Hayatı

1879 yılında İstanbul’da doğdu. Babası, Osmanlı Adliye nazırlarından Mahmut Paşa, annesi Sultan Abdülhamit’in kız kardeşi Seniha Sultan idi. Babasının konağında özel eğitim gördü; Arapça, Farsça ve Fransızcayı küçük yaşta öğrendi (Kuran, 1965: 231-232). İç politik mücâdeleler, demiryolları imtiyazları gibi nedenlerden çıkan tartışmalar dolayısıyla 1899 yılında Avrupa’ya kaçan babasına -kardeşi ile birlikte- eşlik ettiler (Kuran, 1965: 234-235). Yurt dışında bulunduğu sürede çeşitli beyannameler yayınladı. Kardeşi ile birlikte bir ara Mısır Hidivi’nin yanında bulundular, ama sonra Avrupa’ya geri dönmek zorunda kaldılar (Kuran, 1965: 273-276).

Sponsor Bağlantılar

1902 yılında, Paris’te I. Jön Türk Kongresi’ni topladı. Bu Kongrede, “Osmanlı Devleti’ne yabancı müdahalede bulunmaya ihtiyaç vardır” diyen grubun liderliğini yaptı. Bu Kongreden bir sonuç alamayınca Malta, İngiltere ve Yunanistan’da İstanbul’a “ihtilâl komploları” hazırlamakla meşgul oldu (Kuran, 1965: 326 vd); ancak başarılı olamadı. Bu arada pek çok yabancı gazete ve dergilerde Türkiye hakkında yazılar yayınladı (Ege, 1977). 1902’de, Paris’te Teşebbüs-ü Şahsî ve Adem-i Merkeziyet Cemiyeti’ni kurdu. 1906’da da Terakki Dergisini yayınlamaya başladı.

1906 yılında gene Paris’te toplanan II. Genç Türk Kongresi’ne de faal olarak katıldı.

2. Meşrutiyet’in ilanından sonra, 3 Eylül 1908’de, daha önce ölmüş olan babasının cenazesinide alarak İstanbul’a geldi. Ancak İttihat ve Terakki Cemiyeti ile tâ Avrupa’da başlayan mücâdelesi yurt içinde daha da şiddetlendi; taraftarları tutuklandı. “31 Mart” olayları sırasında – olayları tertipleyenler arasında sayılarak – tutuklandı. Dört – beş gün sonra bırakılmasına rağmen tekrar Avrupa’ya döndü (Kuran, 1965: 463-468). Sonra tekrar Türkiye’ye geldi ama bu kez de Mahmut Şevket Paşa suikastından sorumlu görüldü. CemalPaşa onu, 31 Mart olaylarından, Halâskâr Zabitan Grubu olayından ve Arnavutluk İsyanını teşvikten de suçluyordu (Cemal Paşa, 1933: 29-30,32-36). Gıyaben idama mahkûm edildi. O da bir İngiliz kuruluşuna sığınarak tekrar Avrupa’ya kaçtı.

3. Dünya Savaşı sırasında Osmanlı Devleti’nin tarafsız kalmasını sağlamak için birçok girişimlerde bulundu (Kuran, 1965: 562-564, 580-582). 1919 yılında tekrar İstanbul’a geldi; ancak Hilafet Kanunu dolayısıyla 1924’te tekrar yurt dışına çıkmak zorunda kaldı. 1948’de İsviçre’nin Neuchâtel kentinde öldü. 1952 yılında cenazesi Türkiye’ye getirilerek İstanbul’un Eyüp semtinde babasının yanına gömüldü.

Eserleri

“Prens” Sabahattin Bey’in çeşitli gazete ve dergilerde yayınlanmış birçok yazısı ve bunların kitap haline getirilmiş olanları vardır. Burada, onun çalışmalarından eğitim için önemli olan bazılarını veriyoruz:

– Teşebbüs-ü Şahsî ve Tevsi-i Mezuniyet Hakkında Bir İzah. İstanbul 1324.

