Günümüzde her ne kadar siyasi amaç olarak kullanılsa ve hafife alınsa da Ermeni sorunu her zaman karşımıza çıkacak ve çözüm yolu bulunmasa ağır bedellere yol açacaktır şu bir gerçektir ki Türkiye, Karadeniz’i Akdeniz’e bağlayan boğazları, Orta Asya, Kafkasya ve Orta Doğuda ki doğal enerji kaynaklarının kesiştiği noktadaki jeopolitik konumuyla, bir yılda dört mevsimi yaşayan nadir ülkelerden oluşuyla her zaman bütün dünyanın dikkatini çekmiş ve Türkiye üzerinde büyük oyunlar oynanmıştır.
Bugün Ermenileri destekleyen birçok ülke, geçmişte Ermenilerin kendilerine ihaneti sebebiyle yaşadıkları topraklardan uzaklaştırmış onlara hiçbir hak vermemiştir. Buna rağmen Osmanlı topraklarında 19. Yüzyıl sonlarına kadar süren devir, ‘’Ermenilerin Altın Çağı’’ olmuştur. Osmanlı Devletinde üst kademelerde önemli görevlere yükselenler, hatta bayındırlık, Bahriye, Hariciye, Maliye, Hazine, Posta-Telgraf, Darphane Bakanlıkları, Müsteşarlıkları yapanlar olmuştur. Askerlikten, kısmen de vergiden muaf tutulurken, ticarette, zanaatta, çiftçilikte ve idari işlerde yükselme fırsatı elde etmişler ve devlete bağlılıklarından milletle kaynaşmış olmalarından dolayı ‘millet-i sadıka’ olarak kabul edilmişlerdir.
19. yüzyıl sonlarına doğru zayıflayan Osmanlı Devleti üzerinde oyunlar oynamak, Osmanlıyı parçalamak isteyen devletler hedeflerini gerçekleştirmek için oyunlarında piyon olarak Ermenileri kullanmışlardır. Bu oyunlarla Ermenileri psikolojik açıdan güç vererek her konuda destek olarak dahil etmeyi başarmışlardır. Birinci Dünya Savaşı sırasında düşman kuvvetlerinin yanında savaşa katılarak Türklere karşı savaşmışlar, cephe gerisinde de Ermeniler başta Van-Zeve, Erzurum-Dumlu, Iğdır-Oba, Kars-Subatan, Van-Erciş olmak üzere birçok ilde eşleri cephede savaşan kadınların çoluk çocuk, hamile, yaşlı demeksizin namuslarını kirleterek, baltalarla kafataslarını parçalayarak, çocukları anneleri gözü önünde parçalayıp pişirerek veya çiğ çiğ yiyerek ve sayılamayacak kadar vahşi yöntemler uygulayıp yakıp yıkarak katletmişlerdir.
Ermenilerin katlettikleri sadece Türkler değil kendi vatandaşlarıdır. Kendilerine katılmayan Ermenileri de vahşice öldürmüşlerdir. Anadolu dışında kurulan Hınçak, Taşnak, Ramgavar, Hınçak İhtilal Komitesi, Silahlılar Cemiyeti, Ermenistan’a Doğru Cemiyeti vs. gibi örgütler kurarak halkı silahlı ayaklanmaya sevk etmiştir. Osmanlı hem cephede hem de cephe gerisinde savaşmak durumunda bırakılmasına rağmen 24 Nisan 1915’te Ermeni komitecilerine yönelik vatana ihanet eden 2345 komiteciyi tutuklamıştır. Bunlar dışında Ermeni halkın da isyan halinde olduğu görülünce, yapılan onca katliama karşılık Osmanlı Devleti Ermenileri katletmektense can ve mal güvenliklerini sağlayarak, hasta ve yaşlılara ayrı muamele yaparak savaş bölgelerinden alıp, ülkenin emniyetli bölgelerine ‘sevk ve iskâna’ o dönemdeki ifadesiyle “tehcir” e tabi tutmuştur. Çünkü Ermenilerin bölgedeki Türklere yaptıkları katliam ve mezalimin karşılığını Müslüman halk da vermeye başlamıştı.Tehcir sırasında yaralanan, hastalanan, kurtlar tarafından ve birçok sebeple binlerce Ermeni hayatını kaybetmiştir. Fakat yapılmış olan, yapılması gerekli ve haklı olan “tehcir” kelimesi “soykırım” olarak adlandırılmakta ve Ermeni Soykırım iddiaları dünya kamuoyunca kabul ettirilmeye çalışılmaktadır. “Soykırım da soykırım” denilmekte ama soykırım iddiasında bulunanların öncelikle soykırımın tanımını bilip bilmedikleri tartışılmalıdır. Ayrıca bir ülkenin soykırım ile suçlanabilmesi için o devletin geçmişi, yaşama tarzı ve inançları çok iyi incelenmelidir.
