Geçmiş yıllara bakıldığında kullanılan Türkçe’nin zaman içinde nasıl değiştiğini fark etmemek mümkün mü?

1930’lu yıllarda konuşulan Türkçe ile 1970’li yıllarda konuşulan Türkçe birbirinden çok farklı. 2000 li yıllarda ise dilin artık iyiden iyiye yabancılaştığı acı bir gerçek.
Hal böyle olunca 45–50 senelik bir yazarın ilk kitabıyla son kitabı arasındaki farkı tahmin etmek hiç de zor değil. Ya da eski bir filmi izlerken duyduğumuz Türkçe’nin geçen zaman içinde nasıl değiştiğini farketmemek.. Yadırgadığımız o Türkçe’nin aslında Öz Türkçe’miz olduğunu düşündüğümüzde hafiften dudak bükeriz. Bazen hayıflanır, bazen de gülüp geçeriz öz Türkçe kelimeleri o ilk okuduğumuz ya da duyduğumuz zaman.

Sponsor Bağlantılar

Türkçenin ya da genel anlamda Dil’in bu denli değişmesinin sebebi nedir?

Konunun burasına gelmeden önce Türk Dil Kurumu’nun bu manada Dil’in tanımını nasıl yaptığına bakalım

1-) İnsanların düşündüklerini ve duyduklarını bildirmek için kelimelerle veya işaretlerle yaptıkları anlaşma, lisan, zeban
2-) Bir çağa, bir gruba, bir yazara özgü söz dağarcığı ve söz dizimi
3-) Belli mesleklere özgü dil: Örneğin; Hukuk dili

TDK’nun sözlüğünde farklı tanımlar da var. Fakat konuyla ilgili önem arz edenler bunlar. Bu kısa tanımların ardından Türkçe’nin bozulan yapısı ve ne denli yabancılaştığına gelelim.

Dili güzel ve düzgün kullanmak sadece gramer ve diksiyondan ibaret değil. Dil bilmek ve düzgün kullanmak o dilin edebiyatını, kültürel kimliğini bilmekten geçer.

Bir ulusu ayakta tutan milli değerleridir. Bunların başında da dil gelir.

Dil yaşayan bir olgudur. Tıpkı insan gibi….

İnsanoğlu yaşamsal faaliyetini devam ettirebilmek için nasıl her şeyden önce beslenmeye ihtiyaç duyuyorsa. Dilde böyledir. Devamını sağlayabilmek için beslenmesi gerekir.

Dil, sahip olduğu kültürle, bilimle, sanatla, dünya üzerine yerleşmiş bütün ilimlerle beslenir. Neticede tüm bu öğeler zaman içinde her daim kendini yenileyen, gücünü ve desteğini birbirinden alan ve birbirine bağımlı kavramlardır.

Zincirin halkaları gibi. Halkalardan biri koptuğunda zincir özelliğini kaybetmez, fakat anlamını yitirir. Eskisi gibi işinize yaramayacaktır. Demek ki bütünlüğünün sağlanması için korunmaya ihtiyacı vardır. Korumak, etrafını zırhla örmek değildir. Korumak beslenmesine engel olmak, gelişmesini duraklatmak değildir. Korumak sahip çıkmaktır. Kabullenmektir.

Türkçenin öz varlığını koruyacağım düşüncesiyle, yalınlaştırmak dilin beslenmesine engel olmaktır.

Yani bilimin ve sanatın her kolu anbean kendini besleyerek yenilerken, beraberinde başlıca açıklayıcı ve ifade edici unsur olan dili de besler. Bu da dil’in zaman içinde değişime uğramasına neden olur.

Peki, bu değişimin ölçüsü ne olmalı? Ya da bir sınırlama getirilmeli mi?

Lisanda süregelen bu yabancılaşma yüzyıllardır dünya üzerindeki birçok dilde söz konusu. Yani birçok dil birbiriyle iletişim halindedir.

Türkçe’de de durum aynı. Bu gün Öz Türkçe olarak bilinen kelimelerin büyük bir çoğunluğu sanıldığının aksine, Arapça Farsça ve Fransızca kökenli kelimelerdir.

Selçuklular döneminde, ana dil Farsça olarak ilan edilmiş ve özellikle devlet işlerinde tamamıyla Farsça kullanılmıştır. Farsça’nın anadil olarak tam manasıyla kullanımı , Selçuklu devletinin yıkılmasıyla son bulmuştur. Bugün hala kullandığımız Türkçe içinde Farsça kelimelerin olması o dönemden kalmıştır.

Demek ki asırlar sonra dahi dil sürekliliğini koruyabiliyor. Buradan yola çıkarak Türkçe’deki yabancılaşmanın zamanla dili tamamen ortadan kaldırdığı, yok ettiği hakkında fikirlerin ileri sürülmesi tamamen yersizdir.