– Terbiye-i Milliye ve Islahat-ı Şahsiye: Teşkilât. Terakki. 19-20,1908. S.8-10

– İttihat ve Terakki Cemiyeti’ne Açık Mektuplar. İstanbul 1327.

– 27 Teşrinievvel 328 Tarihi İle Huzur-u Muallayı Padişahiye Takdim Edilen Açık Bir Ariza.

– Türkiye Nasıl Kurtarılabilir? İstanbul 1334.

– Gönüllü Sürgünden Zorunlu Sürgüne. (Ed. M.Ö. Alkan). İstanbul: YKY, 2007

Sabahattin Bey’in Terakki, Revue, Matin, The Times, İkdam, Science Sociale, Serbesti gibi süreli yayınlarda da birçok makale ve mektupları yayınlanmıştır. Hakkında bilgi alınabilecek önemli kaynaklar:

  • Altuniş-Gürsoy, Belkıs. Prens Sabahattin. Tarihi, Kültürü ve Sanatıyla VI. Eyüp Sultan Sempozyumu, Tebliğler, 23-27 Mayıs 2002, Eyüp Belediyesi, İstanbul, 2003.
  • Bayraktar, Bayram. Günümüzde yeniden değerlendirilmesi gereken Bir Düşünür:

Prens Sabahaddin Bey”, Çağdaş Türkiye Tarihi Araştırmaları Dergisi, (Dokuz Eylül Üniversitesi Türk İnkılap Tarihi Enstitüsü) 6,1997.

  • Bayur, Yusuf Hikmet, Türk İnkılâp Tarihi. Cilt: 2/4. Ankara 1952.
  • Budak, Muzaffer. Toplumbilimci Prens Sabahattin. İstanbul 1998.
  • Ege, Nezehat Nurettin, Prens Sabahaddin – Hayatı ve İlmî Müdafaaları. İstanbul 1977.
  • Ergan, Nevin Güngör, Prens Sabahattin’in Osmanlı Sosyal Yapısı Üzerine Görüş ve Önerileri, Türk Yurdu, Aralık 1999 – Ocak 2000, C.19-20, sayı 148-149, s.105-116.
  • Kösemihal, N.Şazi, Memleketimizde Tecrübî Sosyolojinin Doğuşu ve Gelişmesi.

Sosyoloji Dergisi. 6, 1950. s.117-133.

  • Kuran, Ahmet Bedevi, Osmanlı İmparatorluğu’nda İnkılâp Hareketleri ve Millî Mücâdele. İstanbul 1965.
  • Kutay, Cemal, Prens Sabahattin Bey, Sultan II.Abdülhamit, İttihat ve Terakki. İstanbul 1964.
  • Tanyol, Cahit, İçtimaî Monografi Hazırlıkları: Prens Sabahattin. Sosyoloji Dergisi, 4- 5, 1949. s.145- 175.
  • Tütengil, C. Orhan, Prens Sabahattin, İstanbul 1954.

Genel Görüşleri

Sabahattin Bey, ülkemizin ilk sosyologlarından biridir. Herkesin Osmanlı Devleti’ni kurtarmak için sırf politik tedbirlerle uğraştığı bir sırada, o, daha ziyade sosyal değişmeye dikkati çekmiştir. Rejimin ismini ve kanunlarını değiştirmekten ziyade, o ülkede yaşayan insanları değiştirmemiz gerektiği üzerinde durmuş; temelde fert olarak insanı ele almıştır.

“Prens”, hem Abdülhamit yönetimiyle hem de İttihat ve Terakki yönetimiyle mücâdele etmiştir. Hem inkılâpçı hem de ihtilâlcidir. Her iki rejime karşı da ihtilâl hazırlıklarının içinde bulunmuştur.

