12 Eylül’de tüm hapishanelerde tutuklular beş vakit ezan okur gibi, ant içip İstiklal Marşı okuyordu. Diyarbakır Cezaevi’nde bu iş daha da abartılmıştı. Tutukluların çoğu Kürt olduğu için Jandarmalar ne kadar dayak atsa da dilleri dönmüyordu.
Dayakla, bok çukuruyla bu işin olmayacağını anlayan cezaevi yönetimi yeni bir yöntem uygulamaya karar verdi. Gardiyanlar, tüm tutukluları avluda toplayıp bir yarışma yapılacağını açıkladı. Türküm, doğruyum, andını en iyi okuyan kişiye her hafta görüş olanağı sağlanacak ve tuvalet temizleme gibi işler yaptırılmayacaktı.

Sponsor Bağlantılar

Yarışma günü geldi. Komutanlar bir masaya dizildi. Tutuklular teker teker “Türküm” dese bile “doğruyumu”, “dogriem” diye okuyordu.

Komutanların yüzü asılmaya başladı. Sinirleri gerildi. Belli ki yarışmadan sonra ufukta yeni bir dayak vardı. Tam o sırada, bir mahkum, bir tiyatrocu edasıyla, kelimeleri tek tek tonlayarak gür ve net bir sesle “Türküm, doğruyum, çalışkanım. Varlığım Türk varlığına armağan olsun” dedi.

Komutanlar bu güzel ant içme karşısında yerlerinden fırladı. Ayakta alkışlıyorlardı tutukluyu. Sonuçta onu birinci ilan ettiler. Komutan birinciyi tebrik edip, diğer tutuklulara döndü.

“işte Türküm, çalışkanım, böyle yürekten söylenir. Kürt, Mürt yoktur. Sadece Türk vardır. Herkes bu arkadaş gibi okuyacak. Göğsünü gere gere “Türküm” diyecek.

Sıraya dizilmiş tutuklular kaçamak bakışlarla birbirlerine bakıyor ve kendilerini tutamayıp kıs kıs gülüyordu. Birinci seçilen tutuklu gözlerini kocaman kocaman açmış yanında duran komutanın ne dediğini anlamaya çalışıyordu. Çünkü o uyuşturucu kaçakçılığı nedeniyle tutuklanmış bir Alman vatandaşıydı.

Kaynak: Zordur Zorda Gülmek
Yazar: Oğuz Güven