‘Benim muzaffer olmam gereksiz, fikirlerim zafer kazansın yeter.’ diyor Kierkegaard. Oysa günümüzde herkes, her ideoloji, her devlet, her cemaat sonuç ve zafer peşinde. Zafere endeksli bir davası olmayan yok gibi.
Modernlik biraz da sonuçculuk demek. Oysa göz ardı edilen bir şey var: Süreç. Sürecin sonucu belirlemediği bir hareketten emin olamayız. Hangi yöntemlerle sonuca gittiğiniz hayati bir meseledir. Süreç konusunda bir kaygınız varsa orada devreye ilkeler girer ve sizi doğru yola yöneltir. Adaletli, ahlaklı ve dürüstçe mücadelenizi götürürsünüz. Önemli olan dürüstçe mücadele etmiş olmaktır. İnsan olarak göreviniz budur. Bu mücadelenin sonunda zafer olmayabilir ama galiptir böyle mağlup denebilir.
Süreç kaygısı bizi ilkeye yani fikre yöneltir. İlle de ben muzaffer olacağım diyen bir davanın varacağı nokta rakibinin mücadele araçlarını kullanmaktan öteye gidemez. Mücadele ettiğini sanan mücadele ettiğine benzer ve kazanan yamukluk olur. İşte o noktada tüm davalar benzeşir ve fark yok olur. Sonuçcuların en çok sürece dikkat etmesi gereken taraftan çıkmasına ne denir peki? Ne acıdır ki mücadelelerine bakıldığında kendilerine yapılanın aynısını karşı tarafa yapıyorlar. Kötülüğü ne kadar da güzel öğrenmişler. Kendilerine yapılan zulmün bir fazlasını rakiplerine yapınca kendilerini muzaffer sayıyorlar.
Mekke’yi fetheden önderleri eğer kendisine yapılan zulmün aynısını karşı tarafa yapsaydı tüm Mekke’yi kana bulardı. Ancak o kötülüğü öğrenmek için gelmemişti. Güzel ahlakı tamamlamak için gelmişti ve mücadelesini o tek ilkeye uygun sürdürdü. ’Düşmanlarımıza adaletten başka verebileceğimiz hiçbir şeyimiz yok.’ demiş Aliya İzzetbegoviç. İşte bir süreççi daha. Sonuca değil sürece bakan ve kötülüğü öğrenmeyen biri. Süreççi ve sonuççu: Temel bir ayrım. Siyah beyaz, gece gündüz, mümin kafir kadar birbirine zıt iki kavram. Siz hangisisiniz?