaklandığını, ağabeyi ile Kübra arasında ne olduğunu merak eder. İçten içe de Kübra’yı kıskanır. Kübra’nın Yusuf’a karşı ilgili davranması, Muazzez’in kıskançlık duygularını kabartır. Muazzez, Kübra’ya acımasına rağmen ona karşı soğuk durur.

Muazzez, ağabeyi Yusuf’a, Hilmi bey’in oğlu Şakir için kendisini istemeye geldiklerini söyler. Babasının bu işe gönüllü olmadığını, fakat annesinin istekli olduğunu belirtir. Hilmi Beylerin çok zengin olduğunu, daha şimdiden hediyeler gönderdiklerini söyler. Şakir Bey’in annesinin vermiş olduğu iki bileziği, kollarını uzatarak gösterir. Muazzez’in konuşmaları Yusuf’u çileden çıkarır. Yusuf, kız kardeşinin Şakir’le evlenmek istediğini zanneder. Fakat Muazzez’in gönlü, ağabeyi Yusuf’tadır. Muazzez, bilezikleri çıkarıp yorganın üstüne atar. Yusuf öfkesinden, bilezikleri parmaklarının arasında ezerek odanın bir köşesine fırlatır. Muazzez ağlamaya başlar. Yusuf, henüz yaşının ufak olduğunu, karşısına çok daha iyi kısmetlerin çıkacağını söyler. Muazzez duygularını dışa vuramaz.

Selahattin Bey, yaşlılığın ve içkinin tesiriyle iyiden iyiye yıpranmıştır. Bir de buna Hilmi Bey’e olan 320 altınlık borç senedi eklenince, bunalıma girer. Kendisini, Şakir’in aslında sanıldığı kadar kötü biri olmadığına, günden güne düzeldiğine inandırır. Kızı Muazzez’i Şakir’e vermede bir sakınca görmez. Konuyu Yusuf’a açar. Kaymakam, Yusuf’u ikna etmeye çalışır, fakat Yusuf çok sert karşılık verir. Şakir gibi bir ite kız verilmeyeceğini söyler. “Sen kararını vermişsin, bana bunları ne diye anlatıyorsun?.. Kızın babası sensin, onu benden çok düşünmen lazım. Bana ne?.. Bildiğim, bu Şakir’in bir it olduğudur. Böylelerine kız filan verilmez.” (s.64)

Yusuf, babasına Şakir’in asla düzelmeyeceğini ispatlamak için Kübra ile annesini odaya çağırır. Kübra’nın başından geçen kötü olayı anlatmasını ister. Kübra, Şakir’in kendisine nasıl sürekli askıntı olduğunu, son olarak da Cennetayağı’ndaki bağa eşya taşımak için gittiğinde Şakir’in bir odada kendisini sıkıştırdığını, odadan kaçıp merdivene yöneldiğinde Hilmi Bey’in merdivenden sırıttığını, sonra pencereden atlamak için dışarı sarktığını, fakat Şakir’in onu yakalayarak zorla içeri çektiğini, o sırada Hacı Etem’in de kapı önünde olduğunu ve Şakir’in kendisine zorla sahip olduğunu anlatır.

İkinci Kısım

Yusuf, arkadaşı Bakkal Ali ile dertleşir, babasının 320 liralık borcunu nasıl ödeyeceğini düşünür. Ali, bu parayı kendisinin bulabileceğini söyler. Ali’nin genç yaştayken dul kalmış zengin bir anneannesi vardır. Ali’nin gönlünde Muazzez’e karşı duygu kıpırdanmaları  vardır, ancak bunu Yusuf’a söylemeye çekinir. İnsanların bir çıkarı olmadan iyilik yapmayacaklarına inanan Yusuf, arkadaşının Muazzez’i istediğini anlar. Yusuf bu durumdan hiç hoşlanmaz, fakat babasının 320 altınlık borç senedini ödemenin de başka yolu yoktur. Bir anlamda Yusuf, babasını kurtarmak için kendisini yakar. Muazzez’i deliler gibi sevmesine karşılık bu aşkı  yüreğinin derinliklerine gömer. Muazzez’le evlenme hayali Ali’yi heyecanlandırır. Ali, arkadaşı Yusuf’un sözlerindeki öfkeyi, acıyı anlayamaz.

