Erden ÖZKANT

Gazeteciler.com sitesini ve yazarları Cenk Açık ile Adnan Berk Okan’ı beğenerek takip ediyorum. Açık da, Okan da müstear isimlerle yazan ve muhafazakâr medyanın içerisinden gelen iki yazar. Özellikle Açık, yaptığı analiz ve eleştirileriyle muhafazakâr medyanın yaptığı yayıncılığı gözler önüne seriyor ve haliyle de bu medyadan ve yazarlarından tepki alıyor.Ben de medya dünyasının içerisinde birisi olarak, medyayı yakından takip ediyorum, bazı isimlerle tanışıyorum. Dolayısı ile medya ile ilgili yazılar da yazıyorum ve dolayısı ile bu dünyaya ilişkin yazılar dikkatimi çekiyor.

Sponsor Bağlantılar

Muhafazakar medya üzerine, o medyanın içerisinden gelen bir isim olan Cenk Açık’ın yazılarından ikisi aşağıda…

Cenk Açık’ın 24 Kasım günü yazdığı yazısından:

Türkiye’de medya denince akla gelebilecek kurum sayısı belli. Öyle değil mi? Eh konu medya olduğuna göre ‘yeni’ olsun ‘eski’ olsun fark etmiyor, bütün medyayı zaman zaman yorumluyor, tahlil ediyor, icabında eleştiriyorum. Kabul, muhafazakar medyadaki arkadaşları eleştirirken daha bir sert yazdığımın da farkındayım. Çünkü düzelmesini, dikkatli olmasını, klas işler çıkarmasını istediklerim, Türkiye’nin vicdanı olabileceğini düşündüklerim burada. Fakat nedir eleştiriye bu denli tahammülsüzlük? Ne zaman bu kadar hoşgörüsüz bir hal aldı bu arkadaşlar, gerçekten şaşırıyorum? Ben eli kalem tutanları eleştiriyorum öyle değil mi? İftira mı atıyorum? Hakaret mi ediyorum? Yalan mı yazıyorum? Kişisel sorunlardan, mahrem konulardan mı bahsediyorum? Esasen, eleştirilerimle gazetecileri, bu ülkeye ‘kaliteli yayın’ yapmakla sorumlu olanları daha nitelikli bir çabaya davet ediyorum. Bunun nesinden rahatsız oluyorlar? Hâlâ bu mahalledeyim. Bu mahallenin sakinlerinin göğsünü kabartacak bir medya oluşturmanın hepimizin görevi olduğunu söylüyorum. Fakat bu görevi savsaklayıp, kişisel beklentilerle heba edenlere de yanlış yolda olduğunu söylüyorum. Peki niye rahatsız oluyorlar? Rahatsız olmakla kalmayıp benim ayrıldığım kurumlara karşı kişisel bir hesap güttüğüm iftirasını yayıyorlar. Böyle bir düşüklüğün içine girebileceğime ihtimal verdiklerine inanamıyorum. Eğer böyle gayri ahlaki stratejilere tenezzül etseydim, bu iddiayı dile getirenlerin şimdi milletin içine çıkacak yüzleri kalmazdı. Hani derler ya biz 40 kişiyiz kırkımızda bir birimizi biliriz. Yaklaşık 20 yıldır bu sektördeyim. Sokakta gazete dağıtarak başladığım mesleğin her kademesinde çalıştım. Tekdüşüncem  ‘bize’ yakışan gazeteler, TV’ler kurmaktı. Bunları başarabileceğim zamanlarda çalıştım. İdealimin gerçekleşmeyeceğini gördüğüm zamanlarda da hiç çekinmeden istifa ettim. Kendi kararımla, istifa ederek ayrıldığım kurumlarla niçin bir hesaplaşmaya girişeyim? Sanırım arkadaşlar işledikleri ‘kabahatlerin’ farkındalar ve bunun hesabının sorulacağının paranoyası ile yaşıyorlar.  Eh korkunun ecele faydası yok. Değil mi? 27 yaşında, gazetedeki genel müdürlük görevimden hangi gerekçe, hangi endişeyle istifa ettiysem,  39 yaşında, medya grup başkanlığından aynı endişe ve gerekçeyle ayrıldım. Daha öncede söylediğim gibi bu mesleğe geçim kaynağı olarak bakmadım, bakmıyorum. Tutkuyla iyi işler yapmayı bir vazife kabul ettim. Bu vazifeye‘istismar’la, ‘ihanet’le, yaklaşanlarla, ‘kişisel kazanım’ olarak bakanlarla bulunduğum makamın verdiği kazanımlara bakmadan tez elden yolumu ayırdım. Bugün ‘yeni medya’ açısından işlerin iyi gittiğini kim söyleyebilir? Tam 12 yıl önce Yeni Şafak yaklaşık 130 bin satıyordu. Şimdi ise Sabah hariç neredeyse ‘yeni medya’ denilen gazetelerin toplam tirajı ancak 120 bini buluyor. Yok mu burada bir tuhaflık? Yok mu söylenecek bir söz?  İşini düzgün yapmayanlara, bu mahallenin göğsünü kabartacak işler çıkarmayanlara kimse bir şey demeyecek mi?  