Sabahattin Bey, mücâdelenin hemen başında “İttihatçılar”la anlaşmazlığa düşmüştür. Ülkede ihtilâl yaparken çıkarımıza uygun ve demokrat hükümetlerle müdahale konusunda anlaşmalar yapalım görüşüyle, Ermenilerle aynı fikri savunmak çizgisine gelmiştir. Bu da Avrupa’daki ve yurt içindeki Türkleri, Sabahattin Bey’den uzaklaştırmıştır. Sabahattin Bey, daha sonra da aynı görüşlerinde ısrar ettiğinden iki grup arasındaki düşmanlık giderek artmış; Meşrûtiyetin ilânından sonra iktidara “karşı grubun” geçmesi, onun daha sonraki başarısızlıklarında en önemli rolü oynamıştır.

Sabahattin Bey’in amacı, Osmanlı İmparatorluğu’nu kurtarmaktır. Bunun için, önce Devleti tehlikeye sokan âmilleri, bütün sebep ve sonuçlarıyla incelemeye koyulmuştur.

O, Devlete çağdaş bir şekil vermek istiyordu. İmparatorluğu, İngilizlerin yaptığı gibi, bir Milletler Cemiyeti (“Uluslar Topluluğu”) haline getirerek dağılmaktan kurtarmak istiyordu.

İmparatorluğun en zayıf unsuru, temel unsur olan Türkler idi. Bu Türk toplumunun bünyesinde bir değişim yapmak gerekiyordu. Sabahattin Bey, burada şu görüşleri ileri sürüyordu: Sosyal bünye değişimi ancak ferdî girişimlerin (“teşebbüs-ü şahsî”) geliştirilmesi şeklinde olabilir. Bu nedenle kışla ve memurluk zihniyetini bırakmalıdır. Serbest, hürriyetçi bir iş ve demokrasi toplumu kurulmalıdır (Kuran, 1965: 401).

İttihat ve Terakki Fırkası ve iktidarı ile aralarındaki en önemli tartışma konusu merkeziyet – adem-i merkeziyet meselesi idi. Sabahattin Bey, Anglo-Sakson dünyasının adem-i merkeziyet (merkezsizlik) sistemini uyguladığı için öbür Avrupalılardan üstün olduğuna inanıyordu. “Merkeziyet, istibdadın kalıbıdır” diyordu (Bayur, 1952: 22). İster Mutlakiyet, ister Meşrûtiyet, isterse Cumhuriyet olsun, her türlü merkezî idareye karşı çıkıyor; “hepsinin sonucu aynıdır”, diyordu (Tütengil, 1954: 27; M.Sabahattin, 1965: 37-38). Bu nedenle Meşrûtiyet taraftarı değildi. Bu, yalnız “iktidarın kemmiyeti”ni değiştirir, bir kişinin yerine beşyüz kişiyi geçirir, diyordu (Bayur, 1952: 21).

Sabahattin Bey’e göre rahatsızlıklarımızın sebebi, halktaki girişim yokluğu ve idaredeki merkeziyettir. Memleketi kurtarmak için, bu noktalarda çalışmak gerekir (Bayur, 1952: 38-39; Hanioğlu, 1981: 195-205). Tanzimat hareketi tesirsiz kalmıştır; halk buna dikkat etmemiştir. Çünkü müslümanlar buna hazır değillerdi, hristiyanlar da eski imtiyazlarını kaybetmekten korkuyorlardı (Bayur, 1952: 29; M.Sabahattin, 1965: 56).

Sabahattin Bey’in programını uygulayabilmek için kuvvetli bir aydın zümresine ihtiyacı vardı. Bunu tâ başta fark etmiş ve 1901’de Kahire’de yayınladığı bir Beyanname’de şu fikirleri ileri sürmüştü: Osmanlıları “ekalliyet-i münevvere” zümresinden “ekseriyet-i münevvere” zümresine geçirmek lâzımdır. Bunu, “usare-i hayatiyet-i içtimaiyeyi takviye” etmek suretiyle gerçekleştirebiliriz. Bu, hürriyet ve adaletle, “metin ve ilmî bir terbiye” yoluyla gerçekleştirilebilinir (Tütengil, 1954: 23).