Yağmurlu bir günde Yusuf, Hacı Etem’e senedi getirmesini söyler. Hacı Etem beyninden vurulmuşa döner, doğru Hilmi Bey’in yanına gider. Selahattin Bey gibi züğürt bir memurun bu kadar parayı denkleştiremeyeceğini düşünürler. Hacı Etem akşamüstü iki adamıyla Çınarlı Kahve’ye gelir. Yusuf 320 altını sayarak verir, senedi alır. Yusuf’un parayı ödeyip senedi alması, Hilmi Beylerin planlarını boşa çıkarır. Muazzez’i Şakir’e alabilmek için kaymakamı köşeye sıkıştırmaya yönelik ellerinde hiçbir kozları kalmaz. Şakir, Muazzez’i kaçırmayı düşünür.

Yusuf eve geldiğinde Muazzez’in kendisiyle konuşmak için beklediğini görür. Muazzez, “Ağabey, beni kaça sattınız?.. Daha doğrusu beni kaça sattın?” (s.83) diyerek ağabeyinden hesap sorar. Muazzez babasının kumar borcunun nasıl ödendiğini annesinden öğrenmiştir. Yusuf, Ali’nin iyi biri olduğunu söyler. Muazzez’e kiminle evlenmek istediğini sorar. Muazzez, Yusuf’un gözlerine bakar, Yusuf’un ellerini avuçlarının içine alır, “Kimi istiyorum, anladın mı?” (s.84) der. Yusuf, her şeyi anlar, kahverengi gözlerinden yaşlar damlar.

Tam anlamıyla bir çıkmaza giren Yusuf, ne yapacağını bilemez; bir tarafta Muazzez, diğer tarafta Ali’ye verdiği söz. Utana sıkıla Ali’nin yanına gider. Ali, sevincinden havalara uçmaktadır. Muazzez’i ikna etmesi için Yusuf’tan yardım ister. Yusuf’un içi kan ağlar, fakat belli etmez. Yusuf eve gelir. Muazzez heyecandan bayılacak gibidir. Yusuf’un ağzından çıkanlar, genç kızı üzer. Yusuf kalbindeki aşka rağmen Ali’nin iyi biri olduğunu, Ali’nin annesinin kendisini istemeye geleceğini söyler. Bu konuşmadan sonra Yusuf, Muazzez’le karşılaşmamak için eve seyrek uğrar, vaktinin çoğunu zeytinlikte geçirir. Bu arada görücüler gelir, Muazzez istenir. Kaymakam Selahattin Bey, kumar borcu ödendiği için gayet keyiflidir. Şahinde Hanım gezmelerinden geri kalmaz, damadının zengin olması onu mutlu eder. Asıl cehennem azabı çeken Yusuf ile Muazzez’dir. Muazzez, Yusuf’la konuşmak ister, fakat Yusuf buna izin vermez.

