Ali Sekülü

Dünyayı elinde tutmak isteyen küresel güçler, yöresel iktidar hırslarının binlerce yıllık evrimleşmesi sonucu bugünlere kadar ulaşmıştır. Sokakta çarşıda pazarda karşılaşmadığımız bu insanlar gözlerden ırak oldukları için gönüllerden de uzak kalmaktalar.
Bunun doğal sonucu olarak da, psikolojik harekât gibi konuların uzmanlarının ve legal ya da illegal örgütlerin dışında kimsenin ilgisini çekmemekte, duyulduğunda ise maceraperest kafaların uydurduğu senaryolar olarak algılanmaktadır. Oysa kullandıkları “Tapınak şövalyeleri” gibi isimlere baktığınızda, varlıklarının masalsı bir şekilde tarihe gömülmelerini de kendilerinin istediğini anlayabilirsiniz.

Sponsor Bağlantılar

Bahsi geçen sistem bin sene içinde kurulup gelişerek, ekseriyetle belli sülalelerin dışına fazla çıkılmadan özenle seçtiği, en iyi eğitimi almış en zeki ve amaca en uygun hizmet kabiliyetine haiz kendi çocuklarının usta çırak usulü yetiştirilerek, önemli devletlerin idare makamlarını kademeli bir şekilde babaları ile değiştirerek ellerinde tutmalarını sağlamaktadır. Bunlar, devlet kademelerini veya devlet yönetiminde etkili söz sahibi olan şirketleri ellerinde tutarak amaca ulaşırlar.

Bizim burada üzerinde durmak istediğimiz konu bu gibi sistemlerin tarih içinde nasıl kuruldukları, geliştikleri ve bugüne geldikleri ya da bundan sonra devam edip etmeyecekleri değildir. Bu gibi sistemlerin oluşumları ile ilgili bilgilere özellikle internet olmak üzere birçok kaynaktan ulaşabilmemiz mümkündür. Bizim burada üzerinde durmak istediğimiz, bunların oluşturdukları oyun ve hedef kitle haline gelen insanların korunması yolları üzerinde düşünmektir.

Dünya üzerinde bilinen en güçlü silah milli birlik ve beraberlik duygusudur. Bu bütün toplumlarda mevcut bulunmakla beraber, toplumlar arasında da farklı dirençler olduğu muhakkaktır. Örneğim Türk Ülkelerinin bu güne kadar birlikteliğini sağlayan Milli şuurun içinde rol alan en önemli etkenlerden biri on iki bin yıllık ordu-millet kavramıdır. Bu kavram aslında üzerinde araştırılması ve düşünülmesi gereken bir kavramdır. Tabi tek özellik bu değildir. Bir diğer örnekte Kazım Mirşan beyefendinin eserlerinde karşımıza çıkan kökü 25 000 yıla kadar uzanan Türk motif ve damgalarıdır. Hatta sayın Dr. Haluk Berkmen’in internetten yayınladığı çalışmalarında, dillerin ortak atasının bu ilk iz bırakan toplumlardan kaldığını görebilirsiniz. Şu an Türkçeye yabancılaşmış olan dillerin kökünün Türkçeden gelişini tesadüfün dışına çıkaran bir formül sistemiyle bile karşılaşacaksınız.

Ülkelerin kültürleri, kökünde yirmi adet amino asidin uygun tarzda bir araya gelişi, ama her uygun fakat farklı birleşim sonucunda da farklı proteinler sonrasında farklı hücreler ve sonrasında da farklı canlı yapıları bir araya getirmesi gibi sayısız motiflerle, eşittir çok büyük bir kudretle doludur.

Bizim kısaca küresel güçler olarak andığımız bu güçlerin hedefi işte bu milli birlik be beraberlik ruhudur. Bunun içinde devrin mevcut medya imkânları doyasıya kullanılmaktadır. Temel maksat halkın kendi gücünü küçümsemesi ve düşman gücün dev aynasından yansıtılmasıdır. Nasıl? Pek yabancı değil gibi, değil mi? Hedef ülkelerin, bu düşmanlara karşı tedbirleri genellikle karşı propaganda uygulamak, yasalarla milli birlik ve beraberliği pekiştirici hedefler geliştirmek ve halkı bilgilendirmektir. Dolayısıyla, buradan da anlıyoruz ki düşman faaliyetleri, bizim aldığımız tedbirleri ortadan kaldırmaya yönelik olacaktır. Yani hedef ülke devletinin etkin kurumlarındaki şahısları havuç ya da sopayla elde ederek, o ülkenin psikolojik harekât savunmasını kırmak ve kendi psikolojik savaşını tek taraflı olarak yürütmektir.

