Erden ÖZKANT

Bu sezon ligi, Galatasaray, Fenerbahçe’nin açık ara önünde bitirdi ama şampiyonluğunu ilan edemedi.

Fenerbahçe bazı futbolcularını kaybetti, şike iddialarıyla uğraştı ve ligden düşürülmesi gündeme geldi ancak düşürülmedi ama olur da puanı silinir de şampiyonluk yarışından koparsa diye play of sistemi getirildi.
Ve büyük bir adaletle (!) play of başladı, puanlar ikiye bölünmüş ve böylece, Galatasaray ile Fenerbahçe arasındaki 9 puanlık fark 5’e düşmüş bir şekilde. (Boşuna mı dedim büyük bir adaletle diye!)

Sponsor Bağlantılar

Ama Fenerasyon’un hesabı play of sonuçlarına uymadı, son maçta Fenerbahçe ile Şükrü Saraçoğlu Stadı’nda 0-0 berabere kalan Galatasaray, 18. kez şampiyonluğunu ilan etti.

Bir nevi aslında Galatasaray bu yıl iki kere şampiyon oldu ve olanlar da oldu.

Fenerbahçe maçının son düdüğü çaldı ve hala daha aslında 3. dünya ülkesi olduğumuzun göstergesi olan görüntüler ortaya çıktı. (Doğrusu, ben 5. dünya ülkesiyiz diyorum ama ayıp olmasın diye 3. dünya ülkesi yazdım)

Galatasaraylı futbolcular, yoğun güvenlik önlemleri altında stadın ortasında şampiyonluğu kutlamaya başladı, holiganlar ise sahaya girdi.

Stad dışında büyük olaylar yaşandı, holiganlar (İsteyen terörist de diyebilir) stadın etrafında terör estirdi, polis otolarını ters çevirdi, polisle çatıştı.

Polis biber gazı sıktı, anne ve babalar çocuklarını korumak için çalıştı, televizyon yorumcusu olmuş ama daha objektif olmayı öğrenememiş fanatik Fenerbahçeliler bol ‘ama’lı cümleler kurarak olanlardan adeta Galatasaray’ı suçlayıcı konuşmalar yaptı.

Onlarca kişi yaralandı, onlarca kişi gözaltına alındı, trilyonlarca liralık maddi zarar ortaya çıktı, söz konusu üniversite öğrencileri olduğunda veya sokaktaki küçük bir eylemde bile olağanüstü güvenlik önlemi alan, orantısız güç kullanan, olan biber gazını sıkan polis, holiganların karşısında epey zorlandı doğrusu.

Olanlar bununla sınırlı kalmadı…

Fenerbahçe Spor Kulübü, maçın ardından stadın ışıklarını yakmayarak terbiyesizlik ve ahlaksızlığın en büyük örneklerinden birini gösterdi dünyaya.

Kupa, saatlerce Galatasaray’a verilmedi ve verilmemesi için de yoğun çaba sarfedildi hem Fenerbahçeli yönetici ve taraftarlar tarafından hem de maçın ardından yüzünden bin parça düşen ve ağlamamak için kendini zor tuttuğu anlaşılan Yıldırım Demirören gibi bir başkana sahip olan ve yaşanan olaylardan birinci derecede sorumlu tutulması gereken Fenerasyon yetkilileri tarafından.

Zira Fenerasyon, sadece kendilerini akıllı zanneden Fenerbahçeli yöneticilere uyup, kupanın soyunma odasında verilmesini önerdi, Galatasaray bu öneriye haklı olarak karşı çıktı ve şike yaptıkları iddia edilen kişilerden yana açık bir şekilde tavır alarak bize ikiyüzlü siyasetin alasını gösteren Başbakan Tayyip Erdoğan’ın talimat vermesi sonucunda Galatasaray ‘aslan’lar gibi kupasını kaldırdı, hem de Şükrü Saracoğlu’nda.