Soykırım: “ırk, millet, etnik ve din farklılıkları nedeniyle insan gruplarının yok edilmesidir.”Soykırım, zaman aşımına bağlı olmayan bir suçtur. Asırlar da geçse kovuşturulur. Bunun tarihsel, kültürel açıdan anlamı şudur; soykırımın suçlusu ön planda, tarihi kültürel alt yapıdır. Buna göre, Türklerin geçmişi, Ermenilere karşı kin tohumları atan ve onları yok etmeyi planlayan dedelerimizden oluşmakta olmalıdır. Oysa böyle bir durumu gösterecek yazılı-sözlü bir kültürel alt yapı mevcut değildir. Zaten mantıklı bir şekilde ele alındığında Osmanlı devleti eğer Ermenilere karşı kin besleseydi yüzyıllar boyunca huzur ve refah içinde yaşamak imkânsız olurdu. Aslında ortada ne Türklerin Ermenilere karşı bir Soykırımı ne de Ermenilerin Türklere karşı yaptıkları bir Soykırım vardır. Soykırım değil ama binlerce insanın öldürüldüğü büyük bir katliam vardır ortada. Bu katliam da Türkler tarafından değil aksine Ermeniler tarafından yapılmıştır. Ermeniler sadece Türklere değil kendi vatandaşlarına da katliam uygulamışlar ve Soykırım iddialarının yalan olduğu belgelerle açıklanmış ortaya konmuş olduğu halde hala yalan belgelerle kabul ettirilmeye çalışılmaktadır. Oysa Ermeniler kendi belgeleriyle de soykırım iddialarını yalanlamışlardır. Ermeni tehciri sırasında bölgede görev yapan İsveçli bir subay, 1917 yılında bir İsveç gazetesinde yayımlanan makalesinde ermeni soykırımını yalanlıyor. Binbaşı Hjalmar Allehanda “Nya Daglith Allehanda” isimli gazetede 1915–1917 yılları arasında görev yapmış ve Marika Stjestedt’in soykırım iddialarına yer veren ‘Ermenilerin Acınacak Durumu’ kitabını okuduktan sonra bu yazıyı yazmaya karar verdiğini belirten Pravitz, ‘ baştan aşağı yalanlarla dolu’ bu kitabı çöpe attığını belirtiyor. Pravitz “ama hiçbir zaman bu talihsiz insanlara karşı hiçbir Türk saldırısı görmedim. Her zaman sefilliğe şahit oldum. Ancak önceden planlanmış bir katliama hiçbir yerde şahit olmadım. Savaşın başında, güvenilmez Ermenilerin, Osmanlı İmparatorluğu’nun kuzey kısmından sürülmelerinin sebebini kavramak ve Osmanlının zorunlu nedenlerle bu işi yaptığını anlamak gerekiyordu. Ermenilerin bir çeşit Türk esareti altında yaşadıklarını ve sürekli baskı gördüklerini söyleyen ve yazanların yalan söylediklerini söylüyorum. Öte yandan söz konusu Buyük Ermeni göçü hakkında, Türk yetkili kuruluşlarının göçmenlerin sıkıntılarını azaltmak için yaptıkları çabaların çok eksik ve yetersiz olduğunu itiraf etmek zorundayım. Bir görgü şahidi olarak, göçmenleri gözeten Türk jandarma birliklerinin Ermenilere katliam yaptığı iddialarına kesinlikle karşı çıkıyorum.”
