Gül Ebruculukİslam tezyini sanatlarının hazırlanış tekniği bakımından en cazip olanı ve yapılışında sür’atle neticeye varılanı ebruculuktur.  Menşei hakkında kesin bir hükme varmak imkansızsa da, VIII. asırdan itibaren Çin’de liu-şa-cien, XII. asırdan itibaren Japonya’da suminagaşi ve beninagaşi isimleriyle sulu vasatta yapılan bir takım çalışmaların mevcudiyeti, daha sonraki asırlarda Çağatay Türkçesi’yle ebre adını alarak Türkistan’da onaya çıkan bu sanatın tarihi gelişimi hakkında, müphem de olsa bir fikir vermektedir. Türkistan’dan en geç XVI. asır başlarında İpekyolu’nu takiben İran’a geçişinde eb-ri olarak isimlendirilen bu sanat, görünüşüyle gerçekten bulut kümelerine benzer şekiller taşıdığından, buluta nisbet ifade eden bu Farsça ismi doğrulamaktadır. Osmanlı ülkesinde de revaç bulan aynı isim, telaffuz zorluğundan son yüzyılda Türkçe’de ebruya dönüşmüştür. Galat olmakla beraber, kaş gibi şekiller de ihtiva ettiğinden, bu sanata ebru denilmesi bir çelişki sayılmamalıdır; çünkü ebru kelimesi Farsça’da kaş manasına gelmektedir.

Sponsor Bağlantılar

XVI. asır ortalarında Mir Muhammed Tahir tarafından Hindistan’da yapılmaya başlandığı rivayet olunan ebruculuk, buradan İran’a ve sonra da İstanbul’a kadar yayılmıştır. Aynı yüzyılın sonlarında, İstanbul’dan Avrupalı seyyahlar tarafından kendi memleketlerine götürülen ebru kağıtları önce Almanya’da, sonra da Fransa ve İtalya’da mermer kağıdı veya Türk mermer kağıdı, hatta sadece Türk kağıdı adıyla tanınıp benimsenmiş ve oralarda da yapılmaya başlanmıştır. Zaman içinde İngiltere ve Amerika’ya da yayılan ebru kağıdı, her ülkenin sanat anlayışına göre bir başkalık gösterir. Bunda kullanılan değişik malzemenin de rolü olmalıdır, Aşağıda, Osmanlı devrinde İstanbul’daki hazırlanış tarzı anlatılacak olan ebru kağıdının yapılmasında kullanılan alet ve malzeme öncelikle tanıtılacaktır, Bu sanat, su üzerine boyaların serpilmesiyle gerçekleştirilir. Ancak, netice almak bir takım şartlara bağlıdır.

Boyalar

Tabiattaki renkli kaya ve topraklardan elde edilen ve toprak boya denilen bu boyalar suda erimez ve yağ ihtiva etmezler. Aynı hususiyeti taşıyan bazı bitki boyaları da kullanılmaya uygundur. Önce dövülerek, sonra da taş üstünde sulu vasatta muhaddep (dış bükey) bir el taşı (=destesenk) ile inceltilerek bu boyaların zerreleri¬ne ayrılmaları sağlanır. Klasik ebruculukta kullanılan boyalar şunlardır: Sarı renk için zırnık (arsenik sülfür); mavi renk için çivit ağacından elde edilen ve en makbulü Labur (Lahor) şehrinden gelen La-bur çividi; siyah renk için is mürekkebinin de ana maddesi olan balmumu isi veya beziryağı isi; lacivert renk için Bedahşan’dan gelen ve lacivert tası (lapis lazuli) adıyla bilinen Bedabşi laciverdi; beyaz renk için isfidaç (üstübeç, bazik kurşun karbonat); tuğla kırmızısı renk için gülbahar (demir oksitleri fazla olan bir toprak cinsi); morumsu vişne çürüğü renk için Hindistan’da bazı yaprakların üstünde şebnem şeklinde oluşan lök dek) maddesi; tütün rengi için Çamlıca toprağı. Boya çeşitleri sınırlı olmakla beraber, bunların birbirine katılmasıyla yeni renkler (mesela: yeşil renk zırnık ve Labur çividi karışımıyla bulunur) elde edilmesi cihetine gidilmiştir. Ancak cerr-i alaka etmeyen, yani birbiriyle karıştıklarında asli renklerini koruyan boyalar da vardır.

Ebru Teknesi

Kullanılacak kağıdın en ve boyuna uygun eb’adda ve 6 cm. derinliğinde, tercihen çinkodan hazırlanmış, dikdörtgen şeklinde bir teknedir. Eskiden -suyun harice sızmasını önlemek üzere içi ziftle kaplanmış- budaksız çam ağacından (çidene) mamul tekneler de kullanılmaktaydı.

