Kimim? Kim Olmalıyım?

Tarihin en başından beri sorulan ve farklı farklı cevaplar sunulan bu sorunun cevabını doğal olarak ben de şak diye yapıştıramayacağım. Ama bu sorunun bakış açısı ve içinde bulunulan ortam ve konulara göre belki de sayısız bir cevap yelpazesi olabileceğini düşünebiliriz.
“Ben kimim?” Sorusunun cevap yelpazesine ülkem ve ben doğrultusunda bakarsak önce kim olmam gerektiğine ulaşabilirim. Daha sonra bu konumdan ne kadar mesafede olduğumu ölçerek kim olduğumu da çıkarabilirim. Bilmiyorum bunu başarabilecek miyim? Bana kim olduğumu ve kim olmam gerektiğini gösterme arzusunu duyacak olanlara da açığım.

Sponsor Bağlantılar

İçinde yaşadığım toplum neden bir araya gelmiştir? Bu toplumu bir arada tutan dinamikler tesadüf müdür? Eğer tesadüf değilse, bu dinamikler değişmekte midir? Değişiyorlarsa, bu değişim gelişim midir? Erozyon mudur? Değişmiyorlarsa, değişmeli midir? Ne kadar? Nereye doğru? Benim şahsi isteklerim nelerdir? Benim şahsi isteklerimin topluma faydası var mıdır? Bütün isteklerimin topluma faydalı olması başka bir deyişle benim isteklerimin toplumun istekleri olması mümkün müdür? Ben bütün soruların cevaplarının en son soruda düğümlendiğine inanıyorum. Bütün isteklerimin topluma faydalı olması başka bir deyişle benim isteklerimin toplumun istekleri olması mümkün müdür? İşte can alıcı sorunun bu olduğunu düşünüyorum.

Hikâye bu ya! Vaktiyle bir talip, sofi olmaya ve Hak yolunda ilerleyerek yaratanını tanımaya niyetlenir. Çıktığı yolun gereği ilk yapılması gerekenleri tamamladıktan sonra iki gözü kapalı kendini dinlemeye geçecektir. Emirdir bunu taklidi de olsa yapacaktır. Yola giren herkese kendi iç sesini dinlemesi için çalışması emredilmektedir. Yeni derviş çok saf herkesin içinden gelen sesler ile sohbet ettiğini düşünerek yüksek bir inançla gözlerini kapar. Bir süre sonra yüksek sesle “ benim istediklerim olsun diye ” der. Bir süre daha oturduktan sonra tebessüm ederek kalkar. Yanında olan birkaç kişi çok şaşkındır. Olup biteni sorarlar. Derki:

İçimdeki sesi dinliyordum birden Ses bana “ Sen bu yola neden girdin? ” diye sordu.

Bende “ benim istediklerim olsun diye ”  şeklinde cevap verdim.

Ses ” senin isteklerin olmaz! Benim isteklerim olur ” dedi.

Bir süre hiç cevap vermeden boynumu büktüm. Bana tekrar seslendi “ Peki, peki senin isteklerin olsun ” dedi.

Dervişler bu garip aceminin haline şaşırmışlardır. Ama o az önce yaşadığı deneyimin verdiği gizli öğretinin olgunluğuna ulaşmıştır ve onlara açıklar. “Eğer bütün istekleriniz onun istekleri olursa, sizin isteklerinizde olur.”

Burada durum açıktır. Allahın istediklerini istersiniz, istemediklerini istemezsiniz. Ama doğruluğuna inanmak başkadır, arzular başkadır. İnsan faydası olan şeyleri ister. Bazı şeyler vardır ki kısa vadede faydalı, hatta bazen faydalı gibi ama orta ve uzun vadede zararlıdır. Bizler genellikle peşin bir arzu için çok yüksek ücretler, pahalar öderiz. Ülkemiz için de faydalı olan şeyler bizim için faydalıdır. Anlık bir menfaat toplum çıkarlarına aykırı ise o sorun en kısa sürede menfaat sahibine de bulaşacaktır. Eğer ben ülke menfaatlerini anlayabilirsem sadece çocuklarım ve torunlarım için değil kendim için de faydalı olduğunu anlayabilirdim. Ülke menfaatleri şahsi menfaatlerdir. Ülke menfaati olmayan şahsi menfaatler, menfaat gibi görülen sorunlardan ibarettir. Fakat benim isteklerimin, ülkemin istekleri olabilmesi için şimdilerde yeniden gizlenmeye başlayan olgunluk öğretilerine ihtiyaç vardır.

