Mardin’in Mazıdağı ilçesine bağlı Bilge köyünde hunharca işlenmiş bir katliam sonucu 44 kişi öldü, 6 kişi ağır yaralandı. Hayatını kaybedenlerin 6’sı maalesef ki çocuk ve 3’ü hamile olmak üzere 16’sı da kadın. Olayın tarafları, aynı köyde yaşayan ve aynı aşirete mensup iki akraba aile, sebebi ise; kendilerine verilmeyen amcakızının bir başkası ile nişanlandırılması. Anlayışa göre, “onur”ları kırılmış! 300 nüfuslu köy, korucu köyü. Yani, hem öldürenler, hem de öldürülenler korucu ve aileleri. Saldırganların yüzleri maskeli ve ellerinde uzun namlulu silahlar. Amaç; aileyi çoluk-çocuk ayrımı yapmadan tamamen yok etmek. Çünkü, “başlayacak bir kan davası ile kendi hayatları ileride tehlikeye girebilir” ve örneğin, hamile kadınların, yaşasalardı doğuracak oldukları çocukları ileride büyüyüp, “başlarına bela olabilir” diye düşünülmüş, kuvvetle muhtemel.

Adı konamıyor. Vahşet desek, değil. Çünkü az kalıyor, yetmiyor, oturmuyor, içini doldurmuyor.  Bu nasıl bir anlayıştır böyle; nasıl bir “onur”dur ki, anneleri ile birlikte, karnındaki çocukları öldürmek!  İnsanlık dışı desek, değil. Çünkü, hayvanlar bile böyle yapmaz. Dünyadaki en vahşi hayvan bile, doğası gereği sadece aç kaldığında saldırır, o da sadece yiyeceği kadarınadır, fazlasına değil.

Sponsor Bağlantılar

Anlamak gerçekten çok zor. Alacak verecekmiş, kız davasıymış, namus davasıymış, kan davasıymış, kinmiş, nefretmiş, husumetmiş, onurmuş, her ne olursa olsun, değil biri, tümü birlikte de olsa anlaşılamaz, hiçbir şekilde açıklanamaz.  Ama onlar açıklamışlar; “onurları kırılmış”!!!

Son derece vahim bu olay, şu birkaç gündür yerli ve yabancı basında sürekli olarak işleniyor.  Yerli basın, “vahşet” anlamında yorum yaparken, genellikle olayın oluş şekline ve sebebine ilişkin, “yok şöyle olmuş, yok böyle olmuş”un peşinde. Asıl üzücü ve dahası düşündürücü olan ise; yabancı basının olayı işleyiş şekli. Olay Türkiye’de yaşandığı için, dış kamuoyunda Türkiye’nin imajına, bir daha çıkartılması mümkün olmayan kara bir leke sürülmüş oluyor maalesef. Demokratik, çağdaş, modern bir Türkiye iddia ve çabaları ile AB üyesi olma istek ve girişimleri, ister istemez çöpe atılmış oluyor böylece.

Dönelim, yerli basında yer verilen yerli yersiz açıklamalara… Bu açıklamaların neredeyse tamamı DTP’lilere ait. Emine Ayna’dan, Gülten Kışanak’a, Selahattin Demirtaş’a kadar DTP’nin tüm bu temsilcileri, olay “Korucular” arasında yaşandı ya, ortada hazin bir vahamet varken, kafa karıştırmaya, yönlendirmeye ve hedef yaratmaya yönelik, belli ve bilinen amaçlara matuf çeşitli açıklamalarda bulundular. DTP’li Ayna; “olayın, ölme ve öldürme üzerine kurulu olan (!) ve aynı zamanda devlet tarafından cinayet şebekesine dönüştürülen (!) koruculuk sisteminin geldiği nokta ve saldırının her ne kadar aile içi çatışma olarak yansıtılsa da bizzat devlet eliyle yürürlüğe konulan Kürt’ü Kürt’e kırdırma politikasının (!!!) bir sonucu  olduğunu” söyledi. Bölgeye has çağdışı bu anlayış ve benzerlerinden devleti sorumlu göstermeye çalışan Ayna, daha da ileri giderek, iki aile arasındaki böylesi sonu facia ile biten basit bir anlaşmazlığın, devlet eliyle, bizzat ve belli bir politika gereği, bilerek ve istenerek yaratıldığı şeklindeki son derece çirkin ve ahlak dışı iddiasını ortaya attı.

Kışanak da; “15 dakikalık mesafedeki köye askerin 2 saat sonra gelmesi düşündürücü” diyerek, sanki tüm sorun buymuş gibi, sanki asker 10 dakikada gelse yaşanmayacakmış gibi, bu vahim katliama biraz kuşku, biraz soru işareti katmaya, işi bulandırmaya çalıştı.

Bir diğeri Demirtaş’ın söylemleri ise, tam bir polis muhabirliği ve senaryo yazarlığını andırıyor. Demirtaş; “meselenin sıradan bir töre cinayeti olarak ele alınması bu katliamın arkasındaki sır perdesinin (!) veya derin ilişkilerin (!) ortaya çıkmasını engeller. Olay sonrasında yaşanan gelişmeler kuşkulu. Gözaltındaki 8 kişi gerçek failler mi? Katliamı yapanları destekleyen var mı? Başka bir şekilde başka ilişkileri var mı? (Ne demekse? Bildiğin bir şey varsa söyle, yoksa ilelebet sus) Eğer geriye tanık kalmasaydı, tesadüfen kurtulanlar olmasaydı, acaba olay hangi yöne çekilecekti? Hesap bu muydu? (Ne hesabıysa!)” diyerek, macera romanı yazarlığı alanında ve Bay Müfettiş pozlarında Oskar’a adaylığını ilan etti.  Devam eden Demirtaş’ın, çok sık meslek değiştirdiği veya çok farklı alanlarda son derece ehil (!) bir kişi olduğu, şu cümlesinden anlaşıldı; “Katliam, devletin silahlarıyla gerçekleşti. Koruculuk sistemi, toplumsal dokuya (!) büyük zarar veriyor. Devlet, koruculuk sistemini tasfiyesi konusunda derhal hazırlıklara başlamalı”.  Milletvekili olarak tanıdığımız Demirtaş’ın, sırasıyla polis muhabirliğine, senaristliğe, roman yazarlığına, son olarak da Sosyolog ve bilâhare Hâkimliğe soyunduğunu, bu son derece dahiyâne açıklamalarından öğrenmiş bulunduk böylece.

Aslına bakarsanız, PKK’nın, özellikle sivil halka yaptığı eylemleri sonrasında, “Biz yapmadık, Devlet yaptı” veya “Bu bir komplodur” gibi, kendileri de inanmasalar bile bu yönde açıklamalarda bulunan bir zihniyetin, kendisinden olmayanı düşman gören bir anlayışın, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni ve tüm kurumlarını kendisine hedef ihdas etmiş bir yaklaşımın, her taşın altından Devleti çıkartmaya çalışarak karalaması çok da anormal bir durum olmasa gerek.

Özetle; yağmur yağsa sel olsa Devlet’ten, yağmasa kuraklık olsa Devlet’ten, gökten taş dahi düşse, yine ve kesinlikle Devlet’ten!!!

 
Sabahattin Talu
sabahattintalu@gmail.com