Yazar: İSMAİL DEMİR

Emaneti Hediye Edebilmek

Hayat o kadar hızla akıp gider ki, dur diyebilmek imkansızdır. Yakalayabilmek, ona ayak uydurabilmek kolay değildir. Kişilerin hayatı, toplumların hayatı, ünlülerin hayatı… Kim ki, geçmişte kaldıysa hayatı kolayca yazılır çizilir, ne kadarı bize ulaşmışsa. Ne kadarını görmüş, duymuş ve anlamışsak…Belki de ne kadarını araştırmışsak. İnsanoğlunun hayatı bir asır bile değilken, bazen asırlarca onu anar ondan bahsederiz. Onların yaşamları bize hep rehber olmuştur. Örnek alırız. İlginçtir ki, bu dünya hayatını ve nimetini çok sevenler ve onlar için hayatını ortaya koyanlar hiç hayırla anılmamıştır. Ya firavun gibi lanetlenmiştir, ya da hitler gibi kötülenmiştir. Yunus Emre gibi Mevlana gibi kendini bu dünyadan soyutlamaya çalışanlar ise günümüze kadar tüm dünyada hoşgörü ve sevgi ile anılmış yüzlerde tatlı bir tebessüm oluşturmuşlardır. Hepsinin ortak özelliği ise sonraki nesle bıraktıkları miras olmuş hiç şüphesiz. İlk peygamber Hz. Adem’in oğullarından Kabil kardeşi Habil’i öldürünce miras kalmış cinayet biz insanlara. Ama o mirası kim emanet olarak almak isterse o almış. Çilelerin en büyüklerinden birisini yaşayan Hz. İsa, çarmıha gerilirken, “Tanrım onlar bilmiyorlar, bilseler seni, sonra da severlerdi beni” demiş ve gerek insan sevgisini ve gerekse Tanrı sevgisini emanet olarak bırakmış. Ama zaman acımasız çıkmış. Nice dev yapıtlar rüzgar ve su aşındırmasıyla değil de süreklilik esasıyla yıkılırmış. Ve zaman geçtikçe nice büyük insanların hayatlarına mal olan büyük simgeleri de zamanla erimiş. Ünlü kişileri unutturmamak için adına şenlikler, anma törenleri yapılmış ancak bu çalışmalar cılız bir mücadele olmaktan öteye gidememiş....

Devamını Oku

Emanete Sahip Çıkabilmek

“Ey Ebu Talha, ödünç alınmış bir şeyi geri vermek icap eder mi etmez mi?” diye sormuştu karşısında üzgün ama dimdik ayakta duran o mübarek kadın. Belli ki, bu soruyu saatlerce gözyaşları içerisinde ama insanoğlunun aklının ve ilminin alamayacağı metanetiyle sormak için hem düşünmüş hem de beklemişti.Emaneti geri vermek… İşte can alıcı nokta da buradaydı. “Benim diye sahiplenmemek… Oysa henüz bir yaşına bile girmemiş bebek sabah Ebu Talha’nın elinde gülücükler saçıyordu. Bir tabut bile gerektirmeyen bir olay… Yarın toprağa verilecek bir bebek için gözyaşlarından önce onun bir emanet olduğunu düşünebilmek ve ona göre hareket edebilmek… Ne büyük bir imtihan… Mü’minunsuresinin “Onlar, emanetlerini ve sözlerini yerine getirirler.”ayeti sanki Ebu Talha ve eşine hitap ediyor. Sabretmek ve Allah’ın emirlerini yerine getirebilmek. Ne büyük bir fırsat… İmtihan ve fırsat… İmtihanı fırsat bilmek ve bu çetin sınavı kazanabilmek… o mübarek eşler gibiBakara suresindeki “İman edip salih ameller işleyenler, işte öyleleri de cennet ehlidirler ve orada ebedî kalıcıdırlar.” ayetine mazhar olabilmek ne kadar güzel olsa gerek. Zamanında Avrupalılar, başları belaya girdiklerinde dostum dediği müttefiklere değildüşmanım dediği Osmanlılar’a toprak da emanet etmiş, mal da, namus da… Kutsal zamanlarda olduğu gibi. Kutsal zamanlarda efendilerin efendisi vardı. O mübareklerin en mübareğinin arkadaşları, eşleri vardı. Çocukları vardı. Hepsi emanetti. Birer birer de gitti elinden, avucundan. Amcası Hz. Hamza’nın şehadeti karşısında yıkılmış, halini görünce de gözyaşlarını tutamamıştı. Yine üç aylık oğlu İbrahim’i elleriyle toprağa gömünce aynı gözyaşlarını yine durduramamıştı. İki...

Devamını Oku