Şu anda ben kimim sorusunu sorduğumda, çocuklarıma güzel bir gelecek hazırlamaya debelenen, ama bu konuyu yarış haline getirerek benden hızlı koşanlara çocuklarımın geleceğini kaptırma korkusu yaşayan birisi gibi görüyorum. Bir yandan da maalesef bu yarışta insanlar artık etik olan olmayan bütün yolları denemektedirler.  Benim olmam gereken kişiliği yaşayabilmem içinse hepimizin anlık kazançlar yerine uzun vadeli kazançlara koşmamız gerekmektedir.

Henüz başlıktaki sorularıma en azından beni tatmin edebilecek bir cevap bulabilmiş değilim. Öğleyse aramaya devam edeyim.

İnsanların aklı ve arzuları ile hareket ettiklerini düşünürüz. Bazı insanlara aklı ile mantığı ile hareket ediyor deriz. Bazılarına duyguları ile hareket ediyor hatta bazen duygularının esiri olmuş deriz. Bu ifadelerden hareketle duyguların yanlış, mantıksal ve zekâsal bir davranışında doğru olduğu çıkarımına varabiliriz. Oysa hiç bir şeyi Türk filmlerindeki gibi saf iyi ya da katıksız kötü diye ayırmanız mümkün değildir. Başka bir deyişle duyguları hiç katmadan mantıkla ya da sadece istekler, arzular, sezgiler ile hareket etmenin daha doğru olduğunu iddia edemeyiz. Nitekim yaşarken gördüklerimizde bize örneğin mantık evliliği yapan bir çifttin gerçektende düşündükleri muhtemel sorunları beraberce çözebildiklerini ama bazen de hiç istenmeyen sorunlarla tanışıp içinden çıkılmaz bir sarmalla karşı karşıya kaldıklarını göstermektedir. Bu durumda artık eski mantığından eser kalmadan duygu seli içinde, mutsuzluk nutukları ile evlatlarını da anne veya babadan bazen her ikisinden de mahrum ettikleri karma karışık bir yaşam tarzına sürüklendiklerini görüyoruz. Duygularını ön planda tutan insanlarda da aynı olumsuz veya kısmetse olumlu sonuca ulaştıkları görülebilmektedir.

Gerçekten kısmetse, kaderse deyip beklemeli miyiz? Eğer öyle olsa her halde duygular yeterdi. Aklı kullanmaya hiç gerek kalmaz ve böylece de mutsuzluğu kader tanrıçasının hesap defterine not ederdik. Mutlaka ki hayatımızın içinde en güzel davranışı sergilediğimiz halde istenmeyen sonuçlarla karşılaşırız. Fakat her şeyin en güzelini yapmanın açık gayreti bizi vicdan muhasebeleri ve dış kaynaklı suçlamaların problem artırıcı, ezici gücünden kurtaracaktır. Belki de kaderin bize ileride neler hazırladığını şu anki davranışlarımıza bakarak da bir nebze anlayabiliriz.  Atasözlerin de ”Ne ekersen onu biçersin.”, “Kişinin çektiği amelidir ameli!” tarzındaki ifadelerle kader yazıcısının takdir yeteneğini de işin içine katarak yine keskin bir bıçak ayırımı olmadığını görebiliriz.

Salih sözün dinle peder
Tedbirine verme keder
Tedbiri de takdir eder
Bir sağlam yol ara bul

                     Salih baba  

Yukarıda ki satırlarda gözümün gördükleri ile kendi kısıtlı beyin laboratuarımda çözümlemelere ulaşmaya çalışıyorum. Buraya kadar yazdıklarımla salt zekâ, saf duygu veya karışımının her zaman sonuca ulaşmadığını bunların öğrenilmesi gereken bir denge ile kullanılması gerektiğini çıkarıyorum. İlaveten de buna rağmen istemediklerimle karşılaşırsam bunların sonuçları gerçekten istemediğim şeyler mi olacak? Onu tartmalıyım. Eğer nihai sonuçlarda benim için zararlı ise hatasız davranma gayreti acılarımı minimize edecektir.