Sabahattin Bey, vilayetlere önem verilmesini istiyordu. “Merkez tek bir şehir, vilayetler tekmil vatan; vilayetler merkez için değil, merkez vilayetler için” diyordu (Bayur, 1952: 57). Ancak gerek kendisi gerekse taraftarları yurt çapında esaslı bir teşkilât kuramamışlardır. Zaten İttihat ve Terakki’nin iktidarı ve suçlamaları karşısında başarılıolmaları da gayet zordu. İttihatçılar onu, hem İngiltere’ye satılmışlıkla hem Rum ve Ermenilerle işbirliği yapmakla hem de ülkeyi parçalamaya çalışmakla suçluyorlardı (Bayur, 1952: 44,162-163; Neyyir-i Hakikat. 27 Nisan 1909).

Sabahattin Bey, toplumun kurtuluşunun “kuvayı umumiyenin tahakkümüyle değil, teşebbüs-ü şahsiyenin gelişmesi sayesinde” olacağını belirtiyordu. Önce özel hayatımızı düzenlemeli ve kuvvetlendirmeliyiz, diyordu; bunun içinde memurlar değil üreticiler yetiştirmeliydi (Bayur, 1952: 482-483)

Sabahattin Bey’in fikirlerinin temelini science sociale (“fenn-i içtimâ”) ekolü meydana getiriyordu (M.Sabahattin, 1965: 32-36). Kendisi Avrupa’dayken E. Haeckel’i (1834-1919), Büchner (1860-1917), A. Fouillée (1838-1912), Le Play (1806-1882) ve E. Demolins’i (1852-

1907) okumuş; en çok da sonuncusunun etkisinde kalmıştı. Çevresine science sociale gözüyle bakıyor ve herşeyi o gözle değerlendiriyordu (M.Sabahattin, 1965: 48). Zaten bu ekolün ileri gelenleriyle tanışmış ve bazı konularda birlikte çalışmışlardı (Tütengil, 1954: 21).

Sabahattin Bey, Türkiye’de ferdiyetçiliğin temsilcisi olmuştur. Ona göre, Batının gerçek üstünlüğünü sağlayan, aslında onun bireyci yapısıdır. Oradaki fikrî, siyasî ve ekonomik üstünlüklerin temelinde bu vardır. Biz de sosyal yapımızı buna göre değiştirmek zorundayız (M. Sabahattin, 1965: 48). Bu değişikliği özel teşebbüs ve eğitim sistemimiz sağlayacaktır. Bu yolla, halk kendi kendini idare eder bir hale gelecektir; her şeyini merkezden beklemeyecektir. Gerçek hürriyetin kurulabilmesi için, toplumumuzu ferdî haklar üzerine kurmamız gerekir (Kutay, 1964: 248).

İttihat ve Terakki Fırkası, Sabahattin Bey’in karşısına felsefe ve sosyolojide Ziya Gökalp’i, siyasî fikirlerde de Hüseyin Cahit (Yalçın) Bey’i çıkartmıştır (Kutay, 1964: 245). Prens Sabahattin’in düşüncelerinin temelini Fransız düşünürü Le Play ve okulu oluşturuyordu. Prens Sabahattin’in düşünceleri örgütsel alanda ilk kez kendisinin kurduğu “Teşebbüsü Şahsi ve Adem-i Merkeziyet Cemiyeti”nde savunuldu. Bunun dışında Sabahattin Bey’in düşünceleri doğrultusunda birtakım örgütler daha kurulmuştur. Kurulan bu örgütleri şöyle sıralayabiliriz:

  1. Teşebbüsü Şahsi ve Adem-i Merkeziyet Cemiyeti
  2. Cemiyeti İnkılabiye: Eylül 1904’de İstanbul’da Mercan İdadisi ikinci ve üçüncü sınıf öğrencileri tarafından kurulan örgüt, daha sonra “Teşebbüsü Şahsi ve Adem-i Merkeziyet Cemiyeti”nin İstanbul şubesi olmuştur.
  3. Osmanlı Ahrar Fırkası: 14 Eylül 1908’de İstanbul’da kurulmuştur. Programı, “Teşebbüsü Şahsi ve Adem-i Merkeziyet Cemiyeti ile aynıdır. Partinin adı 31 Mart olayına karışır ve kendi kendini fesheder.
  4. Nesli Cedid Kulübü: “Teşebbüsü Şahsi ve Adem-i Merkeziyet Cemiyeti”nin devamı olan örgüt 1908’de İstanbul’da kurulmuştur. 1911’de de kapanmıştır.
  5. Milli Ahrar Fırkası: 1919’da İstanbul’da kurulan örgüt, programında “Adem-i Merkeziyet ve Mesleki İçtima” doktrinini devam ettirmiştir.
  6. Trabzon ve Havalisi Adem-i Merkeziyet Cemiyeti
  7. Hürriyet ve İhtilaf Fırkası: Prens Sabahattin’in düşüncelerini doğrudan savunmayan,

İttihat ve Terakki’ye karşı olanların kurduğu bir örgüttür.

Sabahattin Bey, siyasal örgütler üzerinde bu kadar etkili olmasına karşın, hiçbir partiye girmemiştir. Fakat düşünsel alanda fazlasıyla siyaset yaptığı görülmektedir Prens Sabahattin, Ziya Gökalp’in Durkheim’dan etkilenerek öne sürdüğü toplumcu görüşe karşı, Le Play’in bireyci anlayışını savundu. Edmond Demoulins’in Anglo-Saksonların Üstünlüğü Neden İleri Geliyor adlı yapıtı, görüşlerinin temelini oluşturdu. Demoulins toplumları, zümrelerin hakim olduğu ve kişilerin önem kazandığı toplumlar olarak ikiye ayırıyordu. Bireylerin önem kazandığı toplumlarda, toplumsal zümreleşmenin, bireyin çevresinde oluştuğunu söylüyor, Anglosakson ülkeleri örnek vererek bu tür toplumların geliştiğini öne sürüyordu. Prens Sabahattin, çeşitli tarihlerde yayımlanan yapıtlarında, Osmanlı Devleti’nin çöküşünü, bu görüşler doğrultusunda, zümrelerin egemen olduğu bir toplum olmasıyla açıkladı, merkezi otoriteye karşı ve bireysel girişimciliğe destek veren bir yaklaşımı savundu.