Hiç kimse “Kardeşim nasıl oluyor yönetimine geçtiğiniz gazetelerin tirajı eriyip gidiyor? Niçin yıllardır milyonlarca dolar sübvanse edilen bu kurumlar hâlâ bir varlık gösteremiyorlar? Niçin bu gidişe dur diyecek bir çaba içerisine girmiyorsunuz?..” demeyecek miyiz? Dediğimizde bu kişisel hesaplaşma mı oluyor? “Attığınız manşetler, yaptığınız haberler, yayınladığınız programlar parlak değil, bize yakışmıyor. Bu millet bu mahalle daha iyisine layık” diyemeyecek miyiz? Yazılarınızda yaptığınız, kişisel çıkarlara dayalı ötekileştirmelere kimse ses çıkarmayacak mı? Hak, vicdan, adalet, ahlak vurgusuyla çıktığınız yazarlık yolculuğunuzda zaman zaman gösterdiğiniz sapmaların işaret edilmesini niçin düşmanlık olarak algılıyorsunuz? Nedir sizi bu kadar rahatsız eden asıl neden? Gerçekten bulamıyorum. Yönettiğiniz ya da bünyesinde çalıştığınız gazeteleri, TV’leri kendiniz beğeniyor musunuz? Veyahut çevrenizde beğenen kimse gördünüz mü bugüne kadar? Bütün insanlar mı sizin muarızınız? Herkes mi size düşman? Herkes mi size karşı kişisel dava güdüyor? Muhafazakar medyadaki arkadaşları eleştirirken hiçbir patrona göz falan kırpmıyorum. “Onları at, beni al. Bu işi ben daha iyi yaparım” kıvırtmalar, işmarlara gönül indirecek değilim. Kaldı ki bugüne dek kimseden hiç iş talep etmedim. Hala aynı noktadayım. Kimseden iş istemeye ihtiyacım yok. Çünkü medyayla bir işyeri-çalışan münasebeti kurmadım. ‘İyi iş’ çıkarmak isteyenin beni bulmasını daha makbul saydım. Geldim 40 yaşıma, bugüne dek bir ekiple yapmaya çabaladığımı ‘şimdilik’ tek başıma yazılarımla yapmaya çalışıyorum. Fakat görünen o ki eleştiriden münezzeh medya mensupları, ‘gemilerini yüzdürmek için’ benim tamamen susmamı ve köşeye çekilmemi istiyorlar. Evet 40 yaşıma geldim ve artık emeklilik havasındayım.  Emekliliğimin tadını ise canımın istediği işleri yaparak ve düşüncelerimi istediğim yerde yazıp söyleyerek çıkarmaya çalışıyorum. Bundan niçin rahatsız oluyorlar? Herkes onlar gibi kişisel hesapların,zengin olma tutkusunun,  rehini mi olmalı? Muhafazakar medyadaki arkadaşların bir diğer iftira yöntemleri de, onların yaptıkları işleri eleştirenleri AK Parti muarızı gibi göstermeleri. Diyelim ki AK Parti’ye politik destek veren bir gazetenin manşetini mi eleştirdiniz. “Bu başlık böyle mi atılır?” dediniz… Veyahut “Kardeşim bu yalakalığa varan üslup kimseye fayda sağlamaz” dediniz… Bu eleştiriyi büyük bir ustalıkla kendi üzerlerinden atıp AK Parti’ye karşı yapılmış gibi gösteriyorlar. Sanki biz onları değil de AK Parti’yi eleştiriyoruz. Ve o kişiyi, her gittikleri ortamda büyük bir AK Parti düşmanı ilan ediyorlar. Bundan kendi adıma rahatsız değilim. Bunu düzeltmek için bir çaba harcayanlardan da değilim. Çünkü AK Parti’ye muarız olmasam da, hükümetten şahsi bir beklentim yok. Başbakan Erdoğan’ı kişisel velinimetim olarak görmüyorum. Yanlış iş yaptıklarında, bozuk bir cümle sarf ettiklerinde sadece üzülüyorum, yakıştıramıyorum, hayıflanıyorum. Güzel, şık iş çıkardıklarında ise göğsüm kabarıyor. Ben, bazıları gibi elde ettikleri büyük imkanlar karşılığında AK Parti’ye destek sunanlardan değilim. AK Parti’yi eleştirmek başka, ona politik destek vermek niyetiyle medyada yer tutanların yanlışlarını eleştirmek başka. Bunu niçin yapıyorlar biliyor musunuz? Böyle yaparak eleştirilerin ‘patrona’ ulaşmasını engellemeye çalışıyorlar. Türlü numaralarla üzerini
örttükleri başarısızlıkların ortaya çıkmasından fena halde korkuyorlar. Ama yanıldıkları bir husus var. Ben bu eleştirileri patronları okusun diye yapmıyorum. Samimiyetle, üzüldüğüm için, düzeltmek istediğim için yapıyorum.

Cenk Açık’ın 28 Kasım günü yazdığı yazısından:

Medya niçin top yekûn bir itibar kaybı yaşıyor? Medya neden ‘yandaşı’yla, ‘muhalifi’yla büyük bir sefillik içerisinde? Bir taraf düşmanlığını ‘muhaliflik’ diye satıp bizden kahraman muamelesi görmek istiyor.  Diğerleri ise tarafgirlikle elde ettiği kişisel çıkarı, konumu, sosyal çevreyi  korumak için verdiği savaşı “Eski Türkiye’ye karşı verilen mücadele” olarak görmemizi ve onları el üstünde tutmamızı bekliyor. Kimin aslında ne numara çektiğini herkes biliyor. Fakat birbirlerine bilmiyormuş numarası çekiyorlar. Tamam bu numarayı birbirinize çekebilirsiniz ama bari bize çekmeyin. Mahalle küçük, herkes bir birini tanıyor.