Avrupa birliği düşüncesinin tarihine baktığımızda: Saint-pierre ve Victor hugo’ nun  birleşik ‘Avrupa devletleri’ kurulmasına ilişkin planlarını, İmmanuel kant’ın ‘sonsuz barışın sağlanmasına ilişkin projesini ve entegrasyon ya da birlik projelerini Avrupalı düşünürler ve entelektüeller her dönemde projelendirmişlerdir.

Sponsor Bağlantılar

Bu projeler 17. 18.19 ve 20. yüzyıllarda değişerek dile getirilmiş ve Avrupa birliği projesinin temelleri 19. yüzyılda atılmaya başlanmıştır.

19. yüzyılda Alman Gümrük birliği ve İtalyan birliği Avrupa’nın entegrasyon ve birleşmesinde öncü niteliği taşımaktadır.

Birinci dünya savaşından henüz çıkmış olan Avrupa kendini toparlayamadan ikinci dünya savaşının içinde bulmuştur kendini. İkinci dünya savaşının ekonomik, siyasi ve insani bakımdan kayıplarla dolu bir savaş olmuştur. Bazı kaynaklara göre Avrupa ikinci dünya savaşında 40 milyonu aşkın kayıp vermiş ve ekonomisi de çökme noktasına gelmiştir.

Avrupa bu dönemde siyasi istikrarsızlığında kıskancında olmakla birlikte ve ikinci dünya savaşının tahribatıyla uluslar arası güvenlik konusunun gerekliliğini damarlarına kadar hissetmiştir.

Avrupa acil olarak savaşın etkilerinden kurtulmak için hızlı bir ekonomik kalkınma ve herhangi bir savaş tehlikesine karşı birleşme  ve iş birliğini güçlendirme yoluna gitmiştir.

Bunun yolu da Avrupa devletler topluluğu olarak karşımıza çıkacaktır.

Avrupa ilk olarak 26 Haziran 1945’de BİRLEŞMİŞ MİLLETLER cemiyetini kurmuştu.

Ancak birleşmiş milletler cemiyetin kurulması Avrupa’yı tatmin etmemişti. Çünkü geçmişte yaşanan BİRLEŞMİŞ CEMİYETLER örneği vardı. Birleşmiş cemiyet ikinci dünya savaşının çıkmasına engel olamamış bundan dolayıdır ki Birleşmiş milletlerin kurulması Avrupalı devletleri tatmin etmemişti.

1950 yılına kadar çeşitli denemeler olmuştur ancak tam bir Avrupa birliği sağlanamamıştır.

Bu gün Avrupa birliği olarak adlandırılan kuruluşun temelleri 1951 de Paris de Avrupa kömür ve çelik birliği (AKÇT) VE 1957 de Roma da Avrupa ekonomi topluluğunun [AET]kurulmasıyla atılmıştır.

AET antlaşmasının 2 maddesinde topluluğun amacı: üye ülkeler arasında topluluk yolu ile ekonomik faaliyetlerin uyumlu bir biçimde gerçekleştirilmesi, sürekli ve dengeli bir genişleme, istikrarı arttırma, yaşam standartlarının hızlı yükselmesi ve daha yakın ilişkilerin desteklenmesi olarak. (Belçika, Hollanda, Lüksemburg, Almanya ve Fransa)imzalanmıştır.

Bu birliğin kurulması başta İngiltere olmak üzere bazı Avrupalı devletlerin tepkisini çekmişti.

İngiltere AET ye karşılık Avrupa serbest bilgesi (FTA)’nın kurulmasını önerdi ancak Almanya ve Fransa bu teklife çok sert tepki gösterdi.

Dediğimiz gibi sadece Almanya ve Fransa değil AET nın kurulmasına birçok Avrupalı devlet tepki gösteriyordu. AET nin dışında kalan devletler daha fazla dayanamayıp EFTA (AVRUPA  SERBEST MÜBADELE BİRLİĞİ) ni kurdu.