Osmanlıdan Cumhuriyete Kadar Yerel Yönetimler

Osmanlı İmparatorluğu döneminde yerel yönetim örgütlenmesi, Avrupa’nın bizden üstün olduğunun kabulüyle askeri alanda başlayan yenileşme hareketlerinin, zamanla yönetsel ve toplumsal alana da sirayet etmesiyle görülmüştür (www.sayıstay.gov.tr, 23.02.2014). Bu kapsamda modern anlamda bir yerel yönetim geleneğinin ancak Tanzimat‟ın ilanıyla oluşmaya başladığını söylemek mümkündür. Ancak Selçuklu ve Osmanlı devletleri adem-i merkeziyetin bazı unsurlarını bünyesinde taşımaktaydılar. Örneğin, Anadolu Selçuklu Devletinde vilayetler, bir anlamda yerinden yönetimin esasına göre teşkilatlandırılmış ve bu vilayetler tamamen özerk olarak yönetilmişlerdir. Ancak zamanla vilayetlerin merkeze karşı bağımsız birer beylik haline gelmesi, Selçuklu Devletinin parçalanmasına yol açmıştır. Bu anlamda bakıldığı zaman yerel yönetimden uzak kalınmış, mutlakıyetçilik ve merkeziyetçilik Osmanlı İmparatorluğunun kuruluş politikasıyla kökleşmiş bir siyasal sistem olmuştur (Arslan, 2009: 6). Bundan hareketle bazı tarihçiler Osmanlı İmparatorluğunda resmileşmiş bir yerel yönetim statüsünün ancak merkeziyetçilik sisteminin yerleşme gereği ve özellikle azınlık unsurlarının siyasal katılması ve etnik haklarını elde etmeleri yönünde dış devletlerin yaptığı baskıların sonucunda ortaya çıktığını belirtirler (Keleş, 2012:157). Bu anlayışla birlikte ilk belediye teşkilatının kurulmasına kadar Osmanlı İmparatorluğunda yerel yönetimlerin yerine getirdiği hizmetler klasik kurumlar tarafından yapılmıştır. Klasik kurumların merkezi hükümet karşısında özerkliği bulunmamaktaydı. Osmanlı İmparatorluğunda diğer imparatorluklarda görülebileceği üzere yerel demokrasi anlayışı tam olarak gelişmemişti (Ortaylı, 1985: 185). Yerel halkın yerel hizmetleri yerine getirecek kişi ya da kurumların belirlenmesinde herhangi bir yetkisi bulunmamaktaydı. Yerel hizmetleri yerine getirecek sorumlular halk tarafından değil merkezi yönetim temsilcileri tarafından bizzat veya onların gözetimi altında geleneksel kurumlar tarafından icra ediliyordu (Şengül, 2012:25). Bu sorumlular arasında muhtesip, vali, kadı, vakıf ve loncalar yer almaktaydı. Osmanlı devlet sisteminde her kadı belli bir kaza veya sancak bölgesine tayin edilir ve bu bölgeler dâhilindeki şehir, kasaba, nahiye ve köylerde kendisine ait olan görevleri yerine getirmekle görevlendirilirdi. Kadının yargı görevinin yanında, şehrin yönetimi, asayiş, esnaf loncalarının denetimi, pazar yerlerinin kontrolü, narh ve fiyat kontrolü, vakıfların denetimi, okul ve cami yönetiminin denetimi, imar nizamı, temizlik ve alt yapısal tesislerin denetimi gibi geniş çapta görevleri mevcuttu (Ünal, 2011: 243). Ancak, 1836 yılında Evkaf Nazırlığının kurulmasında sonra kadılık tamamen yargı organı haline gelmiştir. Kadılık kurumunun yanında Osmanlıda şehir hizmetlerinden sorumlu vakıflar da bulunmaktadır. Okul, kütüphane, hastane, sebil, aşevi, misafirhane gibi hizmetler vakıflar aracılığıyla yerine getirilmekteydi. Aynı zamanda belediye hizmetleri de tümüyle vakıf esasına dayanmaktaydı (Eryılmaz, 1997: 37, Akt. Ünal, 2011: 253 ). Osmanlıda şehir hizmetlerinin yürütülmesinden sorumlu bir diğer kurum ise loncalardır. Loncalar hiyerarşik bir yapıda örgütlenmiş esnaf birliklerini oluşturmaktadır. Loncalar, üyelerin mesleki etkinliklerini denetlemek, üyeler arasında anlaşmazlıkları çözümlemek ve halkla hükümet arasında aracı bir kurum olarak faaliyet göstermişlerdir (Ünal, 2011: 243). 19.yüzyılın ortalarına kadar Osmanlıda yerel hizmetler bu kurumlar tarafından gördürülmeye çalışılmış, daha sonra bu alanlarda reformun kaçınılmaz olduğu görülmüştür. Bu anlamda reform hareketleri 19. yy. ile birlikte başlamıştır.