Bir felaket haberi her şeyi değiştirir. Ali, arkadaşı İhsan’ın düğününe gider. Düğüne Hacı Etem’le Şakir de gelirler. Bakkal Ali’nin kaymakamın borcunu ödeyerek kızı Muazzez’i aldığı söylentisi yayılmıştır. Sevdiği, göz koyduğu kızın elinden alınması, Şakir’i deliye döndürmüştür. Şakir, oyuna kalkar, naralar atmaya başlar: “Benden kabadayısı varsa, çıksın bu meydana!.. Benim yediğim yemişe elini kim sürecekmiş bakayım?.. Böylesi varsa kanını içerim!” (s.96) Tabancasıyla önce havaya ateş eder, daha sonra da herkesin gözü önünde tabancasını Ali’ye doğrultur ve
ateş eder. Ali’yi öldürür. Jandarmalar, Şakir’i yakalarlar. Hacı Etem, şahitlerle konuşur, onların gözünü korkutur. Soruşturmayı yapan çavuşun masasına iki altın kesesi bırakır. Hacı Etem yanında getirdiği tabancayı, Şakir’in tabancasıyla değiştirir. Olaya kaza süsü verilir. Hacı Etem’in gayretleri neticesinde Şakir bir hafta sonra serbest bırakılır.

Selahattin Bey’in kalbi yaşlılık ve içkiden dolayı teklemeye başlar. Yaşamından pek memnun değildir, kendisini yapayalnız hissetmektedir. Şakir’in mahkemesiyle hiç ilgilenmez. Şahinde Hanım, kızını bir bakkala vermediği için sevinir. Muazzez, kalbini Yusuf’a açmasında hiçbir engel kalmadığı için sevinir. Yusuf’un da üzerinden büyük bir yük kalkar. Yusuf’un bu dünyada en çok değer verdiği, en çok sevdiği kişi Muazzez’dir, fakat ona karşı mahcuptur. Çünkü Muazzez’e duyduğu aşkın gereğini yapmamış, sevdiği kızın Ali ile evlenmesine zemin hazırlamıştır.

Yusuf’un eve seyrek gelmesi, kaymakamın hastalığı, Şahinde Hanım’ın işine yarar. Gönlünce gezip eğlenir. Şahinde Hanım, çoğu zaman kızını  da yanında götürür. Muazzez on beş yaşında genç bir kız olmuştur. Her geçen gün biraz daha olgunlaşan Muazzez, Yusuf’un kendisinden neden kaçtığını anlamaya çalışır. Bazen sırf Yusuf’u kıskandırmak için annesinin peşine takılır, gezmeye gider. Gizliden gizliye Hilmi Beylere de giderler, türlü hediyelerle dönerler. Muazzez, Yusuf’un dikkatini çekebilmek için çok uğraşır. Şakir’den ve ailesinden hiç hoşlanmaz, hatta çok korkar. Yusuf, kocaman adam olmuştur, fakat hâlâ bir baltaya sap olamamıştır. İşsiz güçsüz, ortalıkta bir serseri gibi dolanmak Yusuf’un canını sıkar. Bu şekilde nasıl evlenip yuva kuracağını, ailesinin geçimini çıkaracağını düşünür. Yusuf, içinde verdiği çetin savaşlardan sonra Muazzez’le konuşmaya karar verir. Eve yaklaştığında kalbi heyecandan hızlı hızlı atmaya başlar. Kapıyı Kübra açar. Muazzez’in annesiyle birlikte Hilmi Beylerin bağına gittiğini öğrenir. Kübra, Yusuf’a duyduğu sevgiyi daha fazla taşıyamaz, Yusuf’un önünü keser, gitmemesini söyler. Yusuf, Kübra’ya karşı hiçbir şey hissetmez. Yusuf’un kalbi Muazzez için atmaktadır. Kübra bu duruma daha fazla dayanamayacağını, annesiyle birlikte evden ayrılacaklarını söyler.

Yusuf yaylı bir araba kiralar. Atları kamçılar, dörtnala sürer, Hilmi Beylerin Cennetayağı’ndaki bağına gider. Muazzez, ağabeyine niçin geldiğini sorar. Yusuf, kendisi için geldiğini söyler; Muazzez’in yeldirmesini almak için içeriye girmesine bile müsaade etmez, ne olursa olsun artık kendisini hiç bırakmayacağını söyler, onu arabaya bindirir. Yusuf nereye gittiğini bilmeden atları dörtnala sürer. Hava kararır, fakat konaklayacak bir yer bulamazlar. Geceyi geçirmek için çamlık bir yerde dururlar. Yusuf, Muazzez’i arabadan indirir. Çamların arasından denizi seyre dalarlar. Öylesine mutlu ve huzur doludurlar ki, birbirlerine söyleyecek tek bir söz bulamazlar. Aşklarını gülümseyerek gösterirler. Muazzez, Yusuf’un kollarında uyuyakalır. Yusuf, sevdiği kızı kollarına alır, arabaya götürür.

