6 Yıl Tam Pansiyon ya da Kültürel Bir Cinayet

Birkaç hafta önce sağlam bir gribe yakalanıp evde birkaç gün geçirmek zorunda kaldım. İşin gücüm olmadığı bu dönemde televizyonun gündüz kuşağında ne kadar korkunç olabildiğini bir defa daha gördüm. İnternet nispeten daha az sıkıcıydı, sonuçta seçme özgürlüğüm vardı. Ama asıl olan her zamanki gibi kitaplarımdı… İlk iki günde Orhan Pamuk’u bitirdim, ağzımda keyifli bir edebiyat tadı kaldı. Fakat sonra 14 yaşındaki oğlumun salonda bıraktığı kitabına gözüm takıldı ve hem sıkıntıdan hem de “bizim oğlan neler okuyor bakalım” diye kitabı aldım elime. Kitap, Tolga Gümüşay’ın yazdığı bir gençlik romanıydı: 6 yıl tam pansiyon. Olaylar kısaca bir grup öğrencinin yatılı okullarında geçirdikleri son birkaç günü anlatıyordu. Battaniyenin altına girdim ve başladım okumaya. Sadece aklımı dağıtsın, biraz neşeleneyim diye okumaya başladığım kitap, ortasına geldiğimde beni çıldırtmak üzereydi. Çevirdiğim her sayfada kan beynime sıçrıyor, sinirlerim bozuluyordu. Zira oğlum bu kitabı okumuş ve buradaki çocukların yaptıklarına, bu çocukların ait olduğu bir kültür atmosferine ait olmak istemişti muhtemelen. Tolga Gümüşay’ın 6 yıl tam pansiyon kitabındaki karakterler ve olaylar; batı kültürünün en dejenere haline öykünüyordu. En temel tanımlamasıyla Amerikan kültürünün çöplüğüne bir bakıştı ama çöplük gibi değil de sanki değerli bir mücevhermiş gibi yansıtıyordu bunu… 6 yıl tam pansiyon’u içimdeki öfkeyle zor bela bitirdim ve üzerine oturup düşünmeye başladım. Televizyon hemen her kuşağıyla çocuklarımıza zaten, batı kültürünün tüm çirkinliğini aşılıyordu. İnternet ya da bilgisayar oyunları da bütün bir kuşağın beynine girmeye muktedirdi. Peki bizim çocuklarımızı koruyabileceğimiz...

Devamını Oku