Bu birliğe OCDE  yedi üyesi (AVUSTURYA, DANİMARKA, İNGİLTERE, İSVEÇ, İSVİÇRE, NORVEÇ VE PORTEKİZ) imza atmıştır.

Türkiye Avrupa’nın birleşme ve entegrasyon çabalarını yakından izlemekte ve 1. dünya savaşından itibaren dış politikada izlemiş olduğu yönünü batıya dönme eksenli politikası  bu dönemde fiili olarak katılma çabasına girmiştir. İkinci dünya savaşından sonra Türkiye sırasıyla NATO, AVRUPA KONSEYİ VE OECD gibi batı eksenli siyasi ve güvenlik oluşumlarına girmiş, bunlara ek olarak AET üyeliğini kendisine hedef olarak belirlemiştir.

Türkiye 31 temmuz1959 de AET ye resmen baş vurmuş ancak AET ,Türkiye’nin kalkınma hızının bu oluşuma yeterli olmadığını saptamıştır. AET, Türkiye’nin üye olma koşulları hazır oluncaya dek bir ortaklık antlaşması önermiştir. Bu ortaklık antlaşması 12 Eylül 1963 de imzalanan ve Türkiye ile topluluk arasında bir GÜMRÜK BİRLİĞİ kurulmasını ve bu yolla Türkiye’nin tam üye olarak topluluğa katılımını hedefleyen ANKARA antlaşmasıdır.

GÜMRÜK BİRLİĞİ Antlaşmasının 2. maddesinde amacın: Taraflar arasındaki ticari ve ekonomik ilişkileri aralıksız ve dengeli olarak güçlendirmeyi teşvik etmek olduğunu ve bunun da hazırlık, geçiş ve son dönem ayakları olduğu belirtilmektedir.

Antlaşmanın en önemli maddeleri neden olan 28. madde de ise: antlaşmanın işleyişi, topluluğu kuran antlaşmadan doğan yükümlülüklerin tümünün Türkiye tarafından üstleneceği belirtilmiş ve taraflar Türkiye’nin topluluğa katılacağını incelemektedir denilerek Türkiye’nin tam üyeliğinden söz edilmiştir.

Antlaşmanın ilk ayağı olan hazırlık aşaması da 1 Aralık 1964’te imzalanarak yürürlüğe girmiştir.

Ankara antlaşmasına öngörülen hazırlık döneminin bitmesiyle 23 Kasım 1970 yılın da imzalanan katma protokol 1973 yılında yürürlüğe girmiş ve gümrük birliğinin nasıl kurulacağı ilişkin olarak geçiş döneminin hükümleri ve tarafların üstleneceği yükümlülükleri içermiştir.

Ancak bu dönemde hem Türkiye’de hem de Avrupa da oluşan ekonomik ve siyasal çalkantılar birliğin ve doğal olarak Türkiye’nin girişimlerini sonuçsuz bırakmıştır.

İlk önce birliğin içinde bulunan Yunanistan da 1967 de askerin yönetime el koymasıyla Avrupa birliği içinde sıkıntılar baş göstermiştir. Çünkü bu dönemde Avrupa birliği Yunanistan’ın üye olmasını Türkiye’den daha fazla istemiş ve Avrupalı dostlar Yunanistan’ı tam üye yapmak için ellerinden geleni yapmışlardı ancak askerin yönetime el koymasıyla bu çabalar bir süreliğine askıya alınmıştır.

Aynı şekilde Türkiye’nin içinde bulunduğu ekonomik ve siyasi çalkantılar nedeniyle Türkiye katma protokolün hükümlerini yerine getiremedi.

Bunun yanında Türkiye’nin KIBRIS HAREKATI da toplulukla aşılması zor sorunlara yol açmıştır. Türkiye’nin içinde bulunmuş olduğu siyasi ve ekonomik sorunlar toplulukla Türkiye arasında bir güvensizlik ortamının doğmasına neden olacaktı. Ancak burada sadece Türkiye de değil topluluğun da içinde bulunan devletlerin iç siyasetlerinde başarılı olamama sorumlulukları vardı.

