Yanlış anlamayın deprem falan olduğu yok.

Sorun aynı sorun… Yıllardır süre gelen bir türlü çözüm bulanamayan sorun

Göç…
Yıllar boyu özellikle İstanbul’a neden göç edildiği tartışılır. Fakat asla çözüm bulunmaz. Tek sebep yaşam şartlarının meydana getirdiği maddi kısıtlama mı?

Sponsor Bağlantılar

İSTANBUL ÇÖKÜYOR

ÖNCE İSTANBUL’U KURTARALIM…

Şuur altına yerleşmiş, metropol şehirde yaşama arzusu olamaz mı? Başka bir ağızla “Büyük şehirde yaşama isteği” Burada amaç yermek, küçük görmek değildir. Her insan istediği yerde yaşama hakkına sahip. Bunu eleştirmekte, yermek kadar kötü.

Genel bakış açısıyla değerlendirildiğinde;

Türkler de göçebe hayatı asırlar öncesine dayanmaktadır. Özellikle Türk Bozkır devletlerinde, değişen iklime ayak uydurabilmek adına konar-göçer yaşam anlayışı benimsenmişti. Altay ve Tanrı dağları ile Orhun bölgesinde yapılan arkeolojik kazılarda; Bozkır Türklerinin kültür anlayışı dahi göç unsurunun ön planda tutulduğu, iklimsel özellikler dikkate alınarak ve taşınabilir malzemeyle sanatsal faaliyetlerde bulunduklarını göstermektedir.

O çağlarda yaşam tarzı olarak benimsenen göç kavramı, asılar geçtikçe sebep sonuç ikileminde farklılık göstermiştir. Bugün Türkiye içinde yaşanan isteğe bağlı göç sorunun yanında uluslar arası zorunlu göç kavramı, dünya genelinde her daim gündemi meşgul etmiştir.

Konuyu, büyük çoğunluğunu göçlerin oluşturduğu İstanbul’un artan nüfusuna getirmek istiyorum.

Aslında sorun sadece İstanbul’un sorunu değil. Tüm büyük kentlerin sorunu. Göç, Türkiye sınırları içinde akıl almaz yükselişini her geçen yıl katlayarak artırıyor.

Bundan 60–65 yıl önce köyden kasabaya göç eden insanımız. Yıllar geçtikçe, Köyden şehre daha sonraki yıllarda ise şehirden şehre akmaya başladı.

Cumhuriyetin ilan edildiği yıllarda köy nüfusu ülkenin %80’ini oluştururken, bu gün göçle gelen değişimle bu oran tam tersine dönmüş durumda.

Türk insanının yaşama bakış açısını kodlara ayırmak gerekiyor. Öznesiyle, paydasıyla ayırmak. Antropolojik yapıları tamamıyla birbirinden farklı çıkacak olan sonuçların, ilk bakışta fark edilemeyen benzerliği düşündürücüdür.

Yıllar önce, yapılan göçlerde terk edilemeyen köylülük zihniyetini ve göç ettiği yerde özkimliğini devam ettirebilme çabası gün yüzüne çıkarken, Göç eden ailelerde bu durum aile ve yakınları arasında içsel ve dışsal çatışmaya dönüşürdü.

Bu gün ise göçle gelen ailenin, yaşamlarında önem arz eden sosyal ve kültürel açılımlardan bir çırpıda vazgeçmeyi göze alan, kentli kimliğine zorda olsa adapte olabilen bir göçer görüyoruz.

Farklı iki tarih arasında göçeri bu zorunluluğa iten bakış açısı, sadece yüzeysel birkaç sebeple açıklanamayacak kadar ciddi. İşsizlik, kan davaları, sağlık ve eğitim sorunu şeklinde sıralanıp giden maddeler. Göçerin kabuk değiştiren öz yapısına verilen bahanelerdir sadece.

Hümanist yaklaşımın bir anlamı yok.

Göç ülkemiz de ciddi sorunlara yol açarken, sıralanan başlıkların ardında çözüm arama çabası yetersizliğini sürdürmektedir.