Hala kim olduğumu veya olmam gerektiğini anlamış sayılmam ama sanki bir şeyler kıpırdamaya başladı. Bedenim de topluca duygular dediğim faaliyet kaynaklarını harekete geçiren bölümü keşfetmem, mümkünse onları kontrol etmem ve düşüncelerimin de analitik, sağlam bir zemin üzerinde olmasını sağladıktan sonra ikisinin ahenk içinde birleşmesini sağlamam gerekmektedir.

Bedenimiz de aralıksız olarak bizim kontrolümüz
dışında sürüp gitmekte olan faaliyetler olduğunu vurgulayan bilim adamları onları bize hissedilen örneklerle de göstermektedirler. Çalışan kalp, nefes alma refleksi, belli oranlarda büyüme, sindirim ve bunlar gibi. Yani tamamen bizim kontrolümüzün dışında ki faaliyetler, duyguların zorladığı faaliyetler, aklımızı kullanarak yaptığımız faaliyetler. Acaba bu ifadelerim doğrumu? Yani aklıma ben demek ama aklımın dışında ki faaliyetlere ise “ Benim dışımda ki “, “ Beni zorlayan “ şeklinde isimler koymak. Sanırım yanılgı burada başlıyor. Ben bir bütünüm ve aklım uykudayken bile devam ettirdiğim faaliyetler var. Bana ait olan diğer faaliyetlerimi de kontrol edebilir miyim? Kontrol etmeli miyim? İhtiyaç varsa evet kontrol etmeliyim ve inanıyorum ki doğru eğitim, besleme, yükleme doğru kelime ne ise onunla bu iş olacaktır.

Yine çeşitli kaynaklarda takdir edersiniz ki konunun uzmanları beyin faaliyetlerini korteks denilen ve beyni zar gibi saran ince bir organizmanın yürüttüğünü söylerler. Duymak, görmek, tatmak, düşünmek burada başlar ve burada biter. Aslında bize ben dedirten tüm olgular burada olur. Benim bilgim dışında gelişen faaliyetler ise dışarıdan değil yine benden ama aşina olmadığımız bir yerlerden gelmektedir. Vücudumuzun refleksif hareketleri, duygular, gönül verdiğimiz işler, uzmanların ifadelerinde yine beyinden ama bu sefer korteks hariç diğer bölümden gelmektedir. Doç. Dr. Nusret Kaya kortekse üst beyin demekte ve kolay anlaşılması için beynin loplarından kuyruk sokumuna kadar olan bütününü korteksten ayrı tutarak alt beyin diye adlandırmaktadır. Yine onun ifadeleri ile beynimizi oluşturan 100 milyar hücrenin % 28 ini korteks, % 72 sini ise geri kalan kısım oluşturmaktadır. Ayrıca kuyruk bilimi adını verdiği çalışmalarında da bize bu konuda çığır açacak bilgiler vermektedir. “Evrensel eşit kuyruklu canlı” isimli kitabında müthiş bir şekilde atalarımızın tecrübelerinin RNA lar aracılığı ile bize geçtiğini, bu konuda ki çalışmaları ile Nobel ödülü alan araştırmacıları referans göstererek aktarmaktadır. Bilim adamımızın bu bilgiyi aktarmaktan öte çok ilgi çekici çalışmaları, kitaplarında negatif virüslerden rüya analizleri ile kurtulmak, pozitif bilgi birikimlerini ise farkına vararak faydalanmak şeklinde gözler önüne sermiştir. Burada muhteşem veciz söz “ Muhtaç olduğun kudret damarlarındaki asil kanda mevcuttur.” Ve bu sözün sahibini saygıyla anmadan geçmek mümkün değil.

