Ortadoğu’da yaşanan alçak gemi baskını ve sonrasında yaşanan Türk Dış politikasının bulunduğu durum sonrası Başbakanımızın İsrail Hükümeti’ne karşı haklı tutumu, Tayyip ERDOĞAN’ı Mısır’ın eski lideri Cemal Abdül Nasır’ a benzetenler oldu. Özellikle de bu benzetmeler yabancı basından, az da olsa bir kısım Türk medyasından geldi.Londra’da Arapça yayımlanan El Kudüs El Arabi gazetesi, İsrail’in Gazze’ye yardım götüren gemilere saldırısından sonraki gelişmeleri yorumlarken, Başbakanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ı Mısırlı diktatör Cemal Abdül Nasır ile karşılaştırdı. Gazetenin internet sitesinde, genel yayın yönetmeni Abdülbari Atvan imzasıyla yayımlanan makalede, “İsrail’e karşı Arap kamuoyu şimdiye kadar iki yürekli lider gördü: Biri Mısırlı Cemal Abdülnasır, diğeri Recep Tayyip Erdoğan” denildi.

Sponsor Bağlantılar

Öncelikle Cemal Abdul Nasır kimdir , gerçekten de Sayın Başbakanımıza benzeyen yönleri var mı onu irdeleyelim. Bir posta memurunun oğlu olan ve 1938’de Hava Harp Okulundan mezun olan Cemal Abdülnâsır, 1942 yılında Hür Subaylar adında bir siyasi örgüt oluşturdu. Genç milliyetçi kalkınmacı subaylardan oluşan bu dar örgüt, ulusal birliğin, bağımsızlığın ve eşitliğin, sınıflar üstü bir rol atfedilen ordu tarafından gerçekleştirilebileceğini savunuyordu. Müslüman Kardeşlerle ve Komünist Partiyle de ilişki kuran Hür Subaylar birliği, özellikle 1948-49 Arap-İsrail Savaşı döneminde büyük bir güç ve itibar kazandı.( Ama ilişki kurduğu Müslüman Kardeşler’i daha sonra büyük bir baskı ve zulüm altına aldı.) Büyüyen İngiliz karşıtı dalgayla yükselen Nasır hareketinin 1952 Temmuzunda gerçekleştirdiği darbe, Nâsır’ın tek adam iktidarına giden yolun da başlangıcı oldu. Kral Faruk’u devirerek Başbakanlığa General Necip’i getirdi. Her ne kadar General Necip’in başbakanlığı devam ediyor olsa da, darbenin ilk anlarından itibaren asıl güç Nâsır’daydı. 1954-56 yılları arasında Başbakan olan Nâsır, popülist politikalara hız vererek tek adam olarak sivrildi. Nâsır’ın Milli Birlik Partisinin adı, Arap Sosyalist Birliği’ne dönüştürüldü. Komünist Parti yasaklandı.“Bilimsel Sosyalizm” kılıfına sığınarak, tek parti diktatörlüğü yönetiminde devlet kapitalizmini ön plana çıkardı.. Nasır sosyalizme olan bakışını kendi ağzından şu sözlerle izah etmiştir:

“Bizim sosyalizmimiz bilimseldir  Ama bizim sosyalizmimiz materyalist değildir. Biz, sosyalizmimizin Marksist veya materyalist olduğunu hiçbir zaman söylemedik. Hiçbir zaman dini reddettiğimizi söylemedik; dinimizin sosyalist bir din olduğunu söyledik. Muhammed, dünya tarihinde sosyalizmi ilk kez uygulamış olan kişidir.Bizimle komünizm arasında, bizimle Marksizm-Leninizm arasında farklılıklar bulunduğunu daha önce de söyledim. İlk farklılık, bizim dine inanıp Marksistlerin inanmaması, bizim peygambere bağlı olup Marksistlerin olmamasıdır. İkinci farklılık, bizim gericiliğin diktatörlüğünden tüm halkın demokrasisine geçmek isteyişimizdedir; komünizm, yani Marksizm-Leninizm ise gericiliğin diktatörlüğünden proletaryanın diktatörlüğüne, yani bir toplumsal sınıfın diktatörlüğüne geçer. Üçüncü farklılık ise, Marksizmin, komünizmin toprağı devletleştirip, bizim devletleştirmememizdir; çünkü biz toprakta kooperatifler çerçevesinde özel mülkiyete inanıyoruz. Dördüncü farklılık, komünizmin özel mülkiyeti kaldırmak istemesidir; biz ise özel mülkiyete bağlıyız ve yalnızca sömürücü özel mülkiyetle mücadele ediyoruz. Son farklılık ise, Marksizmin-Leninizmin burjuvazi dediği sınıfı şiddetle ve herhangi bir tazminat ödemeksizin tasfiye etmek istemesidir. Biz böyle bir şeyi reddederiz.”

Nasır yönetimindeki Mısır basını, uzun yıllar İslam dinine, islam alimlerine karşı çok büyük bir saldırı ve iftira kampanyası yürütmüştür. Nasır, Sovyetler Birliği’ne olan yakınlığı ve işbirliğinin bir nişanesi olarak, miyonlarca insanı katleden Komünist Lider Stalin’e de verilen Sovyetler Birliği Kahramanlık madalyasının sahibidir. 1965 yılında tek aday olarak seçimlere katılan Nasır baskı ve zulümle halkın oyununu %99’unu alarak yeniden iktidara gelmiştir. Seçimlerden hemen sonra, Müslüman Kardeşler’e (Kral Faruk’a darbe yapmadan önce, İngiliz karşıtlığı dönemlerinde destek almıştı)  olan baskısını daha da artırdı. Seyyid Kutup, Muhammed Kutup, Abdulkadir Udeh ve daha bir çok islam alimi idam edildi. Nasır’ın Komünist diktasının altında 50.000’ e yakın Müslüman Kardeşler Cemiyeti üyesi zindanlarda ağır işkencelere maruz bırakıldı. O dönemleri Mussolini’nin İtalya’sına benzetenler olmuştur.

Seyyid Kutup’un mahkeme heyetinin idam kararını tebliğ ettiği zamanki ağzından dökülen şu sözleri çok manidardır;

“Eğer Allah(cc) kanunu ile mahkum edilmişsem, ben Hakk’ın hükmüne razıyım. Eğer batıl kanunlarla mahkum olmuşsam ondan çok daha üstün bir düşünceye sahip olduğum için, batıldan ve münafıklardan merhamet dilemem. Allah’a(cc) şükürler olsun ki, on beş sene cihad ettikten sonra bu mertebeye ulaştım. Ben Allah(cc) yolunda yaptığım iş için asla özür dilemem. Namazda Allah’ın(cc) birliğine şehadet eden parmağım asla bir tağutun hükmünü onaylayan tek bir harf bile yazmayacaktır.”

Tüm bu zulüm ve baskılarının odağı ,Soyvet Sosyalist Cumhuriyetinin neferi bir diktatör nasıl olur da Sayın Başbakanımız Recep Tayyip ERDOĞAN’la aynı kefeye koyulabilir? Asla ve kat’a! Yapmış olduğu ihtilalden önce Arap sosyalizmini ve milliyetçiliğini İsrail’e ve İngiltere’ye karşı ön plana çıkararak ( tabi Sovyetler Birliği’nin desteğiyle)  arap halkları üzerinde bir sempati oluşturmuş olabilir lakin iktidarı ele geçirdikten sonra yaptığı, zulüm ve baskılar asla haklı çıkartılmamalı ve Tayyip ERDOĞAN ismiyle yan yana zinhar zikredilmemeli!

ALLAH YAR VE YARDIMCIMIZ OLSUN