Kitre

Teknenin içine konulacak suya lüzûcet (kıvam) vermek, böylece serpilen boyaların çekmesini önlemek için kullanılan ve çalı sınıfından geven isimli bir bitkinin ifrazatı olan bu madde, krem renginde gayrimuntazam plakalar veya şerider halindedir. Suda bekletilerek miktarına göre 1/100 nisbetinde erimesi sağlanır ve bir torbadan süzülür. Bir tekne kitreli su takriben 600 ebru kağıdı çıkartabilir. Kitre yerine ketentohumu, sahlep, ayvaçekirdeği, bilbe (boytohumu) gibi maddeler de Osmanlı ebruculuğunda kullanılmış; ancak Batı dünyasında kitre yerine denizkadayıfı tercih edilmiştir.

Öd

Kitreli suyun üstüne serpilen renklerin birbirine karışmadan yayılmasını temin için, satıh aktif safra asitleri ihtiva eden sığır ödü, kullanmadan önce her boyanın içine kafi miktarda konur. Fazla öd ihtiva eden boya fazla yayılır. Ebru imalinde, sonradan ilave edilen her renge -önceki renklerin arasında yayılmaya çalışıp kendisine yer açabilmesi için- daha fazla öd koymak gerekir.

Fırça

İnce ve düz -tercihen gülağacından kesilip çıkanlmış- bir değneğin çevresine gevşek olarak sarılmış at kuyruğu kılından yapılma bir fırça kullanılır, modern fırçalarla usûlüne uygun şekilde boya serpilemez.

Tarak

Tahta çıta üstüne muayyen sıklıktaki ince çiviler saplanmakla taraklı ebru yapılmasında kullanılan tarak hazırlanmış olur.

Tel Çubuk

Serpilmiş boyalara sekil vermek için ince, boya damlatmak için kalınca tel çubuk kullanılır. Eskiden bu maksatla tek at kuyruğu kılından faydalanılmıyor.

Ebru Kağıdının Yapılması

Tekneye konulan -usûlüne göre hazırlanmış- kitreli suyun üstüne, içine öd ilave edilmiş olan boyalar, fırça yardımıyla ve her tarafa aynı sıklıkta serpilmeye başlanır; renkler suyun sathına bulut kümeleri gibi yayılır. Her yeni atılan renk, ihtif ettiği öd kesafetine göre daha evvel atılanları ip sıkıştırarak kendisine yer açar, bu tarzdaki ebruya battal ebrusu adı verilir. Aynı tarzın somaki mermerini hatırlatan renkte yapılan cinsine somaki ebrusu denilir.

Battal ebrusunda, ebru sanatkarının boyaları serpmek dışında tekneye müdahalesi mümkün değildir; bir noktadan sonra, hasıl olan şekillere uymak zorundadır. Bu sebeple ebruculuk, külli ve cüz’ı iradenin izahı için arif kişilerce müşahhas bir vakıa olarak kabul edilmiş; boyaları serpmek cüz’i iradeye, tekne sathında ortaya çıkacak olan -önceden meçhul- görüntü de külli iradeye benzetilmiştir. Renkler battal ebrusu hazırlar gibi serpildikten sonra, tel çubuğun ucu kitreli suya dokundurulmak şartıyla önce yukarıdan aşağıya veya sağdan sola, sonra da aksi yönde keskin ve muntazam hareketlerle bütün satıhta yürütülürse ortaya çıkan ebruya tarama (gelgit) ebrusu, tel çubuğun hareketleri düzensiz ve dairemsi olursa şal örneği, tel çubuk yardımıyla muhitten merkeze doğru helezoni hareketler yapılırsa bülbülyuvası adıyla anılan ebrular husule gelir. Yine renkler, battal ebrusundaki gibi serpilerek tarak aleti, telleri kitreli suya girecek şekilde teknenin üstünde dolaştırılırsa, taraklı ebru hasıl olur. Önce tarama ebrusu yapılıp, sonra taraklı ebru haline getirilirse daha da cazip görüntü elde edilir. Bütün bu ebru çeşitlerine en son olarak dağılmayan bir koyu renk serpilmesiyle serpmeli vasfı kazandırılmış olur. Aynı işlem neftyağı ile yapılırsa ebru zemininde küçük boşluklar açılır, böyle hazırlanmış ebrular için neftli tabiri yaygındır. Teknedeki kitreli su kullanılıp kirlendikçe serpilen renkler bazen kum gibi noktalanmaya başlar, buna kumlu ebru adı verilir. Bu noktalar v harfi şeklinde olursa o zaman kılçıklı ebru denilir.

