İnsanlığa karşı işlenen bir ihanet suçu olan terör, nefes aldığımız her gün tüm kesimler tarafından reddedile dursun, diğer taraftan, barış ve kardeşlik söylemlerinde  bulunan örgüt, bu suçu bizzat tüm insanlığa karşı işlediğini fark edemiyor. Yalancı ve iftiracı PKK’nın cinayetleri her gün yeni anlatımlarla basına yansımaya devam ediyor. 15 yaşında daha gencecik bir çocukken dağ sevdasına tutulan ve arkadaşlarının ölümüne sebebiyet verdi diye örgüt cinayet şebekesi tarafından katledilen Sümbül Perişan da bunlardan birisi.
 
Nasname’ye ağabeyi tarafından gönderilen Sümbül’ün hüzünlü hikayesi, 1992 yılının yaz ayında Şam’a gidip örgüte katılmasıyla başlıyor. Dağlardan dağlara  “gerilla”, “savaşçı”, “komutan” vb yakıştırmalarla yüreği bomboş ateşler içinde sürüklenirken, yıllar gençliğini alıp götürüyor Sümbül’ün. 2008 yılının yaz sıcağında anlayamadığı bir nedenden dolayı merkez karargahına çağrılıyor. Günlerce ölüm hattında yürüyerek ulaştığı karargaha ulaşır ulaşmaz elleri ayakları bağlanarak bir mağaraya atılıyor. Sebebini sorduğunda; “Tasfiyecisin, hesabını vereceksin!” şeklinde sığ bir cevapla karşılaşıyor. Düşündükçe cevabını bulamadığı sorular kafasını kurcalayıp duruyor. Yalın ayak, yırtık elbiselerle günlerce aç kaldığı dağlarda, arkadaşı Adil’in şahadetinden sorumlu olmakla suçlanıyor. Neyin hesabını vereceğini bilemiyor. Ne cevap verirse versin zaten öldürüleceğini ya da kendisini vurmaya zorlanacağını anlıyor.
Tek bir gün aç kalmamış, bir tek defa olsun hayatlarında tek bir askerle karşılaşmamış olan, onlarca Kürt köyünü yakan Duran Kalkan’ı, onlarca arkadaşını katleden Cemil Bayık’ı, yüzlerce yoldaşına işkence yapan Ali Haydar Kaytan’ı düşündükçe, hesap vermesi gerekenin onlar olduğunu haykırıyor ama nafile. Verecekleri cevapları bulunmayan yoldaş katilleri, ha bire “Hesap vereceksin” diye diretiyor. Kardeşleri ölen, ailesi perişan olan Sümbül, PKK’nın insanları kullanıp bir kenara atan paspas taktiğini, yüreğinin taa derinliklerinde hissederken, kitabında insanlık bulunmayan Ali Haydar Kaytan’ın zulmünün pençelerinde inliyor.
 
Sadece ölümün sesinin geldiği ıssız dağları düşünüyor. Bir zamanlar özlemle baktığı dağların kendisine mezar olacağını hissetmiş gibi uzak derinlere dalıyor.  Babasını, bir hiç uğruna ölüme giden kardeşlerini düşünüyor. Nevruz’a birkaç gün kala, işkencelere, zulme dayanacak takati kalmadığı bir akşam silah sesiyle birlikte Sümbül’ün bulunduğu mağaraya koştuklarında, başından vurulduğunu ve kanlar içinde yerde uzandığını görüyorlar. Ali Haydar’ın talimatıyla ayaklarından çekilerek yerlerde sürüklenen Sümbül, kazılan çukura doğru götürülüyor. Toplantı üstüne toplantı yapan katiller, Sümbül’ün intihar ettiğini, hain, işbirlikçi, ajan olduğunu, konuşmamak için kendini vurduğunu konuşup duruyor. Taşların altından yankılanan Sümbül’ün feryatları gökleri inletiyor ama duyan olmuyor ve sırlarıyla toprağa kavuşuyor.
 
PKK içerisindeki cinayet şebekeleri, katliamlarına devam ederken, kurban Sümbül Perişan’ın hikayesi, gündemimize acı bir anı olarak yansıyor. Kaçıncı kurban olduğu bilinmeyen Sümbül’ün ne ilk ne de son olacağı görülüyor. PKK kendi kendini eritmeyi sürdürüyor. Günah potaları dolup taşan örgüt mensupları, bir bilinmeyene doğru sürüklenip duruyor. Dünyada bir saniye bile fazla kalmanın ne kadar kıymetli olduğu düşünüldüğünde insanın bu insanlıktan nasibini almamış canilere sorası geliyor. Değdi mi?……
 
Helin Demir
helindem@mynet.com 

Sponsor Bağlantılar