12-20 ekim 1972 de yeni üyelerin katılımıyla genişleyen topluluğun devlet ve hükümet başkanları Avrupa topluluğunun Avrupa birliğine dönüştürülmesi ve ekonomik parasal birliğin sağlanması için bir takvim belirleme kararı aldılar.7-10 haziran 1979 Dokuz üye ülke ile ilk kez Avrupa Parlementosu  seçimleri gerçekleştirildi. 17-20 temmuz 1979 da doğrudan seçimle göreve gelen Avrupa parlementosu STRASBOURG da ilk oturumda bir araya gelmişlerdi.

Türkiye ve Avrupa birliği ilişkileri 1974 Kıbrıs barış harekatı ile kopma noktasına gelmiş ve Avrupa birliği harekatın barışçıl nedenlerle olduğunu anlayana kadar ilişkiler dondurulmuştur. Neyse ki Avrupa bu harekatın barışçıl olduğunu çok geçmeden anlamış ve ilişkiler yeniden devam etmiştir

Türkiye ve Avrupa birliği ilişkiler 1980 yılına kadar dalgalanmalara sahne olmuş. iyi kötü bir şekilde ilişkiler kesintiye de uğrasa devam etmiştir.

Ancak 12 Eylül 1980 yılına gelindiğinde Türkiye de askerin yönetime el koymasıyla ilişkiler süresiz dondurulmuştur. Avrupa birliği darbenin kendi politikalarını uygun olmadığını ve demokrasinin gelişimi çerçevesinde Avrupa birliği içtihatlarına aykırı olduğunu söyleyerek Türkiye ye sert tepki vermiş ve darbenin biteceği güne kadar ve Türkiye’nin demokrasiye geçişine kadar görüşmelerin başlamayacağını söylemiştir.

Nihayet kasım 1983 de Türkiye demokratik seçim yapmış ve TURGUT ÖZAL iktidar a  gelmişti.

TURGUT ÖZAL iktidara geldiğinde Avrupa birliği ile ilişkiler donmuş noktadaydı. Avrupa Turgut Özal ve hükümetinin darbe sonrası nasıl bir yol izleyeceğini merak ediyor ve bekle gör politikası izliyordu. AT un esas taleplerinden olan demokratikleşme süreci ile yeni bir anayasanın kabulü ile birlikte bürükselin Türkiye ye bakış açısında önemli bir fark gözlenmekteydi.

Avrupa bu dönemde Türkiye ye yönelik eleştirilerini her platformda dile getiriyor ve sert eleştirilerde bulunuyorlardı. Avrupa özellikle ‘Ermenilerin’ durumu ve soykırım iddiaları hakkında Türkiye devletine yeni şartlar kabul ettirme çabası içerisine girmişti. Avrupa’nın Türkiye ye diğer bir eleştirisi de Kürt halkının statüsünün konuşulması ve Kıbrıs’ın işgalini son vermek için Türkiye ye her platformda eleştirmekteydi.

Türkiye AT ye üye olmak için her yolu deniyor ancak bir türlü Avrupa bu çabaları görmezden geliyordu.

Avrupa’nın özellikle Kürt meselesi ve Kıbrıs meselesine önem vermesi de bu noktada manidar olmuştur. Türkiye bu iki meselenin Türkiye’nin iç meselesi olduğunu ileri sürmekte ve asla bu iki konuda taviz verilmeyeceğini Avrupa ya her fırsatta anlatmaktaydı.

Burada az da olsa Yunanistan dan bahsetmekte yarar olacaktır.

Yunanistan her fırsatta Türkiye ye zorluk çıkartıyor ve Türkiye aleyhine her platformda oy kullanıyordu. Yunanistan güçlü bir Türkiye’nin yanı başında olmasını istemiyor ve Kıbrıs’tan kuyruk acısı olan Yunanistan her fırsatta bunun acısını çıkartmak istercesine Türkiye aleyhine veto hakkını kullanıyordu.