Burada bahsi geçen havuç ya da sopayı, rüşvet, şantaj, tehdit, blöf vesaire şeklinde bin bir türlü, artık formülleştirdikleri entrikalarla açabiliriz.  Ülke insanlarının savunmasız bir şekilde, psikolojik harbe maruz bırakılmalarını konunun uzmanı sayın Dr. Tahir Tamer Kumkale’nin “Beyinlerimizi Kimler Ve Nasıl Yönetiyorlar” isimli eserinden bir alıntı yaparak açmak istiyorum.

“1983 yılından 2004 yılına kadar görev yapan Toplumla İlişkiler Başkanlığı (Psikolojik savaşa karşı tedbirlerle ilgili masamız) yetiştirdiği uzman personel ve sahip olduğu bilgi birikimi ile tarihe karışmıştır.”

Yani 11 Kasım 1983 tarihinde 2945 Sayılı Kanunla kurulan ve toplumumuzu psikolojik baskılara karşı korumakla görevli bu çok önemli kurum, yetkili ellerce kapatılmıştır. Yenisi bir daha kurulmamacasına…Eğer bu kurum hatalı çalıştığı için kapatılmışsa, sanırım Türkiye’de hükümet mekanizması dahil bütün kurumların kapatılması gerekirdi. Hata yapmamış bir kurum düşünemiyorum. Bir kurum kapatılıyorsa, o boşluğu birileri doldurur. Fakat devlet gözetiminin dışındaki bu oluşumların karşı taraf olma olasılığı neredeyse yüzde yüzdür.

Bu konuyla ilgili düşüncelerimi daha iyi yansıtacağını düşündüğüm ve Dr. Tahir Tamer Kumkaleye gönderdiğim bir yazı ile yazımı sonlandırmak istiyorum.

“Saygıdeğer hocamız ve değerli çalışma arkadaşlarına;

Sizlere selam ediyor, kutsal çalışmalarınızda vatan ve millete laik en güzel sonuçlara ulaşmanızı diliyorum.

Ben, Ali Sekülü, emekliyim. Adımın ne olduğundan ziyade kimliğimi size izah edeceğini düşündüğüm duygu, düşünce ve taleplerimi aktarmaya çalışacağım. Umarım yoğun gündeminizde figanımı okuma zamanınız olur. Affınıza sığınarak belki de çok sığ olan düşüncelerimi, sizlerin desteğiyle kuvvetleneceğini umarak, satırlarımı devam ettireceğim.

Ülkemizin bütün güzelliklerinin, Milletimizin bitmek tükenmek bilmez zenginlikteki kültür ve bu kültürden doğan kudretinin, asil kanında ki yazılımının üzerine yapılacak karalamalarla, altta ve hatırlanması çok zor kısımlarda kalmaması için sonuna kadar mücadele yapılması gerektiğine canı gönülden inanıyorum.

Atalarımızdan yadigâr kutsal bilgilerin, RNA’lar yazılımıyla birer hatıra gibi bizlerin beyinlerine taşındığı 1989 Nobel ödüllü bilim adamlarınca doğrulanmıştır. Yani muhtaç olduğumuz kudretin damarlarımızda ki asil kanda olduğuna, aynen söylendiği gibi inanmaktan başka çare kalmamaktadır.

Bu, zamanında bir köpek tarafından ısırılan bir bireyin, olayı hatırlamadığı halde, köpek görünce soğukkanlılığını yitirmesi veya hatırlayamadığı bir olaydan dolayı kas hafızasının harekete geçerek ona acı tatlı ama sebebini belki de henüz çözemediği bir şeyleri hatırlatması gibidir. Ama bu kez kendi yaşayıp da hatırlayamadığı değil, atasının yaşadığı, damarlarındaki kutsal kan ile kendisine aktarılan fakat henüz hatırlamadığı bir bilginin harekete geçirmesidir.

