“Ey Ebu Talha, ödünç alınmış bir şeyi geri vermek icap eder mi etmez mi?” diye sormuştu karşısında üzgün ama dimdik ayakta duran o mübarek kadın. Belli ki, bu soruyu saatlerce gözyaşları içerisinde ama insanoğlunun aklının ve ilminin alamayacağı metanetiyle sormak için hem düşünmüş hem de beklemişti.
Emaneti geri vermek… İşte can alıcı nokta da buradaydı. “Benim diye sahiplenmemek… Oysa henüz bir yaşına bile girmemiş bebek sabah Ebu Talha’nın elinde gülücükler saçıyordu.

Sponsor Bağlantılar

Bir tabut bile gerektirmeyen bir olay…

Yarın toprağa verilecek bir bebek için gözyaşlarından önce onun bir emanet olduğunu düşünebilmek ve ona göre hareket edebilmek… Ne büyük bir imtihan…

Mü’minunsuresinin “Onlar, emanetlerini ve sözlerini yerine getirirler.”ayeti sanki Ebu Talha ve eşine hitap ediyor. Sabretmek ve Allah’ın emirlerini yerine getirebilmek. Ne büyük bir fırsat…

İmtihan ve fırsat… İmtihanı fırsat bilmek ve bu çetin sınavı kazanabilmek… o mübarek eşler gibiBakara suresindeki “İman edip salih ameller işleyenler, işte öyleleri de cennet ehlidirler ve orada ebedî kalıcıdırlar.” ayetine mazhar olabilmek ne kadar güzel olsa gerek.

Zamanında Avrupalılar, başları belaya girdiklerinde dostum dediği müttefiklere değildüşmanım dediği Osmanlılar’a toprak da emanet etmiş, mal da, namus da…

Kutsal zamanlarda olduğu gibi.

Kutsal zamanlarda efendilerin efendisi vardı. O mübareklerin en mübareğinin arkadaşları, eşleri vardı. Çocukları vardı. Hepsi emanetti. Birer birer de gitti elinden, avucundan. Amcası Hz. Hamza’nın şehadeti karşısında yıkılmış, halini görünce de gözyaşlarını tutamamıştı. Yine üç aylık oğlu İbrahim’i elleriyle toprağa gömünce aynı gözyaşlarını yine durduramamıştı.

İki cihan güneşi ağlıyor ancak “Alan da Allah’tır, veren de Allah’tır. Her şeyin O’nun yanında belli bir eceli vardır. Sabretsin ve Allah’ın sabredenlere vereceği mükâfaatı düşünsün” diyerek yaşadığı tüm acılar karşısında sabırlı olarak bizlere örnek oluyordu.

Zira emanetten ziyade emaneti veren ve alan önemliydi.

Sadece “Allah” ve “Muhammed” dedikleri için işkence üzerine işkence görüp hicret eden Müslümanların ardından Peygamberimiz de hicret etmek için yola çıkmıştı. Bir ara yolda dostların en mübareği sordu: Ali?

Öyle ya, Hz. Ali geride kalmıştı. Peygamberimiz, yatağına Hz. Ali’yi yatırmış ve öylece gitmişlerdi. Onu almamışlardı. Sebep neydi? Yanlarına yük mü olurdu? Yaşı küçük cesareti büyük bu yiğit delikanlı engel miydi onlara? Cevap insanoğlunun kanını donduracak şekildeydi: Emanetleri sahiplerine bırakmak için gelmedi…

Emanet dediği müşriklerin kendisine verdikleri dünyevi malzemeler. Kendisine işkence yapan insanların emaneti. Kızgın kumda dağlanan Hz. Bilal’in emaneti. Demir bir gömlek giydirilip güneşin altında kavrulan Hz. Ammar’ın emaneti ….

Ve emanet yerine ulaştırılıyordu. Emaneti veren müşrik de olsa emaneti alan güllerin efendisiydi.

120.000 ashabını toplayıp konuştuğunda son cümlelerinden birisi de şuydu “Kimin yaninda bir emanet varsa, onu hemen sahibine versin”.

Neyimiz emanet değil ki? En basitinden zamanımız…gençliğimiz…

Oysa ne kadar büyük sorumluluk almışız da farkında değiliz. Bizleri yaratan Allah’ın “habibim” dediği birisinin emaneti. İslam bayrağının sancaktarlığını almışız. Sırf kimliğimizde İslam yazdığı için değil; İslama gönül verdiğimiz için.

Bir zamanlar dağda yaşayan koyunun bile hesabından korkan bir ülke reisinin, bir zamanlar zekat verecek fakir bulamayanülkenin, bir zamanlar savaşın en şiddetli zamanında bile olsa namazını eda etmeye çalışan imanlıların ve en nihayetinde Ali İmran suresindeki “İçinizden hayra çağıran, iyiliği emredip kötülükten men eden bir topluluk bulunsun. İşte kurtuluşa eren onlardır.” ayetindeki ifadenin ışığında bir toplum yaşardı.

Mutluluğun, insanca yaşamanın, güzelliklerin, değer verilmenin öneminin ve anlamının olduğu zamanlar.

İnsanın değerli olduğu zamanlar…

İşte o kutsal zamanların mimarı yine son konuşmasında “Size iki emanet bırakıyorum, onlara sarılıp uydukça yolunuzu hiç şaşırmazsınız. O emanetler, Allah’ın kitabı Kur-ân-ı Kerim ve Peygamberin sünnetidir.

İşte sihirli formül bulunmuştu. İki maddelik formül.

Sana, sahabe, dinini öğrenme ve öğretme mesleğini emanet olarak bırakmış,sana, emanet olarak Peygamberlere namaz kıldıran Peygamberformül de bırakmış…. Sana, bizi bir gün hesaba çekecek olan Yüce Yaratıcı aklımızı emanet olarak bırakmış…

Bir gün gelir de sahip çıkabilirsek bu emanete, o zaman kimbilir belki Ebu Talha, belki de Hz. Bilal sofralarında yer açarlar bize. Cennetin nimetlerinden sonsuz bir şekilde istifade ederken bu dünyada mı öbür dünyada mı yaşadığımızı fark etmeyiz belki de…