TÜRKİYE 14 Nisan 1987 yılında Avrupa topluluğuna tam üyelik için başvuruda bulundu.

Bu başvuru Türkiye’nin 30 yıldır kapısında beklediği Avrupa ya artık bizi AT ye alın çağrısıydı.

Avrupa komisyonunun 1989 da açıkladığı raporda tam bir belirsizlik mevcuttu.

Bu raporda bir yandan Türkiye’nin üyelik konusunda ehliyetini kabul etse de; ekonomik, sosyal ve siyasal alanda gelişmesi gerektiğini belirtmiş; diğer taraftan kendi içindeki derinleşme süreci tamamlanmadan yeni bir üyeyi kabul etmeyeceğini açıklamıştır. Ancak gelecek genişlemeye kadar beklenmesini ve bu arada GÜMRÜK birliği sürecinin tamamlanmasını önermiştir.

AT un bu rapordaki belirsizliği ve ikiyüzlü tavrı tüm dünya ülkeleri tarafından görülmüş ve dünyanın önde gelen basın kuruluşları bu haksızlığa sessiz kalmamışladır.

Financial Times ve The Economist gazeteleri AT un yapmış olduğu bu haksızlığı manşetten duyurmuş ve Türkiye ye yapılan haksızlığın altını çizmişlerdi.

1990 lı yıllara gelindiğinde körfez savaşı vukuu bulmuş ve dengeler değişmişti.

AT Türkiye’nin KÖRFEZ savaşında gücünü bir kez daha görmüş ve Türkiye’nin bu savaş karşısında dik duruşuna şahit olmuştu. Türkiye körfez savaşı boyunca gücünü tüm dünyaya göstermiş ve dünyanın dikkatini bir kez daha çekmişti

Türkiye bölgesel bir güçtü ve bundan kaçış yoktu.

Bu dönemde GEORGE W BUSH Türkiye’yi ziyaret etmiş ve Türkiye’nin Avrupa üyeliğini desteklediğini açıklamıştı.

Ancak Avrupa’nın Türkiye’ye kayıtsız kalışı Türkiye’nin sabrının taşmasına neden olmuştu. Türkiye genel konuşmalardan bir sonuç çıkarılmayacağını artık anlamıştır.

1991 yılının mart ayında TURGUT ÖZAL AT ülkelerinin başkanlarını birer mektup göndererek ilişkilerin durumu ve geleceği hakkında batılı ülkeleri uyarmıştı.

Ab ve Türkiye 8 kasım 1993 toplanan ortaklık konseyin de 1995 in sonuna  kadar gümrük birliğinin tamamlanmasını kararlaştırılmıştır.

Avrupa’nın bu dönemlerde de kendi arasında kırılmalar oluyor adeta rotasını kaybetmiş bir gemi olarak görünüyordu. Avrupa bu dönemde kendi siyasetlerinde de değişikliğe gitmiş ve sancılı dönemler geçiriyordu.

Türkiye ise bu dönemde sadece gümrük birliği ile yetineceğini geç de olsa anlamıştı. Türkiye yakın dönemde Avrupa’ya üye olamayacağını üyeliğin ancak Avrupa’nın Türkiye içi işlerine müdahalesine izin verirse olacağını biliyordu.

Bu dönem de Avrupa çeşitli platformlarda Türkiye’nin Kürt meselesi, Kıbrıs meselesi, demokrasi ve insan hakları gibi konuları gündeme getirerek Türkiye’nin üyeliğine darbe vuruyorlardı.

Ancak Türkiye bu sevdadan kolay vazgeçmemiş ve gümrük birliğinin yükümlülüklerini yerine getirmek için olağan üstü çaba harcamış ve nihayet 1 Ocak 1996 yılında yürürlüğe girmiştir.