Pravitz şu şekilde devam ediyor “Ancak işin doğrusunu söylemek gerekirse ve bir kez daha vurgulamak isterim ki, Türkiye’nin içinde bulunduğu zor koşullar, yani üç güçlü düşman tarafından saldırıya uğramış olduğu göz önüne alındığında, Türklerin böyle koşullarda organize bir yardım faaliyeti yürütmesi imkânsız olmuştur. Ben “Tanin”in (Türk gazetesi) deyimiyle bu zavallı “göçmenleri-muhacirleri” çok yakından gördüm. Onları trende, Konya da ve başka yerlerde öküz arabalarında ve Toros dağlarında sayısız kafileler
halinde yürürken, Tarsus ve Adana’da çadır kamplarında gördüm. Ayrıca Halep’te, Deir-el-Zor ve Ana da gördüm. Yol kenarlarında ölmek üzere olanları ve ölüp kalanları gördüm. Ancak yüz binlerce insandan elbette ölenlerin olması normaldir. Çakallar tarafından parçalanmış çocuklar ve kollarını küçük bir parça ekmek için uzatan ve bağıran acınacak insanlar gördüm. Ama hiçbir zaman bu insanlara karşı bir Türk saldırısı görmedim. Bir keresinde bir Türk jandarmanın geçerken geride kalan birkaç kişiyi kamçısıyla dövdüğünü gördüm. Ancak aynı davranışlara kendim Rusya’da maruz kaldım ve bunun için ne o zaman ne de sonradan tepki gösterdim.”
Bunların dışında, Aram Andonian isimli bir Ermeni tarafından 1920 yılında yazılan “Naim Bey’in Anıları; Ermeni Tehcir ve Katliamına İlişkin Resmi Türk Belgeleri” adlı kitapta, Osmanlı Arşiv belgeleriyle tamamen çürütülmüştür. Bir başka kitap Amerikan Büyükelçisi olarak 1913–1916 yılları arasında 26 ay İstanbul’da görev yapmış olan Henry Morgenthau’nun Hatıratı Ermeni soykırım iddialarını bilimsel metotlarla çürütmektedir.
Bunlar ve bunlar gibi birçok belgeler ve arşivlerle ermeni soykırımı yalanlanmış hatta soykırım da katledilen ermeni sayısının 1,5 milyon olduğu söylenmesine rağmen Fransız hükümeti tarafından yayınlanan sarı kitapta”Documents Diplomatiques Affeires 1’ Empire Otoman 1893–1897” 2. ve 8. sayfalarında Osmanlı devletinde yaşayan Ermenilerin miktarı 1.475.000 olarak gösterilmektedir. Bu da sözde soykırım iddialarını yalanlamak adına bir kanıttır. Madem soykırım oldu ve bu soykırımda 1,5 milyon ermeni katledildi, peki o zaman tehcir sırasında ölenler ya da çatışmalarda, isyan sırasında ölenler kimdi? (Bkz. BELGE 14) Bu belgede toplam 644.900 kişinin evlerine döndüğü ve Osmanlı coğrafyasında yaşadıkları belirtilmektedir. Bir Alman kaynağı Osmanlı topraklarından Kafkasya’ya giden 139.000 Ermeninin bulaşıcı hastalıktan ve açlıktan öldüğünü bildiriyor Ermeni kayıpları ile ilgili olarak Osmanlı arşiv belgelerinde, bazı eşkıya gruplarının saldırısı sonucu, 6.500–7.000 Ermeninin öldürüldüğü kayıtlıdır. Suriye ve Kafkasya’daki Ermeni kayıplarının yaklaşık 250–300 bin civarında olduğu söylenebilir. Göçe tabi tutulmayan nüfus ise 167.778 dir.Bu resmi belgelere dayanarak şu söylenebilir ki savaş esnasında ve tehcir sırasında hastalıktan ölenler, göç etmeyenler ve tehcirle evlerine ulaşan ermeni sayımı yapıldığında zaten ermeni nüfusu ortaya çıkmaktadır. Dolayısıyla ortada soykırım iddia edilebilecek sayıda 1,5 milyon kadar ermeni yoktur. Aksine ortada yüksek rakamlarda Müslüman ve Türklerin katledildiği belgelerle apaçık ortaya çıkmıştır. Anadoluda ve Kafkaslarda, 517.955 Türk, Ermeniler tarafından katledilmiştir. Sayısı tespit edilemeyenlerle birlikte bu rakam 2 milyonu bulmaktadır. Van- Zeve de yakın çevredeki 8 köyden topladıkları yaklaşık 2000-2500 kişilik bir topluluğu zorla zeve köyüne getiren Ermeni çeteciler, rastgele evlere ve ahırlara doldurulup delici ve kesici aletlerle işkence yaptıktan sonra insanların üzerine ateş açmışlardır. Ardından da bütün evler yakılmıştır. Erzurum- Dumlu’da da aynı işkenceler yapılmış, Iğdır Oba köyünde tandır katliamı, Kars Subatan köyünde 570 kişinin zalimce katledildiği, Van- Erciş’te ise yapılan kazılarda işkence ile kafatasları parçalanmış