Türkiye’nin resmi dili Türkçe’dir.

Farsça örneğindeki gibi ulusun tamamen ortadan kalkması dahi Türkçe’nin tamamen yok olmasına sebep olamaz.

Dil’de önemli olan, konuşulan ya da okunan ile hedefte var olanı hissettirebilmektir. Dili, toplumsal fenomenler amaç, bilimsel fenomenler ise araç olarak kullanılır.

Eğer dil besleyici kaynağını farklı kültürlerin dilinden almaya başlarsa, kendisiyle birlikte kültürünü de değiştirir.

Dil’in yaşayan bir olgu olarak farklı karinelerden beslenerek değişime uğraması normaldir. Önemli olan bunun yönünü tayin edebilmek. Dışa değil içe, öze doğru yönlendirmektir. Bu noktada önemli olan değişimin müspet yönde olmasıdır.

Türkçe’nin yabancılaşması adına, sıfırdan hızla uzaklaşan negatif yönü, popüler kültürün bir eseridir.

Türkçe, canlı tutmaya çalışırken öldüren, güzelleştirmeye çalışırken çirkinleştiren, modernize edeyim derken postmodernliği arattıran bir kalıba sokulmuştur.

Türkçe’nin bu denli bozulmasındaki ana sebeplerden bir diğeri, sözlü ya da yazılı ifadelerde, anlatımın kelimelerde değil fikirlerde gizli olduğunun bilincine varılamamış olmasıdır.

Kelimeler sadece araçtır.

Düşünce tarzının ne denli dar oluşu, bakış açısının sınırlandırılması, bilgi, beceri ve deneyim eksikliğinin sebebi, gelişmeyen kültürel yapıda, bilgi dağarcığında, ufkun ne denli alçakta oluşunda aranmamış, bütün bu eksikler kelimelerle kamufle edilmeye çalışılmıştır.

Değişim kelimelerle olmaz.

Değişim beyinlerde olur. Kelimeler sadece araçtır.

Türkçe’nin korunmasında ve düzgün kullanılmasında kelimelerin ayırt edici özelliği, kelime dağarcığının geniş tutulmasında yatar. Yani birkaç kelime de değil, yüzlerce kelime de.

Başta araç olarak belirttiğimiz kelimelerin kullanımdaki çeşitliliği, ifade ve anlatım gücünün önünü açar. Yani kelime hazinesinin genişliği kişideki düşünce ve his dünyasının ne kadar geniş olduğunu ifade eder.

Kullanılan kelimelerin çokluğuyla kişi fikirlerini daha kolay beyan eder. Kelimelerin kılıçtan keskin tesiri düşüncelerle birlikte, sevgiyi, nefreti, acıyı, vicdanı, korkuyu, heyecanı da bir ayna misali karşı tarafa yansıtır. Saatlerce yapılan konuşmanın karşılığında kullanılan bir kelime ifade gücünün anlatımdaki ustalığı gün yüzüne çıkartır. Önemli olan alt yapıya sahip olmaktır.

Dilin kullanılmasın da, alt yapıyı sınırlı sayıdaki kelime hazinesi değil, Kültürel geçmişin farkındalığı, bilgi ve beceri oluşturur.

Burada vücut dili, diksiyon, üslup gibi dili besleyen ek karinelerden bahsetmiyorum. Çünkü Lisanı en iyi kullanmada asıl araç kelimelerdir. Kelimelerin inanılmaz büyüsü ise kelime dağarcığının çokluğunda yatar.

Kelime hazinesinin çokluğunu, Türkçe’nin düzgün kullanımındaki telakkisi ile bağdaştıran, bilgi birikimi, fikirler ve düşünce tarzıdır.

Türkçe’nin düzgün kullanımı ve korunması ile ilgili bu güne kadar birçok fikir beyan edildi. Her dile gelen beyanattaki ortak nokta Türkçe’ye sonradan girmiş olan yabancı kelimelere yer vermemek, onların yerine Türkçe karşılıklarını kullanmaktı.

Gelinen bu noktada “nasıl gerçekleştirebiliriz?” sorusu gün yüzüne çıkıyor.

Okuma alışkanlığının yanında kitle iletişim araçlarının da faydalı bir şekilde kullanılması çözüm olabilir. Televizyon kanallarında,
radyolarda, günlük gazete ve dergilerde bu konuda yapılması gerekenlerin benimsenip uygulanması gerekir. Bilimsel içerikli kitap ve yayınlar dışında Yazarlarımız, aydınlarımız ve bilim adamlarına da büyük görevler düşüyor. Aslında ‘görev’ olarak nitelendirilmesi yanlış, fakat her entelektüelin, ‘yaşam biçimi’ haline getirmesini gerektirecek kadar önemli bir konu.

Kitle iletişim araçlarında ise düzenleyici yasalar çıkartılabilinir. Ya da mevcut olanları tekrar gözden geçirilmeli.