Ancak gümrük birliğinin Türkiye için iyi olup olmadığı Türk kamuoyu tarafından eleştiriliyor ve adeta kamuoyu ikiye bölünmüş durumunu almıştır. Kimi taraf gümrük birliğinin iyi bir antlaşma olduğunu ve Türkiye’nin Avrupa birliğine katılması için kilometre taşlarında biri olduğunu söyleyerek savunurken, kimi tarafta gümrük birliği antlaşmasının Türkiye ekonomisine telafisi asla mümkün olmayan bir darbe olarak görmüştür.

Gümrük birliği AB ye katılmak için kilometre taşlarından biri olarak görülse de Aralık 1997 yılında yapılan LÜKSENBURG zirvesinde AB, birliğe aday olabilecek ülkeleri açıklamış fakat Türkiye’yi bunun dışında tutmuştur. Bu dönemde de Türkiye ve AB arasında soğuk rüzgarlar esmiş ve güven ortamının yerini güvensizlik ortamı almıştı. Türkiye AB nin bu tutumunu sert bir şekilde eleştirmiş ve AB bu tutumunu devam ettirdiği müddetçe ilişkilerde ilerleme sağlanamayacağını yetkililere bildirmiştir.

Türkiye Lüksenburg  zirvesinden sonra Türkiye de ve dünyada değişen  sosyo-ekonomik ve siyasal süreçten daha güçlü bir şekilde çıkmış ve AB ye katılma arzusunu her fırsatta güçlü bir şekilde sürdürmüştür.

Bu dönemde de Türkiye içinde kamuoyu ve toplum adeta ikiye bölünmüş, bir taraf AB nin Türkiye için demokrasi, insan hakları, hukukun üstünlüğü, ekonomisi için tek çıkış kapısı olarak görürken, diğer taraf  ise AB nin amacının Türkiye’yi bölmek, Lozan da , Serv  antlaşmasında Avrupa’nın yapamadığını  bu yolla yapmak istediğini vurgulamaktaydı.

Türkiye de durum böyle iken 2 Aralık 1999 tarihinde AB zirvesi HELSİNKİ de toplanmış ve Türkiye’nin Avrupa birliğine tam üye olma hakkı olduğunu belirtmişti

Birlik 10-12 Aralık 1999 tarihinde yapmış olduğu Helsinki zirvesinde Türkiye’nin  ‘ADAY ÜLKE’ olduğu resmen kabul edilmiş oldu. Türkiye yıllardır peşinde koşmuş olduğu Avrupa birliğine ön koşulsuz adaylığı kabul edilmişti.

Türkiye adaylığını kabul ettirdikten sonra hızlı bir şekilde demokratikleşme sürecine girmiş ve yasalar kanunlar bir birini izlemiş ve Avrupa birliği müktesebatına uygun bir şekilde ilerlemesini gerçekleştirmiştir.

2001 yılına gelindiğinde ise;1999 yılında yayımlanan ilerleme raporu temelinde hazırlanan katılım ortaklığı belgesi Mart ayında Avrupa birliği konseyi tarafından onaylanmıştır.

19 Şubat 2002 de AB uyum sürecinde gerçekleştirilen çalışmalar kapsamında 1. uyum paketi resmi gazetede yayınlanarak yürürlüğe girmişti.1. uyum paketinde şu mevzular yer almaktaydı: düşünce ve ifade özgürlüğünün güçlendirilmesi, tutuklama ve gözaltı koşullarının iyileştirilmesine yönelik iyileştirmeler yapıldı.

Birinci uyum paketinin ardından 9 Nisan 2002 de 2. uyum paketi yürürlüğe girmiş ve resmi gazete de yayınlandı. 2. uyum paketinde ise şu konular yer almaktaydı; siyasi partiler kanunu, dernekler kanunu, toplantı ve gösteri yürüyüşler kanunu, basın kanununda değişiklikler ve jandarma teşkilatı ve görevleri hakkında düzenlemeler yapılmıştı.