Üçüncü Kısım

Kızının yeldirmesini bile almadan bağ evinden kaçması Şahinde Hanım’ı telaşlandırır. Hemen eve döner. Kübra ile annesi de o gün evden ayrılmışlardır, bir daha dönmemek üzere. Şahinde Hanım, ne yapacağını şaşırır, kocasını bekler. Selahattin Bey gelince jandarmaya haber verilir. Jandarmalar, Yusuf ile Muazzez’in peşine düşerler. Yusuf, İsmail adındaki genç bir köylüyle babasına haber gönderir. Genç köylü, Yusuf ile Muazzez’in nikâhlarının kıyıldığını söyler. Yusuf’un dönme niyetinin olmadığını da belirtir. Selahattin Bey, genci ikna eder, birlikte Yusuf ile Muazzez’in kaldığı Tahtacı köyüne giderler. Yusuf, elindeki parayla bir at ve bir araba alıp işleyeceğini söyler. Kaymakam, kızının bu şekilde yaşamaya alışkın olmadığını söyler. Edremit’e dönmeleri için epey dil döker. Sonunda Yusuf’u ikna etmeyi başarır.

Edremit’e döndükten bir hafta sonra, kaymakamın evinde dostlar arasında küçük bir eğlence düzenlenir. Yusuf’un kaldığı oda süslenir, odaya birkaç  yeni eşya konur. Şahinde Hanım vaktinin çoğunu gezmelerde geçirir, eve pek nadir uğrar. Yusuf bu durumdan hoşnuttur. Kaynanasının dedikodulu bir hal almaya başlayan gezmelerinden midesi bulanır. Yusuf’un gidecek bir işi olmadığından bütün gün evde boş boş oturur, canı sıkılır. Evde hazır yiyici konumuna düşmek, Yusuf’u iyice ezer. Tüm bu olumsuzluklara rağmen Yusuf ile Muazzez birlikte olmaktan çok mutludurlar, birbirlerine tutkuyla bağlıdırlar.

Selahattin Bey, Yusuf’a arabacılık mesleğini yakıştıramaz. Onu kendi yanına “tahrirat katibi” olarak alır. Yusuf’un bir memur olarak işe girip çalışacak olmasına Muazzez çok sevinir. Yusuf, nihayet bir işi olduğu, kendi geçimini kendisi çıkaracağı için sevinir. Ancak masa başında saatlerce bomboş oturmak Yusuf’un doğasına aykırıdır, onu çok sıkar. “İşsizlikten şikâyet etmiş, bir baltaya sap olmak istemiş, eve yük olmaktan kurtulmak için aylardan beri çareler düşünmüştü. İşte şimdi bir iş sahibi idi. Yazık ki bu iş ona boş gezmekten daha az sıkıcı ve daha az manasız gelmiyordu.” (s.159)

Selahattin Bey’in hasta kalbi, yılların yorgunluğunu daha fazla taşıyamaz. Selahattin Bey kırk altı yaşında ölür. On yıldır hizmet verdiği Edremit halkı, kaymakamın cenaze törenine akın eder. Selahattin Bey’in ölümünden sonra, Edremit’e İzzet Bey adında, içkiye ve eğlenceye düşkün genç bir kaymakam gelir. Geldiğinin hemen ikinci gecesi şehrin zenginleriyle kafayı çeker. Yusuf’un merhum Selahattin Bey’in damadı olduğunu öğrenir. Yusuf, yeni gelen kaymakamdan pek hoşlanmaz, tedirgin bir bekleyiş süreci başlar. İşini kaybetmekten korkar. Yeni kaymakam, Hilmi Bey’in evinde düzenlenen içkili eğlencelere de katılır.