Şu anda biraz daha zihnimde şekilleniyor ki bu topraklarda yaşamış olmak bana zaten gerekli bilgi birikimini vermiş. Şimdi gerekli olan ise atalarımdan bedenime aktarılmış olan harika kayıtların üzerine gereksiz kayıtlar koyarak en altta kalmasını engellemek. Ayrıca kudret kaynağı olan bu çok değerli bilgilerin gün ışığına çıkması için doğru tarih bilgisi ve kültürümüzü araştırmak. Yani sanki öğrenmek değil hatırlamak. Tabii ehlini bütün insanlarımız için bu çalışmalara davet ediyorum.

Yazıma başlarken bitirebilecek miyim? Sorduğum sorulara kendi cevaplarımı bulabilecek miyim? Derken sanırım artık yavaş yavaş sorduğum sorumun cevabını bulmaya başladım.

Okuyup yazdıkça gelişen bir üst benim var. Muhteşem hazinelerle dolu bir alt, gizli benim var. Üst benimi çalıştırdıkça geliştirebilirim. Alt benim de ise tarihin en başından beri bütün atalarımın yaşadığı tecrübeleri biriktiren çok büyük bir bilgisayar var. Sanırım bu işi geçmişte çok iyi anlayanlar varmış ki

“1263’te meva dan bir beşer suretli hane gelmişim”

Diyerek yaklaşık 150 sene önce doğduğunu bildiren atamız aşağıda ki dizeleri dile getirmiştir.

Bu âlemin mesti benim dervişlerin postu benim
Bir altı yok desti benim çok kenz-i hemyân bendedir

Hem Mantıku’t-tayr olmuşam aynı iken gayr olmuşam
Sırrı iken seyr olmuşam gizli nümâyân bendedir
                                                          Salih baba

Aynî iken gayr olma = Birlikte iken ayrılma.
Gizli – nümayan = Gizli iken açığa çıkma renkten renge girme halleri.
Kenz-i hemyân = Hazine ve onu taşıyan heybe, torba.                                                               

Mantıku’t-Tayr = Kuşdili                                                                                                                  

Sır iken seyr = Gizli iken açığa çıkma

“Bir altı yok desti benim” açık bir şekilde sınırsız bir bilgi hazinesinden bahsederken, kenz-i hemyan ( Hazine torbası ) bunu ikrar etmiyor mu? Bu gün bilimin RNA lar vasıtası ile en eski atalardan beri biriken tecrübelerin her biri yirmi milyon bilgi çipine eşit sanırım yüz milyar hücre saklı ve açığa çıkmayı bekleyen hazine dediği, Salih baba’nın dipsiz tesdisi olabilir mi?

Yalnız bunlar genellikle öyle durup dururken üst benime yani benim kendimi bildiğim yere çıkmıyorlar. İşte bazen toplumsal hafıza olarak da karşımıza çıkan bu alt beyin bilgileri ( alt benliğim ), toplumun tamamı ile farkına vardıklarımızın dışında çok fazla ortak yanlarımızı oluşturmaktadır. Bunlara ulaşarak kazanacağım benlik “ Kim olmalıyım? ” sorusunu cevaplamaktadır. Bu bilgileri açığa çıkarmak lazım ki bunu hızlandırmanın yolu da bana yaşadıklarını miras bırakanlar gerçekten neler yaşamışlar incelemek olsa gerek.

Sonuçta ise bende açığa çıkacak alt beyin bilgileri sayesinde alt ve üst beynimi dengeli olarak kullanabileceğim. Yani duygularıma komuta eden alt beyin, sayem de şekillenerek benim doğru amaçlara hizmet etmeme sebep olacak. Ya da sezgi ve duygularımın da en az mantığım kadar bazen daha fazla doğru olmasını sağlayacak.