ağır darbeler almış ve kafatası incelemelerinde kafataslarının Alpin ırk tipine (yani Türk ırkına) ait olduğu belgelerle kanıtlanmış ve müzede sergilenmektedir. Aslında katliamı Ermenilerin yaptığı apaçık bellidir. Fakat büyük ülkelerin tüm bunlara rağmen Ermeni soykırımını kabul etmekte oldukları ve de kabul ettirmekte direttikleri görülmektedir. Bu ülkelerin olmayan soykırımı diretmelerindeki asıl amaç zaten açıkça kendileri tarafından söylenmektedir. Nitekim Ermenistan Parlamentosunca 23 Ağustos 1990’da kabul edilen bildiride; “Ermenistan Cumhuriyeti, Osmanlı Türkiye’si ve Batı Ermenistan’da gerçekleştirilen 1915 soykırımının uluslararası kabul görmesi çabasını destekler” maddesine yer verilmiştir. Dolayısıyla olmayan soykırımın kabul ettirilmesi ve “Batı Ermenistan” olarak nitelendirilen Türkiye’nin doğusundan toprak talebi, gizli bir emel olmaktan çıkmış resmen dünyaya açıklanmıştır.
Ermeniler yaklaşık 90 yıldır dünya kamuoyunu 1915 tehcirinin (bir yerden alıp başka bir yere taşımak) kendilerine karşı yapılmış bir ‘soykırım’ olduğuna inandırmaya çalışmaktadır. Bağımsızlık sonrası Türkiye’nin bütün iyi niyetlerine rağmen Ermenistan soykırım iddialarına devam etmiş, Türkiye’nin toprak bütünlüğünü tanımamış ve Türkiye ile sınır anlaşması yapmamıştır. Türkiye Nisan 1993 te Akyaka sınır kapısını kapatmak zorunda kalmıştır. Akyaka sınır kapısının açılarak Kars’da ekonomik destek ve yenilenme taleplerini yinelemektedirler. Oysaki Ermenistan’da ekonomiden bahsetmek gülünç olacaktır. Askeri ücret aylık 9 dolar olmakla birlikte bir ailenin aylık tüketim sepetinin yaklaşık olarak 66-70 dolar olduğu dikkate alınmalıdır.
Bu durumda sınır kapısının açılması Ermenistan Devleti ve kamuoyu tarafından zafer olarak tanımlanacak ve mücadelelerinin haklı olduğuna inanacaklardır. Bu da sonuç olarak soykırım iddialarını kabul etme eğiliminde olduğumuzu göstermekte olup büyük devletlerin Türkiye üzerinde oynadıkları oyunlarda başarılı olmalarını sağlayacaktır.
Sonuç olarak soykırımı kabul etmemiz Rusya’nın sıcak denizlere inme hayalini ve çoğu ülkenin topraklarımızı paylaşması ve Ermenilerin büyük Ermenistan rüyasını kurmalarını elimizle sunduğumuz anlamına gelecektir.Ermenilerin en büyük hedeflerinden biriside tazminat alabilmek ve Sevr Anlaşması ihya edilerek Doğu Anadolu’dan Ermenistan’a toprak verilmesidir. Ermeniler soykırımı kabul ettirmek amacı ile çeşitli kuruluşlar, filmler, kitaplar, makaleler, konferanslar, romanlar, şiirler, piyesler vb. icraatlarına devam edeceklerdir. Başta Fransa, Yunanistan ve Belçika bu asılsız soykırımı kabul etmiş, okul müfredatlarında okutmakta ve yasalarla kabul etmeyenleri de cezalandırmaktadırlar.Tarihçilerimiz ve siyasetçilerimiz yöneticilerimiz tarafından sık sık çoğu ülkelere ve Ermenistan yetkililerine tarihçilerine seslenmişlerdir. Soykırım iddialarına karşı her ülkenin tarihçilerinin arşivleri ile koalisyona katılarak ortak bir çözüm arayışına girmesine rağmen hiçbir ülke buna yanaşmamıştır. Oysa Ermeni ve Rus arşivleri incelendiği zaman tüm gerçekler ortaya çıkacağından dolayıdır ki Ermenistan arşivlerini açmamakta ve tarihi belgeleri tarihçilerin incelemesine karşı çıkmaktadır. Dönemin Ermenistan Hükümeti yöneticilerinin raporları, Ermeni komutanlarının üstlerine yazdıkları raporlar, Boryan ve Lalayan gibi gerçek tarih bilincine sahip Ermeni tarihçilerin yayınladıkları belgeler, o dönemin gerçeklerini saptamaya yetmekte ve hatta artmaktadır. Ovanes Kaçaznuni, Taşnaksutyun Partisi’nin kurucularından olup 1918 yılı Temmuz ayında kurulan Ermenistan devletinde ilk başkandır. Ovanes Kaçaznuni imzasını taşıyan raporda her şey apaçık ortadadır. (bu rapor, bugün Ermenistan’da yasaklanmıştır. Ayrıca raporun çeşitli dillerde yayımlanan basımlarında, Avrupa kütüphanelerinden toplatılmıştır.