Mesela göç’e sebep gösterilen birçok ilde, tarımın geçmiş yıllara göre yüzdelerle ifade edilen oranda azaldığı istatistiklerle kanıtlanmıştır. İnsanlar, kendi ait toprağını işlemek yerine, büyük kente göç etmeyi tercih ediyor.  Yani kendi toprağında çalışmak yerine kentteki yevmiye usulü işler daha cazip geliyor. Tercihler arasında hızla artan suç unsuru olaylarda ne yazık ki ilk tercihler arasında yer alıyor.

Göçle gelen bireylerin çoğunluğunu üretken yönünü gösteremeyen, eğitim, yeterlilik ve becerisi olamayan kişiler oluşturmaktadır. Bu nedenle sınırlı sayıdaki çalışma alanlarında da iş bulamaz durumdalar. Bu bağlamda, sorun Türkiye’nin birçok ülkede 3. dünya ülkesi olarak tanınmasına sebep olmaktadır.

Sonuç olarak; Göç alan büyük şehirde artan can ve mal güvenliği kaygısı, çoğalan nüfusun kaliteli yaşamı ne denli düşürdüğü ise sorunun ortak paydasını teşkil ediyor.

Daha önce bahsettiğim gibi sebep sonuç ikileminde gösterilen, işsizlik/iş edinme amaçtan çok araç olarak kullanılıyor.

Büyük şehirde yaşama pahasına tek edilen memleket ve göç edilen şehirdeki işsizlik, bu yerlerdeki artan ve azalan nüfus artışıyla doğru orantıda seyretmekte.

Bütün bunlar sadece isteğe bağlı göçlerle sınırlı değil. Ülkedeki göç sorununun en önemli kısmını geçmişte yaşanan zorunlu göçler oluşturmaktadır. Bu da sorunun ne denli ciddi boyutlarda olduğunu yıllar öncesinden gün yüzüne çıkartmış durumda.

Ülkeler arası göç özellikle II. Dünya savaşından sonra başlamıştır. Bosna Hersek savaşından sonra ortaya çıkan zorunlu göç, bölgede yıllardır sorun olmuştur. Bir dönem Bulgaristan’da yaşayan Türklerin göçe zorlanmasıyla ve Körfez savaşı sonrası mültecilerin Iraktan Türkiye’ye akın etmesi ülkedeki sosyo kültürel ve sosyo ekonomik yapıyı aşındırmıştı.

Avrupa’da ise zorunlu göçle karşı karşıya kalınması aynı sebeplere dayanır.

Özelikle ülkelerdeki kırsal kesimlerde ve savaş sonrası zorunlu göçe zorlanan insanlar, yeni yaşam tarzına adaptasyon zorluğu yaşamakta ve göçte mağduriyetlerin giderilip, önlenmesinde karşılaşılan sorunlara çözüm bulunmamaktadır.

Binlerce insan zorunlu göçle gelen sorunların çözümsüzlüğünü yaşamına sindirmeye çalışmaktadır. AB’ nin ve birçok sivil toplum örgütlerinin zorunlu göçe maruz kalanlar adına başlattıkları çalışmalarla, bir umut ışığı yanmaya başlasa da kesin çözüm getirilmemiştir.
Çözümleme yöntemlerini ve sonuçları, mevcut zorunlu göçler bağlamında izlenmelidir. Yerinde çözüm önerileri bulunmalıdır. Zorunlu göçle gelen sorunlara çözüm aranmaktan ziyade, önleme çalışmaları içinde girilmesi gerekmektedir. Her geçen gün artan göç, kendi başına sorun olmaktan çıkabilir.

AB’nin, NATO ile ortaklaşa düzenleyeceği ırk ve din gibi kavramlardan arındırılmış, sadece insan hakları üzerine kurulu zorunlu göç yasağı genelgeleri çözüm olabilir.

Google’da Ne Arıyorsunuz?

* Türkiyede göç (8. sıra)