“Kar tanesi eroininin içinde
erimiş tüm insanlara…”

 
Hava soğuktu. Hem de fazlasıyla. İnsanın iliklerine işleyen, kanını donduran ve sıcacık peteklerinin yanına koşuşturan bu soğuk havanın hâkimiyeti aslında olağan bir şeydi. Sonuçta aylardan Kasım idi Güneşe nispet edercesine her geçen zaman da kuvvetini artırıp, sözlü beddualar alıyordu ya, o da işin başka bir kısmıydı.
Ünlü Arnavut Pasajı’nın karşısındaki tahta evlerinde oturan insanlar da havanın soğukluğundan yakınan canlılar kervanına katılanlardandı. Bir genç kız dışında. Çiçek Güçlü. Sosyal hayatını bir anda kilitleyen, temel ihtiyaçlarının önüne geçen ve daha bir sürü olumsuz getirisi olan test kitaplarından başını kaldırabildiği anlarda penceresinde gördüğü görüntü onu mutlu ediyordu. Rüzgârla birlikte belli bir düzen ve ahenk ile savrulan minik kar parçaları ona bir çikolata parçasını anında mideye indirmek gibi zevk ile mutluluk veriyordu. Arada sırada cama yapışıp saniyeler içinde eriyen kar parçacıkları ise gülümsemesini sağlıyordu.

Sponsor Bağlantılar

Çiçek, sessiz ve zararsız bir kız olmuştu hep. Okuluna düzenli bir şekilde gidip gelirdi, notlarını yüksek tutmaya özen gösterirdi. Üniversitenin, hayatının her şeyi olacağını biliyordu. Daha on ikinci sınıfın başında olmasına karşın şimdiden deli gibi test çözmesine arkadaşları pek hoşnut bir şekilde bakmamak ile birlikte öğretmenleri de çok onaylamıyordu. Biraz nefes almalı, diye düşünüp bilmeden hem fikir oluyorlardı.

Ama bütün bu çalışmalarına, kendisini sıkmasına karşın iki senelik ilişkisini mükemmel bir şekilde yürütüyordu. Oğlanı seviyordu, belki de âşıktı. Diğer yaşıtları gibi gelecek hakkında hayalleri kurmayı seviyordu ve sık sık sevgilisiyle evlendiğini düşlerdi. Basit ve masum bu düş, genç kızın kafasını tatlı bir fiyonk ile süslüyordu.

Aslında o gün, havaya o kadar sevinmesinin bir nedeni daha vardı. Birkaç arkadaşının ve sevgilisinin de içinde bulunduğu küçük bir kutlamaya katılacaktı. O güne kadar ki katılacağı ilk gece buluşmasıydı ve heyecanlıydı. Ailesinden her ne kadar zor izin koparmış, babasıyla annesinin arasının ekşimesine neden olduysa da koca bir gülümseme ile onlara değdiğini kanıtlamayı düşünüyordu. Bunun için biraz daha geç yatıp o gün çözmesi gerekenleri de sıkıştırmıştı araya. Böylelikle beynini ve bedenini daha çok yormuştu.

Genç kız kutlamanın olduğu gün, akşamüstüne doğru gözlerini zorlukla açtı. Saati gördüğünde aniden sarsılarak kalkıp banyoya koşuştururken bir yandan da alarmını kurmadan uyuduğu için kendine kızıyordu. Döndüğünde akşamdan hazırladığı giyeceklerine şöyle bir bakış attı ve gülümseyip bir şeyler atıştırmak için mutfağa doğru hızlı adımlarla ilerledi.

Genç kız makyajını tamamlamak üzere tozpembe parlatıcısını da sürdü. Yarısına kadar örüp, gerisini serbest bıraktığı saçlarından sol elini geçirip boy aynasının karşısında mutlulukla döndü ve kendi yansımasına kocaman güldü. O kadar masum ve kırılgan bir görünümü vardı ki genç kızın o an, ayın sinsi ışığına teslim etmekten korkan babasına hak vermeden edemiyordu insan.

Kapıda ayakkabılarını giyerken bir yandan da ailesinin dediklerine kulağını vermeye çalışıyordu.

“Yabancılarla konuşma, içki içme, insanlara arkadaşın diye kanma, eve çabuk dön, orada kalmanı istemediğimizi biliyorsun, içtiğin şeylere dikkat et, anahtarını unutma…”

Genç kız gülümseyerek babasına döndü ve kendini adamın yumuşak kucağına attı. “Sakin ol babacığım,” diye mırıldandı ve bir kez gülümseyip devam etti. “Ben akıllı bir kızım.”

Baba, kızını bir kez kendisine bastırıp endişesini belli etmemek istercesine gülümsedi ve büyük eliyle kızın minik yüzünü okşadı. “Biliyorum tatlım. Yine de dikkat et sen. Ne olur ne olmaz. Aklını çelebilirler.”

Çiçek, sadece genişçe gülümsedi ve annesine de sarılıp ailesinden uzaklaştı.

Bir buçuk saattir içinde bulunduğu kutlamanın annesinin dediği gibi kendisine göre olmadığını anlamıştı genç kız. Leş gibi kokan sigaralarıyla fantezi yapan arkadaşları ona o kadar yabancıydı ki. Sanki dokuzuncu sınıftan beri, hatta anaokulundan beri yanında olan insanlar onlar değildi. Çiçek, elinde içki şişeleri ile sarsak adımlarla gezinen tanıdığı-tanımadığı insanlara korkudan kafasını yormuyordu bile.