Türkiye Avrupa birliğine üyelik noktasında elinden geleni yapıyor ve hatta sınırları zorluyordu. Türkiye AB ‘ye girme noktasında hem kararlı hem de büyük özveri ile çalışarak bu konuda ne kadar ciddi olduğunu Avrupa ya da gösteriyordu. Ancak Avrupa birliği Türkiye’nin bu çabasını ve arzusunu yeterli görmeyecek ki Kopenhag zirvesin de Türkiye’nin henüz bazı kriterleri karşılayamadığı için tam üyelik müzakerelerinin başlamayacağını belirtmiş, ancak kararını 2004 yılının sonunda vereceğini belirtmiştir.

Türkiye 2004 e kadar geçen süre içinde Avrupa birliğinin uygulamış olduğu çifte standartına rağmen isteğinden arzusundan hiçbir şey kaybetmemiş ve hızla reformlar gerçekleştirmiş ve nihayet Avrupa birliği konseyi 17 Aralık 2004’te, Türkiye ile katılım müzakerelerinin 3 Ekim 2005‘de başlayacağını kararlaştırmıştır.

3 Ekim 2005 e gelindiğinde birkaç ülkenin karşı çıkmasına karşın Türkiye istediğini uzun müzakereler sonucu almıştı.

(Burada özellikle vurgulanması gereken AKP hükümetinin Avrupa birliğine üye olma konusunda göstermiş olduğu çaba kamuoyu tarafından bilinen bir gerçektir.)

Bu dönemden sonra Türkiye AB ilişkileri inişli çıkışlı seyir izlemektedir. Özellikle KKTC konusunda anlaşma sağlanamaması müzakerelerin tıkanma noktasını oluşturmaktadır.

29 Kasım 2006 yılında AB komisyonu Türkiye’nin Kıbrıs konusunda çabalarının yetersiz olduğuna karar vermiş ve Türkiye ile müzakerelerin kısmi olarak askıya alınmasını tavsiye etmiştir. Bu tavsiyeye uyan AB 11 Aralıkta 35 başlıktan 8 de müzakere görüşmelerinde askıya alınmasına karar verilmiştir. Bu başlıklar:

(gümrük birliği, dış ilişkiler, mali hizmetler, tarım ve kırsal kalkınma, iş kurma hakkı ve hizmet sunumu serbestisi, balıkçılık, malların serbest dolaşımı, taşımacılık politikası)

Hali hazırda müzakereler devam etmektedir.

Türkiye artık 50 yıldır kapısında beklediği Avrupa birliğine girmek istemektedir. Ancak Türkiye’nin sabrı da tükenmiştir. AB’nin Türkiye ye uygulamış olduğu çifte standardını Türkiye artık görmekte ve tepkisini göstermektedir. Avrupa birliğinin kendi içinde de uyumsuz olması ve Türkiye için Avrupa birliği değil Avrupa birliği için Türkiye düşüncesi gün geçtikçe artmaktadır. Türkiye’nin eski Türkiye olmadığı, komşularıyla sıfır problem politikası yürüttüğü, dış politikada bekle gör politikasının yerine aktif siyaset izlemesi, Ortadoğu da izlemiş olduğu vijdan politikasının etkileri gün geçtikçe Türkiye ye artı yönde etki yapmakta ve bunu tüm dünya görmektedir. Türkiye’nin tüm dünyada artan prestiji ve önemi AB noktasında da dikkate alınacağına Türk milletinin inancı tamdır.

Türk milleti bu zor durumdan da alnın akıyla çıkacaktır

Kim bilir belki Avrupa birliğine hiç ihtiyaç kalmayacak, Türkiye kendi birliğini kurma gücüne sahip olabilecektir.

YUNUS SEBA
03.02.2011

KAYNAKLAR:

Dünden bugüne Avrupa birliği
Avrupa birliği sürecinde Türkiye
Adım adım Avrupa birliği
Avrupa birliği ve Türkiye
http://www.ikv.org.tr/
http://www.tbmm.gov.tr/ul_kom/kpk/trabils.htm
http://www.belgenet.com/arsiv/ab/ab.html