Geriye ise…

Geriye ise, “Her şey Fener için” diyerek play of sistemini getirip hem futbolcularda hem de futbolseverlerdeki gerilimi iyice artıran, bütün bu yaşanan olaylara, rezilliklere sebep olan, Fenerbahçe Başkanı Aziz Yıldırım için gece yarısı operasyonu yaparak şike yaptığı iddia edilen kişiler için değişiklikler yapan, kafasına göre şikenin sahaya yansımadığına (!) karar veren Fenerasyon; her türlü hukuksuzluğun karşısında olduklarını öne süren ancak şikede açık ve net bir şekilde şike yaptıkları öne sürülen kişileri ve Feneri korumak için elinden geleni yapan AKP Genel Başkanı ve Başbakan Erdoğan ile iki yüzlü siyasetçiler; “Her türlü hukuksuzluk hakim önüne çıkmalı” diyen ancak söz konusu Fenerbahçe olunca, aynı iki yüzlü siyasetçiler gibi, “Operasyonların arkasında cemaat var, Fener’e haksızlık yapılıyor” diye saçmalayan medya ve mensupları ile bu kapsamda, maçın ardından “O kupa Amerika’ya girsin” diyebilecek kadar küçülen Ergun Babahan gibi zavallılar kaldı.

Not: Konuyla ilgili bir haber aktaralım; Galatasaray yöneticileri ve Başkanı Ünal Aysal’ın “Şükrü Saracoğlu’nda kupa almadan gitmeyiz” sözlerinin arkasındaki gerçek ortaya çıktı. Galatasaraylı futbolcuların sahadaki sevinmesinden rahatsız olan Aziz Yıldırım’ın kardeşi Fenerbahçe Asbaşkanı Ali Yıldırım, Aysal’a yaklaşarak şu sözleri söylemiş. “Bu işi (kutlamaları) fazla uzatmayın. Edebinizle eğlenin ve uzayıp gidin. İşin b… unu çıkarmayın. Taraftarların ve bizlerin sabrını da taşırmayın.” Bunun üzerine Aysal, “Saraçoğlu’nda kupa almadan bir yere gitmeyiz” demiş.

Bu rezil olay anlatabildi mi yukarıdaki meramımı?

Hem de bal gibi!

Adalet herkese

Adalet Bakanı Sadullah Ergin, bir grup gazeteciye, uzun bir süredir generaller ile gazetecileri ağırlayan Silivri Ceza İnfaz Kurumları Yerleşkesi’ni gezdirdi 11 Mayıs’ta. Yerleşkedeki cezaevi şartlarının nasıl olduğu, tutuklu ve hükümlülerin yaşam ortamlarının gösterilmesi amacıyla düzenlenen geziyi anlatan yazarlardan edindiğimize göre, pırıl pırıl, lüks denebilecek bir yer Silivri Cezaevi. Fotoğraflardan da, mutfakta lezzetli yemeklerin pişirildiği, spor salonlarının ve kütüphanenin olduğu bir yermiş gibi görünüyor “Acaba her zaman böyle mi” gibi bir soru akıllara gelse de. Ancak kamuoyu niçin yalnızca Silivri Cezaevi’ne ve şartlarına, burada hüküm giymeden yatanlara odaklanıyor? Orada, içlerinde generaller ve gazetecilerin de olduğu, haklarında çok ciddi iddialar bulunan Ergenekon Davası sanıkları ikamet ettiği için mi? Yoksa, gerçekten insan yaşamına duyulan saygıdan, hak ve ihlallere karşı olmaktan ötürü mü? Cevap için birinci seçeneği belirtenler olacaktır ancak cevap ikinci seçenek ise şayet, Silivri’yi her daim gündemde tutan kamuoyu acaba, bu ülkedeki yüzlerce cezaevinde kalan on binlerce hükümlüyü, tutukluyu barındıran cezaevlerinin şartlarının çok iyi olduğunu mu düşünüyor? Bu cezaevlerinde de lezzetli yemeklerin mi pişirildiğini veya F Tipi Cezaevleri’nin Silivri’den farksız mı olduğunu zannediyor? Silivri’nin lüks olmasına diyeceğimiz yok ancak aynı konforu diğer cezaevleri için de istesek, bu ülkede yıllarca hüküm giymeden cezaevinde yatan ancak seslerini duyuramayanları ve görüşlerini ifade etmek isterken kendisini cezaevinde bulan üniversite öğrencilerini unutmasak, “Silivri gibi lüks olmak tüm cezaevlerinin ve bu cezaevlerindeki mahkumların da hakkı” diyebilsek daha inandırıcı olmaz mı?

Şu aralar Ergenekon ve diğer dava sanıkları ile tutuklu milletvekillerini dışarı çıkarmak için uğraşan siyasetin de, yandaşlık ile candaşlık arasında sıkışıp kalan medyanın da umrunda olmaz tutuklu olan binlerce üniversite öğrencisi de, yıllardır hükümleri kesinleşmediği halde içerde yatanlar da…

Doğru ya, burası ikiyüzlüler cenneti Türkiye…