Osmanlı imparatorluğu döneminde 1854-1856 Kırım Savaşı yıllarında ilk belediye idaresinin kurulması çalışmaları, batı ülkeleri ile artan ilişkiler sonucunda başlamıştır. Osmanlı devletinde belediyenin kurulması Kırım Savaşında müttefik etkisiyle olmuştur. Çünkü o dönemde İstanbul‟da yüz binin üzerinde yabancı yaşamaktaydı ve Avrupalı Devletler, bu uyrukların modern, bakımlı, temiz bir şehirde yaşamalarını istemekteydiler (Türe, 2000: 38). Dolayısıyla Tanzimat‟ı izleyen yıllarda Batı ülkeleri ile artan temas sonucunda, Fransız komün idarelerinden örnek alınarak 1855 yılında İstanbul‟da ilk kez belediye kuruluşu denemesine girilmiştir. Kurulan belediyenin (şehremaneti) karar ve yürütme organları; şehremini ve şehir meclisinden oluşmaktaydı. Şehremanetinin şehrin zorunlu ihtiyaç maddelerini sağlamak, narh koymak ve uygulatmak, yol ve kaldırım yaptırıp onarmak, temizlik işleri ve esnafın kontrolü gibi görevleri bulunmaktaydı. Şehremanetinin başında merkezi hükümet tarafından atanan şehremini bulunmaktaydı. Ancak gerek mali yetersizlikler, gerekse personel eksikliği gibi sorunlarla şehremaneti modern belediyecilik için iyi bir başlangıç olamamıştır. Şehremaneti ile başarısız deneme sürerken, Osmanlı Hükümeti özellikle ecnebilerin yaşadığı ve modern liman kentinin karşılaştığı sorunların yoğunlaştığı Galata ve Beyoğlu bölgesinde belediye hizmetlerinin görülmesi amacıyla Altıncı Daire-i Belediye‟yi Paris örneğini uygulayarak kurdu. Ayrıcalıklı bir bütçeye sahip olması sebebiyle Cumhuriyete kadar başarılı bir şekilde devam etti (Ünal, 2011: 243-244)

Daha sonra, 1869‟da çıkarılan Dersaadet İdare-i Belediye Nizamnamesi ile belediye örgütü, Beyoğlu ve Galata dışında tüm İstanbul‟a yaygınlaştırılmış ve İstanbul Şehreminliği örgütü kurulmuştur. Bu örgüt iki düzeyli federatif bir yapı niteliğindedir. Alt düzeyde, Altıncı Daire modeline benzer şekilde, çeşitli semtlerin yerel yönetimlerinden sorumlu 14 daire bulunmaktaydı. Üst düzeyde ise, Şehremini ve Şehremaneti Meclisinin yanında Şehremininin başkanlığında 14 belediye dairesi bulunmaktaydı (Keleş,2012: 159).

1870 Tarihli İdare-i Umumiye-i Vilayet Nizamnamesi ile Vilayet, Sancak ve Kaza merkezlerinde birer belediye teşkilatı kurulmasına karar verilmişti. 1876 Anayasası ise gerek İstanbul‟da gerekse taşrada kurulacak belediyelerin seçimle iş başına gelecek meclisler tarafından yönetilmesini, kuruluş ve görevlerinin ve meclis üyelerinin seçimine dair usulün kanunla belirtilmesini öngörmüştür. 1876 da hazırlanan Vilayet Belediye Kanunu her vilayet ve kasabada birer belediye örgütü kurulmasını öngörmüştür. 1877 tarihli Dersaadet Belediye Kanunu Vilayet Belediye Kanununa ek olarak İstanbul‟daki büyük sorunlara çözüm bulabilmek amacıyla çıkarılmıştır. Daha sonra 1912 yılında Dersaadet Teşkilat-ı Belediyesi Hakkında Kanunu Muvakkat ile belediye daireleri kaldırılarak yerine belediye şubeleri kurulmuştur (Ünal, 2011:244). Bu yapı 1930 yılına kadar varlığını sürdürmüştür. Osmanlı belediyeciliği genel anlamda bir yerel yönetim sistemini uygulamaktan çok şehrin hizmetlerinin yürütülmesinde kurumsallaşan bir yapı olarak faaliyet göstermiştir. Osmanlıda merkeziyetçi devlet felsefesi hâkim olduğu için bu kurumlar şehir hizmetlerinin yürütülmesinden öte, yerel komünal özelliklere sahip olamamışlardır (Görmez, 1997: 197).