Kaymakam İzzet Bey, bir gün Yusuf’u odasına çağırtır, başparmağı olmadığı  için ne kadar uğraşırsa uğraşsın güzel yazı yazamayacağını  söyler. Yusuf’u, doğasına uygun bir iş olan “süvari tahsildarı” yapar. İzzet Bey, Yusuf’a güzel bir at satın almasını, bundan böyle köy köy dolaşıp köylülerden vergi toplayacağını söyler. Kaymakamın asıl amacı, Yusuf’a uygun bir iş vermek değil, onu göz önünden uzaklaştırmaktır.

Yusuf yeni işinden karısına bahseder. Muazzez, kocası köy köy dolaşırken kendisi yalnız kalacağı için korkar. Yusuf, işin bu yanını düşünmemiştir. Karısının yalnız kalmasından çok, Şahinde Hanım gibi bir annenin eline bırakacak olmak Yusuf’u korkutur. Yusuf, işinden ayrılmak ister, fakat maddi durumları çok kötüdür. Muazzez, işten ayrılmaması için Yusuf’u ikna eder.

Yusuf vergi toplamak için yola çıkar, günlerce köy köy dolaşır, on-on beş günde bir ancak eve döner. Birkaç gün dinlenmesine müsaade edilmeden hemen yeni görevlerle gönderilir. Yusuf, eve çok az para bırakır. Bu parayla geçinmek mümkün değildir. Muazzez günlerce sıkıntı içinde kocasının yolunu bekler. Şahinde Hanım her gün akşama kadar gezip eğlenir. Zamanla kızını da yanında götürür. Şahinde Hanım’ın evinde de içkili ziyafetler, eğlenceler düzenlenir. Muazzez’i de içkiye alıştırırlar. Bu içkili eğlence âlemlerinde Muazzez,
kucaktan kucağa dolaşır. Muazzez ne yaptığını bilmez bir haldedir. Yusuf, bir gün karısının kolundaki bileziklerin nereden geldiğini sorar. Muazzez, altınları annesinin verdiğini söyler. Sıkıştığı anlarda Yusuf’a yalan söylemek, Muazzez’e artık normal gelir.

Muazzez her geçen gün biraz daha balçığa saplandığının farkındadır. Kendisini bu rezil ortamdan çekip kurtarması için Yusuf’u arar, fakat bulamaz, yalnızdır. Şahinde Hanım’ın evinde içkili, çalgılı, erkekli eğlenceler hakkında çıkan dedikodular tüm Edremit’e yayılır. Eş dost, Şahinde Hanımlarla ilişkiyi keser.

“Muazzez bazı günler deli gibi çırpınıyor, ‘Yusuf! Yusuf!’ diye bağırıyordu. Onun her şeyi haber almasını, eve gelip kendisini dövmesini, hatta bıçaklamasını, ortalığın altını üstüne getirmesini istiyor, ancak o zaman bu işlerden sıyrılabileceğini seziyordu…

Hayır, o hiçbir şeyi kendisi değiştiremeyecekti. Her geçen gün onu bu balçık yolda biraz daha ileri, biraz daha derinlere götürüyordu. Arkasına bıraktığı sahilin gitgide erişilmez olduğunu fark ediyor, artık oradan kendisine elini uzatacak birinin bile onu kurtaramayacağını sanıyordu.

