“Bir yerin şerefi üzerinde yaşayanlardan gelir” sözünü seviyorum. Ülkemizin de bütün şeref ve haysiyetinin üzerinde yaşayan herkesle alakalı olduğunu düşünüyorum. Bu ülkede daha önce yaşayanlar yirminci yüzyılın başlarında, üzerine çıkan tüm şerefsiz çizmeleri ve dünyayı kasıp kavuran emperyalizmi alaşağı ederek çok şerefli bir yaşamın yolunu açmışlar bize. Şairin “Kimi yamyam, kimi Hindu, kimi bilmem ne bela” diyerek emellerine ulaşamayan aç kurtların yurttan aşağılık bir şekilde sökülerek atılmaları bütün mazlum milletlere de örnek ve umut kaynağı olmuştur.
Yurdumuzun üzerinde, kadınlarımızın tozundan gözlerine sürme çektikleri çizmelerin sahiplerinden başka kimse kalmamıştır. Peki, bu ülkede askerden başka hiç kimse kalmamış mıydı? Kalan herkes askerdir. Erkek, kadın, çocuk, sağlam, hasta bilfiil yüksek vatan savunmasına katılmışlardır. Şerefleriyle üzerinde yaşayarak şeref kattıkları ülkemizde maddi hiçbir güç kalmamış son yüzyılı fakir ve zayıf olarak geçiren millet artık yokluk içindedir. Ama paha biçilemeyen değerleri vardır. Şeref, haysiyet, özgürlük, namus ve hiçbir karşılık beklemeden yapılabilen fedakârlık yeteneği!

Sponsor Bağlantılar

Aldatılması çok basit bir millet. Bütün dünya bir araya gelse kandıramaz. Ama iyi niyetli bir tebessümle derhal sofrasını kurup misafirine biz az önce yemiştik diyebilen insanlar. Komşuyu komşuya neredeyse mirasçı kılacak bir anlayışın âşıkları olmuşlar. Bütün yokluklarına rağmen bir ülke var etmişlerdir.

Birimiz hepimiz, hepimiz birimiz anlayışının devleri nerde yanlış yapmışlardı? Yoksa değişik maskelerle tekrar, tekrar önlerine gelen kurtlar bu defa hiç beklenmedik kostümleriyle acı miras bırakmadıkları evlatlarının kan damarlarına mı sızdılar. Elbet damarlarındaki kutsal kan, atalarından kalıtsal yollarla geçen ulvi miraslar bu kurtların layığını verecektir. Ama şimdi bizim önümüzde duran yol ikidir. Bir zamanlar şahsi iktidar hırsları için kullanılarak değerini düşürdükleri “Kanlı mı olacak, kansız mı?” Sözlerini önümüze bir seçim arifesi olarak çıkarmaktadır.

Kanlı mı, kansız mı? Sözleri üzerinde belki ilerleyen satırlarda yeniden durmamız gerekebilir. Ama bir zamanlar fedakârlık mülkün temelidir anlayışı ile bakan, bizden iki kuşak önce yaşayan insanlardan sonra biz süratle önce ben, benim malım benim, senin malın da benim anlayışı için de boğulmaya başlamadık mı? Karnı açken uyuyamadığımız komşumuz bir yaşamsal arayış esnasında iken rüşvetle, torpille bir hamlede önüne geçerek onu kaderine terk edenler bizler değil miyiz? Bunu bizatihi yapmıyorsak bile göz yumup bana dokunmayan yılan bin yaşasın anlayışı sonucun da etrafımızı çıngıraklı yılanlar sarmadı mı? Sevgiyi yudum, yudum yaşayan atalarımızdan sonra bencillik çöllerinde buharlaşıp uçmasını seyrediyoruz. Oluşan kara bulutlar onlarla beraber doğan aydınlık güneşimizin önüne set çekerek şimdi bizi karanlıklar ülkesine doğru emin adımlarla götürüyor gibi.

Karanlıklar ülkesinden kaçamayız. Çünkü karanlık ülkeler yoktur. Ülkelerini karartan insanlar vardır. Yaşadığımız yerin şerefini haysiyetini hakkını vermek zorundayız. Tarihimize benim bilgisiz ve yeteneksiz gözlerimle baksak bile, bir türlü yok olmayı ya da sürülmeyi becerememiş bir Türk milleti ile karşılaşırsınız. Yine beceremeyeceğiz, yok olamayacağız, ya da dışarıdan gelen insanların zoru ile bir yerlere sürgüne gönderilmeyi başaramayacağız. Çünkü atalarımızdan bize miras kalan kudret bize müsaade etmeyecek. Ama kanlı mı olacak, kansız mı? Kansız olsun istiyorum. Aydınlarımız bizi aydınlatın, muhtaç olduğumuz kudretin farkına varmamızı sağlayın. Hatırlatın bize bir zamanlar ezbere bildiğimiz ama şimdilerde şuur altına atıp gizlediğimiz dünya sevgisi, önce insan, komşu, dost, eş, akraba aşkını ve onlar için ölebilmenin, ölebilmek arzusunun dayanılmaz zevkini, hazzını. Yaşamak değil yaşatmak arzusunu.