Yerel yönetim birimlerinden biri olan il özel yönetimleri ise 19. yy ikinci yarısından sonra gelişmeye başlamıştır. 1864 tarihli Vilayet Nizamnamesi ile valinin başkanlık ettiği il genel yönetiminin yanında her sancaktan seçilen dörder üyeden oluşan İl Genel Meclisinin bulunduğu bir il özel yönetimi de kuruldu. 1870 yılında çıkarılan Genel İdare Vilayet Nizamnamesi aynı sistemi korudu. 1913 yılında kabul edilen İdare-i Umumiye-i Vilayat Geçici Kanunu ile il özel yönetimi yeniden düzenlenmiştir (Tortop-Aykaç-Yayman- Özer, 2006:39).

Bir diğer yerel yönetim birimi olan köyler ise Türk yerel yönetimleri içerisindeki ilk yerel yönetim birimleridir. Osmanlı devletinin kuruluşundan itibaren geleneksel olarak topluca yaşama bilincinin sonucunda ortaya çıkmış ve zamanla bir yerel yönetim birimi olarak günümüze kadar varlığını korumuştur (Ünal, 2011: 245). Esas olarak köyler için yasal düzenlemelerin temel nedeni, merkezi yönetim için kırsal yerleşimlerde hem güvenliği sağlamak hem de vergilerin düzenli toplanmasını sağlamaktı. Bu kapsamda ilk olarak 1864 tarihli Vilayet Nizamnamesinde köyler yerini almıştır. 1870 tarihli Umumiye-i Vilayet Nizamnamesi köyler açısından büyük düzenlemeler getirse de köylere tüzelkişilik tanımamıştır. Bu kanunlara göre iller, livalar, ilçeler bulunmakta, ilçelerde köylere ayrılmaktadır (Tortop-Aykaç-Yayman- Özer, 2006: 39).

KAYNAKLAR

Ege,N.N (1977). Prens Sabahattin Hayatı ve Ilmi Mudafaaları, İstanbul

Kuran, A.B. (1965). Osmanlı İmparatorluğu’nda Inkılap Hareketleri ve Milli Mücadele, İstanbul

Cemal Paşa ,(1933), Hatıralar ve Vesikalar, Istanbul.

Bayur, Y.H. (1952).Türk Inkılabı Tarihi , cilt: 2/4, Ankara

Tutengil, C.O. (1954). Prens Sabahattin, Istanbul.

Arslan, C. (2009). Türkiye’de Yerel Yönetimler ve 2004 Sonrası Yerel Yönetim Reformu , Gazı Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi ,Ankara

Eryılmaz, B. (1997). Yerel Yönetimlerin Yeniden Yapılanması, Birleşik Yayıncılık, Istanbul

Görmez, K. (1997). Yerel Demokrasi ve Türkiye, Vadi Yayınevi, Ankara

Keleş, R. (2012). Yerinden Yönetim ve Siyaset ,cem yayunevi, İstanbul

Ortaylı, I. (1985). Tanzimat’tan Cumhuriyet’e Yerel Yönetim Geleneği (1840-1878), Hil Yayınevi, İstanbul

Şengül, R. (2010). Yerel Yönetimler, Umuttepe Yayınları, Kocaeli

Türe, F. (2000). Türkiye’de Yerel Yönetimlerin Kokeni; Osmanlı İmparatorluğu ‘nda Yerel yönetimler, Yerel Gündem, Yıl:2, sayı:5, 34-41 ss.

Ünal, F. (2011). Tanzimat’tan Cumhuriyet’e Türkiye’de Yerel Yönetimlerin Yasal ve Yapısal Dönüşümü, Sosyal Bilimler Dergisi, Sayı:30,241-248ss.