Adı konamıyor. Vahşet desek, değil. Çünkü az kalıyor, yetmiyor, oturmuyor, içini doldurmuyor. Bu nasıl bir anlayıştır böyle; nasıl bir “onur”dur ki, anneleri ile birlikte, karnındaki çocukları öldürmek! İnsanlık dışı desek, değil. Çünkü, hayvanlar bile böyle yapmaz. Dünyadaki en vahşi hayvan bile, doğası gereği sadece aç kaldığında saldırır, o da sadece yiyeceği kadarınadır, fazlasına değil.
Anlamak gerçekten çok zor. Alacak verecekmiş, kız davasıymış, namus davasıymış, kan davasıymış, kinmiş, nefretmiş, husumetmiş, onurmuş, her ne olursa olsun, değil biri, tümü birlikte de olsa anlaşılamaz, hiçbir şekilde açıklanamaz. Ama onlar açıklamışlar; “onurları kırılmış”!!!
Son derece vahim bu olay, şu birkaç gündür yerli ve yabancı basında sürekli olarak işleniyor. Yerli basın, “vahşet” anlamında yorum yaparken, genellikle olayın oluş şekline ve sebebine ilişkin, “yok şöyle olmuş, yok böyle olmuş”un peşinde. Asıl üzücü ve dahası düşündürücü olan ise; yabancı basının olayı işleyiş şekli. Olay Türkiye’de yaşandığı için, dış kamuoyunda Türkiye’nin imajına, bir daha çıkartılması mümkün olmayan kara bir leke sürülmüş oluyor maalesef. Demokratik, çağdaş, modern bir Türkiye iddia ve çabaları ile AB üyesi olma istek ve girişimleri, ister istemez çöpe atılmış oluyor böylece.
Dönelim, yerli basında yer verilen yerli yersiz açıklamalara… Bu açıklamaların neredeyse tamamı DTP’lilere ait. Emine Ayna’dan, Gülten Kışanak’a, Selahattin Demirtaş’a kadar DTP’nin tüm bu temsilcileri, olay “Korucular” arasında yaşandı ya, ortada hazin bir vahamet varken, kafa karıştırmaya, yönlendirmeye ve hedef yaratmaya yönelik, belli ve bilinen amaçlara matuf çeşitli açıklamalarda bulundular. DTP’li Ayna; “olayın, ölme ve öldürme üzerine kurulu olan (!) ve aynı zamanda devlet tarafından cinayet şebekesine dönüştürülen (!) koruculuk sisteminin geldiği nokta ve saldırının her ne kadar aile içi çatışma olarak yansıtılsa da bizzat devlet eliyle yürürlüğe konulan Kürt’ü Kürt’e kırdırma politikasının (!!!) bir sonucu olduğunu” söyledi. Bölgeye has çağdışı bu anlayış ve benzerlerinden devleti sorumlu göstermeye çalışan Ayna, daha da ileri giderek, iki aile arasındaki böylesi sonu facia ile biten basit bir anlaşmazlığın, devlet eliyle, bizzat ve belli bir politika gereği, bilerek ve istenerek yaratıldığı şeklindeki son derece çirkin ve ahlak dışı iddiasını ortaya attı.
Kışanak da; “15 dakikalık mesafedeki köye askerin 2 saat sonra gelmesi düşündürücü” diyerek, sanki tüm sorun buymuş gibi, sanki asker 10 dakikada gelse yaşanmayacakmış gibi, bu vahim katliama biraz kuşku, biraz soru işareti katmaya, işi bulandırmaya çalıştı.
Bir diğeri Demirtaş’ın söylemleri ise, tam bir polis muhabirliği ve senaryo yazarlığını andırıyor. Demirtaş; “meselenin sıradan bir töre cinayeti olarak ele alınması bu katliamın arkasındaki sır perdesinin (!) veya derin ilişkilerin (!) ortaya çıkmasını engeller. Olay sonrasında yaşanan gelişmeler kuşkulu. Gözaltındaki 8 kişi gerçek failler mi? Katliamı yapanları destekleyen var mı? Başka bir şekilde başka ilişkileri var mı? (Ne demekse? Bildiğin bir şey varsa söyle, yoksa ilelebet sus) Eğer geriye tanık kalmasaydı, tesadüfen kurtulanlar olmasaydı, acaba olay hangi yöne çekilecekti? Hesap bu muydu? (Ne hesabıysa!)” diyerek, macera romanı yazarlığı alanında ve Bay Müfettiş pozlarında Oskar’a adaylığını ilan etti. Devam eden Demirtaş’ın, çok sık meslek değiştirdiği veya çok farklı alanlarda son derece ehil (!) bir kişi olduğu, şu cümlesinden anlaşıldı; “Katliam, devletin silahlarıyla gerçekleşti. Koruculuk sistemi, toplumsal dokuya (!) büyük zarar veriyor. Devlet, koruculuk sistemini tasfiyesi konusunda derhal hazırlıklara başlamalı”. Milletvekili olarak tanıdığımız Demirtaş’ın, sırasıyla polis muhabirliğine, senaristliğe, roman yazarlığına, son olarak da Sosyolog ve bilâhare Hâkimliğe soyunduğunu, bu son derece dahiyâne açıklamalarından öğrenmiş bulunduk böylece.
Aslına bakarsanız, PKK’nın, özellikle sivil halka yaptığı eylemleri sonrasında, “Biz yapmadık, Devlet yaptı” veya “Bu bir komplodur” gibi, kendileri de inanmasalar bile bu yönde açıklamalarda bulunan bir zihniyetin, kendisinden olmayanı düşman gören bir anlayışın, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni ve tüm kurumlarını kendisine hedef ihdas etmiş bir yaklaşımın, her taşın altından Devleti çıkartmaya çalışarak karalaması çok da anormal bir durum olmasa gerek.
Özetle; yağmur yağsa sel olsa Devlet’ten, yağmasa kuraklık olsa Devlet’ten, gökten taş dahi düşse, yine ve kesinlikle Devlet’ten!!!
sabahattintalu@gmail.com
Elerinize sağlık.
Onlara göre bütün herşey Devleten demek ki…
Alah DEVLET’e zeval vermesin diyelim o zaman.
Böylelikle hem biz Devletsiz kalmamış oluruz,
Hem de onlar her şeyin suçunu Devlet’e atmaya devam ederler.
Gah Katil Devlet yaparlar,
Gah Faşist Devlet…
Nedir bu Devlet’in bunlardan çektiği…
Demirtaş’ın dili sürçmüştür bence…
Aslında o,kardeşin kardeşi kırmasının durması için bizi dağıtın demek istemiştir.
Alah ıslah etsin.