Şimdi akşamın olmasını, sofranın kurulmasını, yahut bir yere gitmelerini biraz isteyerek bekliyor, rakı kadehlerini daha az yüz buruşturarak içiyor ve koluna gümüş bir bilezik takan bir erkeğin kucağına oturmaktan eskisi kadar nefret etmiyordu.” (s.196-197)

Muazzez’in sarhoş  bir halde kucaktan kucağa dolaştığını görmek, Şakir’in pek hoşuna gider. Muazzez’e yan baktığı için Yusuf’tan yediği dayağın acısı, yeni yeni çıkar. Yusuf’un karısının düşkün durumu Şakir’i keyiflendirir.

Yusuf bir gün  öğleye doğru soğuktan donmuş bir halde eve gelir. Öğle vakti olmasına rağmen karısının hâlâ uyuyor olması, Yusuf’a tuhaf gelir. Karısının yanına çıkar; karısının yağlı, sararmış yüzü, karışmış saçları, gözlerinin etrafındaki çürüklük…  Muazzez, Yusuf’un gözüne bir yabancı gibi görünür. Süvari tahsildarlığına başlayalı iki ay olmuştur. Karısındaki bu değişim, bu bitkin ve perişan hal Yusuf’u korkutur. Yusuf ne olup bittiğini öğrenmek için kaynanası Şahinde Hanım’ı sıkıştırır. Şahinde Hanım, kendisinin kazandığı iki buçuk lirayla geçinmenin mümkün olmadığını, Kaymakam İzzet Bey’in kendilerine yardımcı olduğunu söyler. Yusuf, deliye döner. “Ben şimdi gider, başkasının işine ne diye karıştığını ondan sorarım!” “Sen mi? Ne yüzle? Ayda aldığın iki buçuk lirayla bu ev geçinir mi sanıyorsun? Seni bu cahilliğinle memurlukta tutan adama ne yüzle çatacaksın?.. İnsan olsan gidip elini öpersin!” (s.202)

Yusuf kaynanası  Şahinde Hanım’ı sert bir dille uyarır. “Ana, neler oldu bu evde? Çok fena şeyler oldu mu? Bana söyleyemeyecek kadar ileri gittiniz mi… Şunu kafana koy! Ne olursa olsun, hiçbir şeyde Muazzez’in kabahati yoktur. On beş yaşındaki kızın ne kabahati olur ki?” (s.201) “Anacığım, söyleyecek şeylerim çok, bir araya toplayamıyorum. Beni belki düşünmezsin, kızını düşün. İstersen ellerini öpüp yalvarayım. Bize kötülük etme… Bizi birbirimizin yüzüne bakamayacak hale getirme. Ben her şeye dayanırım ama, böyle bir şey yapanların ettiklerini yanlarına komam. Ana, bak sana açıkça söylüyorum, şu iş şöyledir, bu da böyledir demiyorum, ama dikkat et, bir kepazelik olursa hepinizi yakarım. Demin de söyledim, Muazzez’e kabahat bulmam, ben onu bilirim. Eğer o da size uyarsa gene sizden bilirim. Parmak kadar çocuğu benim yokluğumda kötü yollara saptıranların kökünü kazırım.” (s.203)

Yusuf, kafasındaki sorulara yanıtlar arar. Kendisi yokken neler olup bittiğini anlamak ister. Âdeta deliye döner. Kaymakam İzzet Bey, Yusuf’u ortalıkta gezerken görünce malmüdüründen hesap sorar. Yusuf başka köylere gitmek üzere yeni bir görev emri alır. Muazzez, kocasının gitmesini hiç istemez. İşinden atılma korkusu, fakirlik, çaresizlik Yusuf’un elini kolunu bağlar.

