Asıl üzerinde durmak istediğim mesele orada gördüğüm gözü yaşlı fabrikatörün anlattıklarıdır.
Şu an iç savaşın yaşandığı Suriye, yıllar önce de Hafız Esed’in zulmü ile inlemiş ve yıllarca bu karanlık dönem devam etmiş ve şu an son günlerini yaşamaktadır ama zulüm şiddetini daha da artırmıştır bu günlerde.
Medine sokaklarında sevdiklerime hediyelik eşya almak için adımlarken küçük bir dükkâna girdik arkadaşlarla. Eşyaları bakarken hoş beş etmeye de başladık. Dükkân sahibinin muhabbeti hoşumuza da gitti. Türkçe de konuşuyordu.
Suriye’de çok kötü şeyler yaşandı. Yabancı ülkelerden gelen bir takım kişiler önce eğitimi ellerine geçirdi, sonra yavaş yavaş Suriye’yi elde ettiler. O süre zarfında bir grup genç gelmişti fabrikama. Bir mesele açtılar. Bu dışarıdan gelen insanlar, “gençliğimizin milli ve manevi değerlerini öğrenmelerine engel oluyorlar. Vatanımıza, milletimize, inancımıza, kültürümüze düşman gençler yetiştiriyorlar. Biz de ülkemize, dinimize sahip çıkalım. Biz de bir eğitim grubu oluşturalım, okul açalım. Suriye’yi kurtarmak için elimizden gelen gayreti gösterelim.” dediler. Epey bir şeyler anlattılar dertli sinelerinden gelen ızdırapla. “ eğer bugün sahip çıkmazsan, yarın senin çocukların sana düşman olacaklar. Hakikatleri inkâr edecekler. Biz, çocuklarımızı kendi inancımıza, kültürümüze uygun şekilde yetiştirebilmek için eğitim yuvaları açmak istiyoruz. Bize yardımcı olun, sizin maddi imkânlarınız iyi. Bir okulun masrafını karşılayabilirsiniz” gibi sözler söylediler. Ben de “Gençtir bunlar, heves peşindeler” diye düşündüm. Çıkardım o gün için bir okul üç beş trilyona mal olacaksa üç milyar gibi bir para verdim. “Ya şöyle böyle, siz sahip çıkın, bununla olmaz” gibi sözler söylediler. Ben ilgi göstermeyince o parayı da almadan kalkıp gittiler.
Aradan çok fazla süre geçmedi. Bir zamanlar komşum olan bir ailenin kabiliyetli bir çocuğu vardı, onu ben okutmuştum ve binbaşı olmuştu o çocuk. Bir gece geç vakit evime geldi o binbaşı. ”Senin bana çok emeğin geçti, yarın ihtilal olacak. İhtilalde fabrika sahipleri ortadan kaldırılacak, mallarına el konulacak. Onların içinde sen de varsın. Yükte hafif, pahada ağır neyin varsa al, seni güvenli bir yere götüreceğim.” dedi. Hanımı, çocukları aldık, birkaç saat içinde Suudi Arabistan sınırına geldik. Bizi orada bırakıp kendisi geri döndü. Ertesi gün binbaşının dediği gibi ihtilal oldu. Ben koca bir fabrikatörken bir anda garip ve fakir bir insan durumuna düştüm. Çaresiz yerleştik Medine’ye. En azından biz canımızı kurtarmıştık ama diğer arkadaşların öldürüldüğünü duydum. Şimdi elimizde kala kala bu küçük dükkân kaldı. Gençliğe sahip çıkmadık, onlara imkân tanımadık, bugün Suriye elden gitti.” diye ağlamaklı anlatırken, konuyu değiştirerek üzüntüsünü hafifletmek isteyen arkadaşım, Türkçe’yi ne kadar da güzel konuşuyorsunuz, nasıl ve nerede öğrendiniz diye soruyor.
Derin bir ah çeken dükkân sahibi yaşlı amca, “Suriye’de fabrikam vardı. Fabrikamda 400 kişi çalışırdı. Ürettiğim malları Türkiye’ye götürür onları oradaki toptancılara satardım. Oradan da çeşitli mallar alarak Suriye’ye getirirdim. Sıkça Türkiye’ye gittiğim ve orada da çok yakın dostluklar kurduğum için Türkçe’yi iyi öğrendim. Hatta ailecek gidip geldiğimiz dostlarımız bile vardı. Hey gidi günler hey.”
İnsanlar ektiklerini biçer. Suriye halkı elinde imkân varken bu imkânı maalesef değerlendirememiştir. Onun için bizler elimizdeki imkânlar yok olmadan memleketimize sahip çıkalım. Yarınlarımızın teminatı olan gençlere ellerimizi uzatalım. Bu uğurda çalışan insanlara su-i zan ederek hor görmeyelim. Yardımcı olalım.
Bana bir şey olmaz benim fabrikalarım evlerim yatlarım katlarım var. Bunlar bitmez demeyelim. Yaşanmış acı tabloları bir kere daha yaşamayalım.
Allah bu millete birlik, dirlik, vifak ve ittifak versin. Bizlere de basiret ve feraset vererek aklımızı başımıza getirsin.
Elerinize sağlık, Ömer Bey…
Yazınızın sonu bence bugün gitikçe diktatörleşen ve iyice ikiyüzlü siyaset izlemeye başlayan AKP’ye mesaj şeklinde. Tabi en başta hepimize…