Şimdiye kadar sayılan ebru çeşitleri eğer hafif renkler serpilerek yapılırsa, hafif ebru adıyla anılır ve bilhassa üzerine hat örnekleri yazmak için cazip bir zemin hazırlanmış olur, böyle kağıtlar yazının rahat yazılabilmesi için üstüne kestirilmiş yumurta akından bir cila tabakası sürülür.

Bir ebru çeşidi daha vardır ki, Osmanlı devrinin maruf ebrucularından Ayasofya Camii hatibi Mehmed Efendi tarafından icat olunduğu için hatib ebrusu adıyla tanınır. Bunda, hafif renkli zemin üstüne tel çubuk yardımıyla kuvvetli renklerden birer damla belirli aralıklarla bırakılır, istenirse iç içe birkaç renk daha konabilir. İnce bir iğne, bu kaç kat renkli dairelerin içinde sağdan sola, yukarıdan aşağıya birkaç defa hareket ettirilerek çark-ı felek, yürek, yıldız gibi şekiller elde edilir. Buna bağlı olarak XVIII. asrın bitişine doğru çiçek şekilleri de yapılmak istenmiştir. Lakin  Osmanlı Devleti’nin son yıllarında (1917-1918) ilk defa Hattat Necmeddin Okyay (1883-1976) eliyle, tabii şekline en yakın çiçekli ebrular (lale, karanfil, hercai menekşe, gelincik, gonca gül, kasımpatı, sümbül) yapılması başarılmıştır. Çiçekli ebrular, sanat tarihimizde Necmeddin ebrusu adıyla tanınırlar.

Ebrunun kağıda geçirilmesi: İstenilen tarzda hazırlanan ebru, teknenin üstüne sağ veya soldan yavaşça yatırılan ve 15 saniye kadar bekletilen kağıda bütün güzelliğiyle geçer. Ebruyu yapandan tarafa olan köşelerden tutulup kaldırılan kağıt, öne doğru çekilir ve uzun çıtalar üstüne serilerek gölgede kurumaya bırakılır.

Teknede yapılan nakışlar ancak bir tek kağıda geçirilebilir, bir başka kağıda alınamaz. Bir kere yapılan ebrunun tıpkısı da bir daha tekrarlanamaz, ancak benzeri yapılabilir. Bu cihetten, her ebru asla kopya edilemeyecek bir sanat eseri vasfını taşır.

Yine Necmeddin Okyay’ın buluşu olarak İslam hat sanatında yer alan yazılı ebrular vardır. Bir hat eseri arapzamkı
mahlûlüyle kağıda yazıldıktan ve kurutulduktan sonra ebru teknesine yatırılırsa, zamklı yerler ebruyu almaz ve yazılı kısım kağıt rengiyle kalır. Eski yazma kitaplarda kağıtdaki yazı sahasının aynı, etrafının aynı renge boyanmasına akkase, böyle kağıtlara da akkaseli kağıt denilir. İşte bu işlem, ebruya da tatbik edilmiştir. Hatta XVII. asırda, Hindistan’ın Bijapur şehrinde, bu teknikle ebru resimler yapıldığı bilinmektedir. Ancak, Necmeddin Okyay bunları görmediği halde, hafif ebrulu kağıdın ortasına arapzamkı mahlûlü sürüp, koyuca renklerle ikinci defa tekneye yatırdığında iki ayrı ebrulu, yani akkaseli ebru denilen kağıt yapılmıştır; bu tarz da yine Necmeddin Okyay tarafından yazılı ebruya tatbik edilmiştir.

Osmanlılarda Ebrunun Kullanılma Sahaları

Elin mehareti; gözlerin renk uyumundaki isabeti, lakin hepsinden önde gönül şiiriyeti ile doğan ebru kağıdı, geçmiş asırlarda yazma kitapların ciltlenmesinde (çar-küşe kap) ve yan kağıdı olarak, bundan başka kıt ‘a ve levhaların iç ve dış pervazlarında, ayrıca koltuk denilen kısımlarında çok kullanılmıştır; bu sıralananların pek güzel örneklerine müze ve kütüphanelerde rastlanır. Ancak, XIX yy. da Batı’dan ithal edilen matbu ebru kağıtları, hem bu sanatın zevkini kaçırmış, hem de yerli ebrucuların geçimini güçleştirmiştir.

XVII. asırdan itibaren Batı aleminin de ilgisini çeken ebruculuk üzerine Roma’da 1646 yılında “Türk Kağıdı” olarak belirtildiği ilk neşriyattan beri pek çok eser yazılmıştır. Ebruculuk, devrimizde de şevkle devam ettirilen nadir Osmanlı sanatlarından biridir.

Osmanlı Ebru Sanatkarları