Yusuf son gidişinde Muazzez’i geride yalnız başına bıraktığı için çok pişman olur. Edremit’e dönerek Muazzez’i alıp uzak bir köye gitmeyi düşünür. Eve döner. Bahçe kapısından içeriye girince kulağına bir ud sesi gelir. Kapıyı aralayınca rezil bir manzarayla karşılaşır: İzzet Bey, Şahinde Hanım, Şakir, Hacı Etem. Sarhoş bir halde olan Muazzez, bölük kumandanının tacizlerine karşı kendisini korumaya çalışmaktadır. Yusuf kapıyı iter, içeri girer; elindeki kamçıyı İzzet Bey’in suratına yapıştırır, sonra diğerlerine savurur. Kamçı, konsolun üzerindeki lambaya çarpar. İçerisi zifiri bir karanlığa gömülür. Yusuf lamba sönmeden az önce, Şakir’in tabancasını kendisine doğrulttuğunu görmüş, görmesiyle de tabancanın patlaması bir olmuştur. Şakir’in tabancasından çıkan kurşun, Yusuf’un kulağının dibinden vınlayarak geçer. Yusuf da tabancasını çeker, rastgele ateş etmeye başlar.

“O zaman Yusuf da ateş etmeye başladı. Evvela karşısına doğru iki el sıktı ve sedirden aşağı bir şeyin yuvarlandığını duydu. Fakat bu ona emniyet vermedi. Bu karanlık odanın her köşesinde bir ölüm saklı olduğunu ve buradan çıkmak için her şeyin yok edilmesi icap ettiğini sanıyordu. Zaten artık kafası herhangi bir şey düşünecek halde değildi. Uzun senelerden beri nefsine karşı yaptığı tahakkümlerin acısı  çıkıyor, içinde boşandığını hissettiği bir çarkı artık durduramayacağını anlıyordu. Bu anda bütün hayatıyla, bütün muhitiyle, bütün dünya ile hesap kesiyor ve bu hesaplaşma, şimdiye kadar her şeye baş eğdiği nispette korkunç oluyordu.

En ufak bir kımıldama olduğunu zannettiği köşeye ateş  ediyordu. Silahında kurşun kalmadığını  anlayınca bir an durdu. Karanlık odada en küçük bir hareket bile yoktu. Ya herkes ölmüş, yahut korkudan bir köşeye büzülmüştü. Pantolon cebinden aldığı fişekleri el yordamıyla tabancasına yerleştirdi. Odanın rastgele iki köşesine birer kurşun daha sıktı.” (s.216)

Yusuf karısını  kucaklar, dışarı çıkarır, ata bindirir. Atını dörtnala sürmeye başlar.

“Hiçbir şey düşünmüyor, sadece kaçmak, hayatının en korkunç devirlerini geçirdiği bu yerlerden mümkün olduğu kadar çabuk uzaklaşmak istiyordu. Nereye olursa olsun! Dağ başlarına, kimsesiz ormanlara veya kalabalık şehirlere!.. Yalnız adamakıllı uzak ve kimsenin onu bulamayacağı bir yere!..” (s.217)

Muazzez yaralıdır, zayıf bir sesle konuşur. Yusuf uzunca bir süre atını dörtnala koşturduğu için hayvanın daha fazla gidemeyeceğini anlar. Soğuk, karlı, rüzgârlı bir gecedir bu. Gocuğunu çıkarır, karısının her tarafını sarar. Karısını bir ağacın altına yatırır. O anda Yusuf’un aklına Muazzez’i kaçırdığı ağustos gecesi gelir. Sabaha kadar yerinde duramaz, karısının etrafında dolaşır. Ortalık aydınlanınca, karısını uyandırmak ister, fakat Muazzez ölmüştür.

Yusuf heybesinden çıkardığı  büyük bir bıçakla kanlı toprağı kazar, derince bir çukur açar. Muazzez’in sol omzunda, boğazına yakın yerde kan pıhtıları  görür. Karısının cansız bedenini çukura yerleştirir, üzerine avuçlarıyla toprak atar. Yusuf
atına atlar, atını dağlara doğru sürer.

“İçindeki bütün yıkıntılara, bütün kederlere rağmen başını yere eğmek istemiyordu. Matemini ortaya vurmadan tek başına yüklenecek ve yeni bir hayata doğru yürüyecekti.”  (s.221)

 
— S O N —