Bütün bunlar top yekûn hepimize hatırlatılabilseydi kansız olurdu, değil mi? Ama eğer acele etmezsek bu şansımızı kaçırabiliriz. Yine sezgi mi yoksa bilgimi olduğunu kestiremediğim düşüncelerim kendini unutan toplumların hatırlayabilmek için ağır şoklar yaşadıklarını haykırıyor. Nitekim en son yaşadığımız tecrübe kendini unutup kendine olan saygısını yitirerek bütün olanaklarını yabancılara peşkeş çeken bir Osmanlı son dönem hatırası değil midir? Bunun faturasını yok olmayı, asimile olmayı, hizmetçi olmayı beceremeyen halkımız yıllarca süren ağır savaşlarda döktükleri kanları ile ödemişlerdir. Allah korusun bu defaki daha sarsıntılı olabilir. Çünkü artık sorun sadece kokuşmuş bir Osmanlı idare sistemi değildir. Maalesef sorunun bütününü insanımız kendisi teşkil etmeye başlamıştır. Zaman, zaman tecrübelerimizle yaşadığımız bazı gerçekler vardır. Zor zamanlarında insanların olağan üstü şeyler başardıklarını ya görmüşüzdür ya da duymuşuzdur. Son zamanlarda bilimsel deneylerle bu tip durumlarda insan beyninin her zaman olduğundan farklı çalışarak, kullanılmayan bölümünü de devreye soktuğundan şüphelenen bilim adamları bu konuları bilim platformunda incelemeye çalışmaktadırlar. Beynimizin sadece % 5-6’lık bir kısmını kullanabildiğimiz bilgisi ile sürekli bilimsel yayınlarda karşılaşmaktayız. Burada bahsi geçen beyinden maksatta beynin bilinen kısmının küçük bir bölümüdür. Yani % 100’lük bir kısmını dahi çalıştırmış olsak bile daha geride henüz tanıyamadığımız daha büyük bir bölüm vardır. İşte bazı bilim adamları bu bölümlerde sakladığımız gizli bilgilerin açığa çıkabileceğinden bahsetmektedirler. Tabii isteyenler bu konu ile ilgili araştırmalar yapabilirler. Fakat biz sadece gözümüzün görebildikleri ile baksak bile zor durumdaki insanın fark etmediği gizli güçlerini bulacağını görebiliriz. Bu arada şu yaşadığımı aktarmadan geçemeyeceğim. Yüzme bilmeyen bir arkadaşım havuza düştü (Bu arkadaş benim eşim, hayat arkadaşım). Sonra yüzmeye başladı demir merdiven olan diğer tarafa kadar yüzerek çıktı. Bu duruma o da bizde çok şaşırdık. Herhalde küçükken bir yerlerde öğrenmiş olup daha sonra unutmuş olmalı diye düşündük. Ama her ne olduysa işe yaramıştı.

Ülke insanları olarak çeşitli nedenlerle içimizde taşıdığımız özelliklerin dışarıya çıkması için kötü sonuçlarla bitebilecek karanlık sürprizlerin gelişmesini beklemeyelim. Yüzme bildiğimizi hatırlamak için havuza düşmek zorunda kalmayalım. İçimizde yüzyıllardır biriken kudret kaynaklarını harekete geçirmek için çalışalım.

Tek dişi kalmış canavarın bize sunduğu imkânlar bizi oldukça ehli keyif bir pozisyona sokmuş görünüyor. Kimse elinin altındaki, rahat uzanabileceği olanaklardan vazgeçmiyor. Sanki bu yüzyılda bize sunulanların bir kısmından vazgeçmeyi düşünmek, kedinin ciğere sırtını dönmesi kadar zor görünüyor. Ama çok değer verdiklerimizin elimizden birer, birer kaydığını görürsek, korkarım bir gün kaybedecek başka neyim kaldı ki dürtüsü ile hareket edebiliriz. İşte o durumdaki düşmanımız herhalde bizi kolay bırakmaz. Pes etmekte senin programında yok öyleyse kan vermeye devam. Yine dehşet bir tespit “Barışta ter dökmeyenler, savaşta kan dökerler”. Gelin kan dökmeyelim, terle yetinelim.