Eğer hak, onların heva (istek ve tutku)larına uyacak olsaydı hiç tartışmasız, gökler, yer ve bunların içinde olan herkes (ve herşey) bozulmaya uğrardı. Hayır, Biz onlara kendi şan ve şeref (zikir)lerini getirmiş bulunuyoruz, fakat onlar kendi zikirlerinden yüz çeviriyorlar. (Mü’minun Suresi, 71)

Sponsor Bağlantılar

Gerçek İslam ahlakı, Allah’ın buyruklarının tam olarak yerine getirilmesiyle yaşanır. İnsanların birçoğu ise bu ahlakı yaşamaktan şiddetle kaçınır. Kur’an hükümlerine tam olarak uymaz, nefislerinin de tatmin olacağı bir model oluşturmak isterler. Bunun için bazı kurallar, prensipler oluşturur, kendilerince dini bu prensiplere uygun hale getirmeye çalışırlar. Kurallarına ve mantık örgülerine uygun olduğu sürece din ahlakını yaşarlar. Oysa bu çok büyük bir yanılgıdır. Çünkü gerçek din ahlakı, insanların değil Allah’ın koyduğu kurallara göre yaşanan ahlaktır.
 
Kendi belirledikleri sözde doğru ve yanlışlara göre yaşayan kimseler, hayatın en önemli konusu olan ahiret hakkında duyarsız ve umursamaz bir davranış sergilerler. Ancak bu seçim, onlara hem ahiretlerini kaybettirir hem de dünyada güzel bir yaşamdan yoksun bırakır. Yaşamın amacı aynı görüşte olan bu kişiler için birbirinden farklı değildir: Sınırlı dünya hayatını kendilerince olabilecek en iyi koşullarda yaşamak…

Kur’an ahlakının yaşam için ne denli önemli olduğunun bilincinde olmayan bu kimseler,  dinin ancak bazı konularda hayatlarına yön verebileceğini zannederler. Yalnızca zorluk zamanlarında, büyük bir tehlikeyle karşı karşıya geldiklerinde, ciddi hastalık geçirdiklerinde, güç yetiremedikleri bir korku yaşadıklarında ya da ölümle karşılaştıklarında Allah’a sığınırlar.

Din ahlakından hayatları boyunca olabildiğince uzak durur, dini konularda konuşmamaya özen gösterirler. Hatta güzel ahlak göstermeyi, özverili davranmayı bir zayıflık ve saflık olarak görürler. Onlara göre, insan ne kadar özveride bulunursa bulunsun, karşılığında vicdansızlık bulur; dolayısıyla özveride bulunmak akılsızlıktır. Hiçbir çıkarı yokken bir başkasına iyilik yapmak ve yaptığı için karşılık talep etmemek iyi niyetli de olsa saflık değil de nedir?..  Bencillik bencillikle, kin kinle, düşmanlık düşmanlıkla, sevgisizlik sevgisizlikle, saygısızlık saygısızlıkla karşılık görmelidir; bu kişilere göre hayatın gerçek yüzü budur.

Vicdanları onaylamasa da birçok insan, çoğunluğun yaşam tarzına ayak uydurmaya kendisini zorunlu hisseder. “Madem bu toplum içinde yaşıyoruz, toplumun koyduğu kurallara ve belirlenmiş yaşam şekline uymak zorundayız” diye düşünürler. Toplumun bireylerini hoşnut etmek en önemli görevlerinden biridir.

Oysa çoğunluğun yöneldiği yaşam şekli -eğer Kur’an ahlakı dışında bir yaşamsa-, uydukları kural ve yaptırımlar insanları doğruya ulaştırmaz. Aksine Kuran’da, Yeryüzünde olanların çoğunluğuna uyacak olursan, seni Allah’ın yolundan şaşırtıp-saptırırlar. Onlar ancak zanna uyarlar ve onlar ancak ‘zan ve tahminle yalan söylerler.(Enam Suresi, 116) ayetiyle çoğunluğa uymanın, insanı yoldan saptıran bir tehlike olduğu haber verilir.

Bu batıl ve şeytani sistemde yaşayan kişiler samimi müminlerin uyarılarını; “Bunca insan yanılıyor mu, bu zamana kadar bunu kimse fark edemedi de şimdi sen mi fark ediyorsun…” gibi tepkileriyle etkisiz hale getirmeye çalışırlar. Böyle davranarak inanan insanları sindireceklerini zannederler.  Ancak bu yöntem, batıl inanç sistemlerinde geçerlidir. Samimi müminler bu tarz tepkilerden Allah’ın izniyle etkilenmez, sabırla uyarmaya devam ederler.

İslam ahlakını yaşamaktan insanları alıkoyan en önemli unsurlardan biri, akıl ve vicdanla değil, nefisle düşünmektir. Hak olana değil, batıla uymaları, hem kendilerine hem de etraflarına maddi manevi büyük sıkıntılar verir … Çünkü gerçekten nefis, -Rabbim’in kendisini esirgediği dışında- var gücüyle kötülüğü emredendir… (Yusuf Suresi, 53)

Kur’an ahlakı, insan yaratılışına en uygun olandır. İnsanı yaratan Allah, onun fıtratına en uygun yaşamı da Kur’an’da haber verir. Her insanın kendi mantık örgüsüne ve birikimine göre yaptığı değerlendirmeler sıkıntı getirir. Kur’an ahlakını yaşamayan insan bencildir; herşeyde kendi nefsinin isteklerini gözetir. Ancak nefsin tutkuları doymak bilmez, insanı azgınlaştırır. Yoksa insana ‘her arzu edip dilekte bulunduğu’ şey mi var? (Necm Suresi, 24) ayetindeki gibi, istekleri bitmez, insanı bataklığa sürükleyecek kadar tutsak eder.

Nefsinin isteklerine ters bir durum geliştiğinde, bu kişilerde ani tepkiler oluşabilir. Bu durum insanı bencil, sevgisiz, kibirli, insaniyetsiz hale getirir. Söz konusu kimseler en çok kendilerini severler. Yakınlarına, arkadaşlarına, ailelerine olan sevgileri bile kesinlikle nefislerine uygun olmalıdır. Sevgilerinde Allah’ın hoşnutluğunu ve rahmetini gözetmez, dünyevi çıkar ve beklentilere göre hareket ederler.

Gerçek din ahlakını yaşamak, Allah’ın emrettiği ahlaka ve Peygamberimiz (sav)’in sünnetine uymakla mümkündür. Allah, “…Aralarında Allah’ın indirdiğiyle hükmet ve sana gelen haktan sapıp onların heva (istek ve tutku)larına uyma…” (Maide Suresi, 48) ayetiyle müminlerin ölçüsünün ve rehberinin Kur’an ahlakı olduğunu bildirir. Bundan başka yol aramak, doğruya götürmez, kurtuluşa ulaştırmaz.

Çünkü;  “… (Güzel) Sonuç takva sahiplerinindir.” (Kasas Suresi, 83)

Fuat Türker