/>
Biz Türk vatandaşları olarak vatan toprakları ve insanlarımız üzerinde oynanan oyunları dikkate almayıp “ aman yöneticilerimiz düşünsün” diyecek kadar umursamaz tavırlar sergilemekteyiz. Ne yazık! Hatta daha da abartıp “ belki de soykırım yapmışızdır” diyen Türk vatandaşlarının olduğunu bilmek daha da acı olsa gerek. Oysa Türkiye de bu konunun önemi hala fark edilmemekte özellikle de gençlere tarihimiz hakkında yüzeysel bilgilerden öte bilgiler verilmemekte. Yıllarca tarih aynı yüzeysel konular tekrar ettirilerek sıkıcı hale getirilmekte ve özellikle Ermeni soykırımı hakkında bilgilenmesi gereken gençlerimiz sadece “soykırım olmamıştır” demekten öteye bir şey bilmemektedir.
Türkiye Cumhuriyeti Devleti olarak gelecekte tarihini ve Türkiye üzerinde planlanan oyunlar hakkında hiçbir şey bilmeyen gençler yerine, tarihiyle bir bütün olan gelecekte yönetimin bu oyunlara karşı bilinçli yöneticilerin elinde olmasını sağlamak biz Türk vatandaşlarının, eğitimcilerin ve siyasetçilerin elindedir. Maalesef tarihini bilmeyen herkes tarihi ağzında oynatabiliyor. Tarihi; tarihçiler ve belgeler yerine, ağzını açan konuşmasını bilmeyen herkes konuşmakta. Oysa tarih kanıyla canıyla, rakamlarla belgelerle, arşivlerle, görgü tanıklarının ifadeleri ile fotoğraflarla ve bilim adamlarıyla incelenmeli ve her bir belge cımbızdan çekercesine tane tane incelenmelidir.
Mustafa Kemal Atatürk;
“Tarih yazmak, tarih yapmak kadar mühimdir. Yazan yapana sadık kalmazsa, değişmeyen hakikat insanı şaşırtacak bir nitelik alır.” diyerek aslında bizlere yol göstermektedir. Her ne kadar arşivlerini açmamakta direnseler de gerçeği göz ardı etseler de bizim kendimize olan güvenimizi sonuna kadar göstermemiz, bu konuda çalışmalar yapmamız ve soykırım iddialarını asla kabul etmeme saygısını katliam kurbanı şehitlerimize, analarımıza, bacılarımıza bir borç olarak taşımamız gerekmektedir.
Mustafa Kemal Atatürk;
“Tarih bir milletin kanını, hakkını, varlığını hiçbir zaman inkâr edemez” sözleriyle tarihimizin önemini çok güzel ifade etmiştir.”
ASLI CANLI
Merhaba Asli hanim calismanizi begendim kaleminize saglik. ama calismalarinizi birazdaha kaynak ile belirterek daha iyi yapilabilir. konu uzerinde bircok calismalar mevcut kisa ve oz olarak soykirim olmadigini aciklamisiniz bu bakimdan yerinde bir calisma olmus. sizi tebrik eder calismalarinizin devaminin gelmesini dilerim.