Yukarıda yazdığım ve anlatmaya çalıştığım nedenlerle kim olmam gerektiğini ve oradan bulunduğum yere bakınca da şu anda kim olduğumu görebilmekteyim. Bunu basit bir dille özetlemeye çalışırsam arzularımın, isteklerimin, hazlarımın, düşüncelerimin, hayallerimin ve şuanda belki de tamamını hatırlayamayacağım beni ben yapan bütün duygu ve düşüncelerimin kesinlikle ülke yararına olması gerekmektedir. Ülkeye zerre miskali kadar zarar verebilecek her hangi bir olgunun, duygu ve düşüncenin beynimde, yüreğimde veya bilemediğim hiçbir zerremde yeri olmamalıdır. Dahası böyle bir olgu dış kaynaklarca kulağıma değdiğinde acı çekmeliyim. Egom ülke zararına olabilecek bu olgulara karşı, şahsımın zarara gireceğini bilerek otomatik savunmaya geçmelidir. “ Ben demek ülkem demek, ülkem demek ben demek ” diyebilmeliyim. İşte ben bu olabilmeliyim. Bütün fertlerimiz bu olabilmelidir. Eğer gerçekler böyle olsaydı, anlattığım özellikleri taşımayan küçük bir azınlığa çeşitli eğitim, öğretim, hidayet ya da gerekiyorsa ıslah metotları kullanabilirdik. Fakat gerçekler böyle olmadığı gibi, mevcut yaşam biçimi bu duygu ve düşüncelere erişebilmiş kâmilleri ya saklanmaya, gizlenmeye sevk ediyor ya da onları yavaş, yavaş yutuyor. Senin malın da benim malımdır anlayışı bütün vatanı esaretler altına sokmadan önce herkesin top yekûn bu seviyeye yükselmesi gereklidir.

“AYDINLAR VE ENTELEKTÜELLERİN AYDINLATAMADIĞI ÜLKELERİ CAHİLLER VE ŞARLATANLAR KARARTIRLAR.”

Ülkemiz kararmasın. Beyin haltercisi
olan aydınlarımız planlı ve düzenli bir şekilde sadece aydınlatmak için, herhangi bir menfaat gütmeden bir araya geldikleri takdirde, Ülke insanının ulaşması gereken seviyeyi benim anlattığım hali ile değil doğru şekli ile tespit edeceklerdir. Hiç şüphem de yoktur ki bunun yollarını bularak yükseliş devrinin adımını atacaklardır.

Sonuç: En kesin haliyle beynimde yer alan hatıralarım, ben hatırlamasam bile, bilhassa beklenmedik zamanlarda keskinleşen bir şekilde beni duygu ve refleksif hareketler olarak etkilemektedir.

Çocukluğunda, bir bireyin eğer bir köpek tarafından korkutulmuşsa, hatırlamasa bile köpek gördüğü an tüm kontrolünü kaybedecek şekilde korkuya kapılması yukarıdaki cümleyi anlamada fikir oluşturması için örnek olarak verilebilir. Ya da at gibi araba kullanmak DNA’lar vasıtası ile geçen genetik bir durumdan ziyade RNA çiplerine kayıt edilmiş bilgilerin, yani atalarımızın at kullanma şeklinin bizi etkilemesi sonucu, at ve araba kullanmak heyecanının özdeş yanlarının tetiklemesi ile meydana çıkan bir durum gibi gözükmektedir.

Durum, konunun uzmanı olan Doç Dr. Nusret Kaya’nın açıklamalarından şöyle anlaşılmaktadır. Beynin %72’lik bir bölümünü oluşturan Alt beyinde, yani şuur altında kayıt olan bu hatıra, %28’lik bölümü ihtiva eden üst beyin, yani şuur bölgesine galip gelerek kontrolü ele almaktadır. Bu durumda atalarımızın tecrübeleri, bizde kayıtlı olmasalardı bile, bizi daha önce kendi yaşadıklarımız kontrol altına alacaktı.

Önümüzdeki yaşantıyı bizde kötü etkili kayıtlar oluşmasına müsaade etmeyecek şekilde düzenlemeliyiz. Yani ileride bizi olumsuz kontrol eden talihsiz kayıtlar, beynimize yerleşmemeli. Aksine bu kayıtlar, kaza, bela, harp, savunma, yardımlaşma halleri gibi olgularda topluma, yani aslında tamamen kendimize hizmet etmemize yönlendirecek kayıtlar olmalı. Bunun içinde en güzel yaşam tarzının araştırılarak hayata geçirilmesi dileğiyle…