Fakat şu da bilinmelidir ki, insan en çok maruz kaldığı bilgileri hatıralar şeklinde bilinçaltına depolamakta ve bilinçaltındaki bilginin insanı yönlendirme gücü, depolanmakta ki öncelik sırasına göre olmaktadır. Ülkemiz insanını hedef seçen psikolojik güçler bir şekilde her zaman bu gücü bilmişler ve faaliyetleri ile bilinçaltımızı kendi menfaatleri doğrultusunda şekillendirmeye azmetmişlerdir.

Bu konudaki karşı tedbirler, sizin uzmanı olduğunuz konulardır. Görüldüğü gibi yapılacak şey, Ülke insanının
hafızasında kayıtlı olan, kısaca vatan sevgisini oluşturan, Milli kültür’ün üzerine yapılacak gereksiz kayıtları engellemek ve zaten kutsal kanımızla bedenimize aktarılan Milli kayıtlarımızın açığa çıkmasını hızlandıracak, yani bilinçaltında hazır bekleyen bilginin gündeme taşınmasını sağlayacak kültürel bilgilendirilmenin devamlı bir faaliyet olarak insan hayatına sokulmasıdır.

Olaya bu haliyle baktığımızda biz Çınar ağacımızı korumaya çalışırken, muhtelif ve muhtemel düşmanlar bu büyük Çınarı, (affedersiniz) osuruk ağacına dönüştürmeye çalışmaktadırlar. Bu bizim için çok kolay onlar için çok zor bir iştir. Ancak biz gerekli tedbirleri alamazsak onlar istediği tür bir ağaca dönüşümü başaramasalar bile Çınarımızı kurutabilirler.

Maalesef mevcut erk sahipleri bu konuda bir çalışma yapmıyor gibi görünmekteler. Bu durumda bu çalışmalar sizin gibi az sayıda bu işe gönül vermiş uzmanların doğal güçlükler yanın da gereksiz zorluklara da göğüs germesine ve Allah korusun yeterli ilgiyi çekemezse çalışmaların akim kalmasına sebebiyet verebilir.

Bu konuda başarı sizlerin millet tarafından desteklenmesi ile gerçekleşecektir. Eğer yeterli sayıda vatandaş bilinçlenirse, propagandalara aldanmadığı gibi, oy kaygısı taşıması muhtemel hükümetlere de ihtiyacım olan kuruluşları oluştur oyumu al ya da sana güle güle diyebilecektir. Bunun için sayıca daha fazla bireyin ulaşabildiği çevresine bu konuda hizmet götürmesi gerekmektedir.

Ben bu maksatla, iyi niyetle, “Ya devlet başa ya kuzgun leşe” isimli kitap çalışmamı, Eylül 2010 tarihinde yayınladım. Ancak yeterli tecrübeye, yani denemeye sahip değilim. Bu ilk denemem olmuş oldu. Ekonomik açıdan ise benim için tam bir fedakârlık oldu. Emekliyim borcum yok ve çocuklarımı okutmaya çalışıyorum, bu yüzden bundan sonra ki çalışmalarımı internet üzerindeki bazı sitelerden yararlanarak ücretsiz yayınlıyorum. Tabi bende bir masraf yapmak zorunda kalmıyorum. “Su gibi kitaplar” adı altında oluşturduğum facebook sayfasına 3500-4000 civarında kitapseveri arkadaş yapmayı başardım. İnternetten yayınladığım yazılarımı da buradan duyuruyorum.

Size yayınlanan kitabımı ek’te sunuyorum. Ayrıca yayın evi tarafında kırpılan bölümlerin bazılarını da ilave edeceğim. Eğer zamanınız olursa, çekincesiz bir eleştiri ile daha doğrulara ve güzele ulaşmak istiyorum. Buradaki tek arzum yeterli donanım ve bilgiye sahip olmadığım için yapmış olabileceğim hataların bir cürüm gibi değil, iyi niyetten sapmamış bir hatalı, 45 senedir envayi çeşit beyin saldırılarına maruz kalmış bir vatandaşımızın aydınlara ve topluma mektubu olarak algılamanızı arz ediyorum. Saygılarımla iyi çalışmalar.”