Türk Dil Kurumu bu konuda; ilkini 1995 yılında, ikincisini ise 1998’de çıkardığı “Yabancı Kelimelere Karşılıklar” isimli kitabı önemli bir kaynaktır. Fakat birçok kişi bu eserden haberdar değil. Bu tür kitapların yaygınlaştırılması, ilk ve orta dereceli okullarda okutulması zorunlu bir kitap olarak yasalaştırılmalıdır. Özellikle bu konuda eğer bir yapılandırma/yenileme süreci başlatılacaksa, bunun temel eğitimin ilk basamaklarından başlanılması, benimsetilmesi açısından da eğitim süresince devamlılığı sağlanmalıdır.

Neden mi?

Türkçe’deki bu yabancılaşma gündelik hayattın içine hızla kaymaya devam ediyor. Neticede; yetişmekte olan genç nesil ana diline karşı ön yargılı davranıyor. Öz Türkçe’nin varlığından bihaber yetişip, kullanılan yabancılaşmış Türkçe’yi gerçek öz Türkçe olarak benimsiyor.

Yabancı sözcüklerin Türkçe’nin içine girip yerleşmesi, Türkçe’nin kısırlaşmasına sebep oluyor.

Türkçe’deki kısırlaşma, dilin kendi öz varlığını koruyarak gelişmesine engel olur.

Eski Türkçe diye adlandırılan öz Türkçe’mizin zamana karşı silinmeye yüz tutmuş izleri, beraberinde bir kültür mozaiğini de yok etmektedir.

Bu kültürel değişim Türk edebiyatına da yansımış durumda. Osmanlıdan günümüze her dönem farklı bir akımla adlandırılan Türk edebiyatı, son yıllarda kimliğini yitirmeye başlamıştır.

Edebiyattaki kimlik arayışı, kültürden ve dilden uzak olarak kişiselleştirilmiştir.

Kültür mozaiği denilen olgunun içine aldığı kavramlar bir bütün olarak işlenmeli. Geçmişi yok etme pahasına yeni bir Türkçe arayışı engellenmelidir. Durumun arayıştan ziyade bir yaşayış biçimine dönüşmesi Türkçe’de kapanması zor yarlar açar.

Konuyla ilgili geçmişte Meclis Araştırma komisyon kurulsa da yapılan çalışmalar yetersiz kalmıştır. Bu gün Türkçe’nin içine düştüğü açmazdan Dil bilimcilerinin ve Türkologların inceleme ve araştırmaları ışığında alacağı ve kesin sonuca ulaştıracak formüllerin bulunması gerekiyor.

Öz Türkçe’nin korunmasında formüle edilecek teknik dönüşüm onların sayesinde atlatılabilinir. Fakat Türkçe’nin düzgün kullanımı ve korunmasını gelecek tarihlere taşıyacak olan Türk edebiyatçılarıdır.

Türk dili, Tanzimat’tan bu güne her edebiyat döneminde farklılıklar göstermiştir. Türkçe’nin kullanımında özün korunması adına yapılan çalışmalar ve söylemler edebiyat tarihimiz kadar eskidir.

“Servet-i fünun döneminde, yazarların batı edebiyatı ve dilini örnek alınarak geliştirdikleri edebiyat, adını aldığı dergide “Edebiyat ve Hukuk” adlı makalenin yayınlanması ile dönemini kapatmıştı. Makale o dönemde siyasal yönden tahripkâr bulunsa da “Türkçe’nin kullanımında özün korunması” adına yapılan çıkışlara eski bir örnektir.

Bu demektir ki Türkçe; asıl edebiyatçılarımızın kaleminde hayat bulur. Adeta Yeniden doğar. Özverili yaklaşımlarıyla, aslını ve kültürünü koruyacak olan onlardır.

Kelimeler… Kimi kalemlerde mistikleşir… Kimilerinde ise asidir.

Kimi kalemlerde uysal… Kimi kalemlerde inatçıdır, dediğim dedik tarzında taviz vermez üsluplar.

Kimisinde hep bir açık kapı bulursunuz, tartışmaya, eleştirilmeye amade.

Kimi kalemlerde romantizm başroldedir, cesur ve pervasız.

Kimi kalemler vardır ki asla kopamaz kendi nostaljisinden, dört duvara mahkûm.

Her ne şekilde olursa olsun bu görev işin ehli olan kişilere emanet edilmeli.

Yasalarla, yasaklarla değil, kültürel açılımlarla beyinlere ve yüreklere kazınarak işlenmeli…

Yıllar sonra Türkçe kendi öz kimliğine geri dönmeyi başarırsa bu gün Türkçe’de yaşadığımız bu yabancılaşma belki de farklı bir akım olarak edebiyat tarihindeki yerini alacaktır.