Yazar: ÖZCOŞKUN

Yol Tıkanınca

Çok şekerdi küçük kızı. 4 yaşında bir akıl küpü. Hayran bıraktırıyordu herkesi. Özellikle sosyal zekasına çok güveniyordu annesi. Sağlıklıydı; çok kollamamasına karşın pek hasta olmuyordu, birkaç öksürükle geçiyordu şükür. Kuvvetliydi çenesi, hazır cevaptı, sempatikti; hayatta hep sevilecekti yani. Akıllıydı; okulda sorun yaşamazdı. Çekingen değildi; iş hayatında kendini ezdirmezdi. Tüm hayatını kafasında belirlemişti annesi. Her şey iyi olacak. Mutlu olacak. Sorunların üstesinden gelebilecek kadar güçlü. Sorun yaşamayacak kadar sağlam. İyiydi yani.. Afalladı birden. Fena afalladı. Tesadüfi bir muayene ile çocuğun göz bozukluğunu öğrendi. İleri derecede bozukluk. Şaşırdı! Hiç beklemiyordu. Kim neyi bekliyordu ki.. Hayat beklentileri ne kadar karşılıyordu ki.. Kendini suçladı! Fark etmeliydi şimdiye kadar, daha önce rutin kontrollere götürmeliydi. Panikledi! Ne olacaktı şimdi. Sıcakta rahatsız olacak, okulda dalga geçecekler, yağmurda rahat yürüyemeyecekti. Eyvahlandı! Niye oldu ki şimdi bu durduk yere. Ailede yoktu benzer sorun. Of of of.. Düşündü kadın.. Çocuk kendi kendine yüzmeye başladığında çok sevinmişti. Çok.. Yine düşündü.. Doktordan çıktığında çok üzülmüştü.. Çok.. Sonra başka bir zamandı. Duraktaydı kadın. Bir su akıyordu önünde. Koca caddede. İncecik yol bulmuş kendine. Alakasız bir yerde, alakasız bir şekilde. Sahi kim karar vermişti alakasız olduğuna? Süzülüyor öylece hayatın içinde. Sakince. Dingince. Kendinden emin. Sahiplenmiş yolu. Birde aitlenmiş üstelik. Bir o kadar kolay vazgeçebilir. Umrunda olmadan. Güneş çıkar kurur kaybolurum diye korkmadan. Yağmur yağar karışırım çokluğa yokolurum demeden. Kesildi birden yol. Kapandı önü. Açtı gözlerini kadın. Ne olacaktı ki şimdi.. Su bir an...

Devamını Oku

Ölümün Kokusu

Ölüme yaklaşmak değil, ölümün yaklaşması.. Topuk seslerini duymak, kokusunu hissetmek, soluğunu duymaya başlamak..Hoş geldin ölüm diyebiliyor mu? Niye? Ötedeki bilinmezlik, yanlışların azabı, yapılmayanların acısı.. Korkuyoruz.. Niçin adam gibi yaşadım hayatı, usulca kalkıyorum koltuğumdan diyemiyoruz? Kanserdi… Umutları vardı.. Planlar yapmıştı.. Erkendi güçten düşmeye.. Hele ölmeye.. Ö.l.m.e.k.. Soğuk bir nefesle ağızdan çıkıp, kaplıyor etrafı bir anda buz kesen sisi.. Birdenbire değişti hayatı. Söz almamıştı ki ‘bir ömür’ sağlıklı yaşamaya. Kime isyan etsin, kime hesap sorsundu. Sahi ‘bir ömür’ denilen ne kadardı kendisine yazılanı.. Kanser. Güçlü insanların işi. Yada güçlenmesi gerekip öğretici olarak önüne koyulanların. Her zor şey gibi. Büyütüyor.. Sağlamlaştırıyor.. Olgunlaştırıyor.. Nasıl olgunlaştırmasın..? En korkulanla mücadele edip te, savuşturmayı başarmanın ötesinde fazla da güç yok ciddiye alınacak.. Hoş geldin hastalık.. Misafirim ol.. Konuğun vereceği sıkıntı kabulüdür ev sahibinin. Sen de bil ki, misafirin iyisi çok durmadan kalkanıdır. Sende kalk çok yormadan.. Hz. Ömer’in sözü imiş: Deseler ki herkes cennete girecek tek kişi hariç, korkarım ki o ben olayım; deseler ki herkes cehenneme girecek tek kişi hariç, ümit ederim ki o ben olayım.. Hayat dengesi bu olabilir mi..? Ümit ve korku arası gidip gelmek. İkisinde de yerleşip kalmamak. İkisini de vazgeçilmez kılmak. Bir şey yaparken yaşarken başaracağına kesin inanıp, başaramama ihtimalini üzerinden...

Devamını Oku