Sevgili ise bütün bu iğrençliklerin elebaşıydı sanki. Bir elinde sigara, diğerine yarıya getirdiği votka şişesi, koltukaltlarında ise “dostum” diye söz ettiği iki kız vardı. Genç kızın midesi bulandı. İki senedir kendisini bağladığı çocuk bu muydu yani? Zavallı bir bağımlı ile mi birlikteydi? Temiz hayallerini bu kirli adamın adının altına mı kazımıştı? Derli toplu, saygılı ve nazik olan oğlan, neresine kaçmıştı karşısındaki varlığın?

Kız oturduğu yerden kalkıp hızlı adımlarla çocuğun yanına gitti. Oğlan, kıza bir bakış atıp sigarasındaki zehri ciğerlerini öldürmek amacıyla tutkuyla çekti. “Güzelim!” dedi çocuk ve gülümsedi. “Ben gidiyorum,” diye mırıldandı kız ve başını eğdi. Sinirleri bozulmuştu ve dokunsan ağlayacak duruma gelmişti. “Nereye?” diye mırıldandı çocuk, hayal kırıklığına uğramış bir ses ile ve ardından devam etti. “Daha sana özel olan hediyemi tattırmadım.”

Genç kız yüzünü buruşturdu. “Al o hediyeni “dost”larına ver, seni aptal.”

Çocuk gülümsedi ve kızların arasından çıkıp Çiçek’in omzuna koydu elini. “Yapma güzelim. Babamın bir şarap fabrikasında müdür olduğunu biliyorsun değil mi?” Genç kız biraz düşündü. Muhasebeci değil mi? Tamirci miydi yoksa? Veya holding sahibi miydi? Sinirlerinin bozukluğu, bulunduğu ortamın havası sağlıklı düşünmesine yardımcı olan gözeneklerini tıkamıştı sanki. İnsan iki yıldır ilişki içinde olduğu insanın babasını ne yapıp ne yapmadığını bilmez miydi? Elbette bilirdi. Genç kız da bunu bildiğini hatırlıyordu, hatta bunun üzerine saatlerce sohbet ettikleri de parça parça olsa da aklındaydı. “Her neyse,” diyerek devam etmek için bu düşünme faslına bir son verdi oğlan. “Bütün dünyayı gezsen eşine çok az denk gelebileceğin, hayatında harcadığın bütün paraları versen alamayacağın bir şarabım var aşkım. Eski ve özel bir yapımdır. Babamın eline de bu iş ile uğraştığından ve biraz çakal bir adam olduğundan geçmiş. En azından ben öyle umuyorum. Her neyse. Bunu seninle açıp, ilk seninle denemek istiyorum. Sen ne dersin hayatımın anlamı?”

Çiçek, akıllı bir kızdı. En azından normal hayatında ki o ortam yaşamından bir parça değildi. Kafasını toplamaya çalıştı ama yapamadı. Soluduğu havaya karışan yabancı kokular kızı fazlasıyla etkilemişti. Düşünce sistemini kilitlemişti sanki.”İyi,” diye mırıldandı genç kız. Bu yanlışının yanında en azından bir kadehten sonra o ortamı terk etmeyi kendi kendine söz vererek bir artı katmıştı. Tabi artının, eksi varken etkisi oluyor ise artık.

Oğlan, içkileri hazırlamak için evin mutfak bölümüne gitti. Genç kız bir kez daha düşünmeye karar vermişti ki sevgilisi elinde iki kadeh beyaz şarap ile gelmişti bile. Sağ elindeki kadehi, tereddüt ve aynı zamanda heyecan ile kıza uzattı. Ardından tatmin etmek için gülümsedi. “Bir kadeh seni sarhoş etmez merak etme Çiçek’im. İç, dünyalar benim olsun.” Genç kız
dudaklarını birleştirerek gülümsedi ve hisleri her ne kadar şarabı uzak tutmak istediklerini bağırsalar da dudaklarına dayadı ilk içkisini… Bununla birlikte ilk eroinini.

İlk önce şarabı hissetti genç kız. Bunun verdiği boğazındaki yanmayı ama aynı zamanda bıraktığı hoş tadı. Daha sonra ise yavaş yavaş yayılmaya başladı madde vücuduna. Hızlıca yayılmak ve genç kızı kemirmek istiyordu. Bunu, gerçekten istiyordu. “Sevgilim,” diye mırıldandı çocuk ve elinin tersiyle kızın yanağını okşarken devam etti. “Nasıl hissediyorsun?” Genç kız önce kadehi bir dikişte bitirdi, sonra oğlanınkine uzanıp onu da açlıkla bitirdi. Sonra durdu ve bir süre gözleri kapalı bir şekilde kendisini aradı bedeninde. Bir yerlere gizlenmiş, onu korkuyla izleyen benliğini çekip almak, tekrar başa geçirmek istedi ama… Yapamadı. Beceremedi. “İyi, çok iyi,” diye mırıldandı ve başındaki dönmeyi bir kenara atıp oğlana neşeyle gülümsedi.

Çiçek Güçlü. O kadar da güçlü değildi aslında.

Soruların arasında ezilmiş, geleceği bir zamanlar parlak olan kızın hayatı da bir ay ışığında kayıp gitmişti.

Eroin bir kurbanına daha merhaba derken, kar şehri terk etmişti.

Genç kızın kar taneleri kadar temiz ruhu, eroinin attığı kıpkırmızı alev topuyla sarsılmış, masumiyetini nefesiyle kirlenen kadehe bırakmıştı. Kar tanelerinin camına yapıştığında eriyip gitmesi gibi, hayalleri, içtenliği, temizliği de kadehe yapışıp, erimişti.

Çiçek, annesinin ona seslendiği bir tür olan “papatya”lıktan çıkmış, ona gülümseyen ayın altında “kaktüs” olmuştu.

Onun kadar güçlü ama bir yandan da onun kadar susuzdu.