Gediz Üniversitesi, Uluslararası İlişkiler & Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi
Yılmayan Liderler: Siyasi parti liderlerinin siyasal yaşamlarına başladıkları partiler ile ters düşme ve yeni siyasi hareket başlatma tecrübeleri
Her siyasi oluşum üç temel unsurla başlar: lider, teşkilat ve (halkın) teveccüh. İlk ikisinin kalitesi üçüncüsünü haliyle etkiler ve üçü başarıyı getirir. Bizim siyasi yapımıza baktığınız zamanda da aslında bu üç unsur her daim var olmaktadır.
Örneğin; Menderes kaliteli bir liderdi, (Refik Koraltan destekli) sağlam bir teşkilatlanma kurmuştu ve tek parti döneminin getirdiği otoriter rejimin sonucu olarak çok kısa zamanda halkın teveccühünü kazanmıştır. 1946’de CHP’den ayrıldı ve sadece dört yıl içerisinde Başvekil oldu. Daha nice örnekler var gerek dâhiliyede gerekse hariciyede ama bunları anlatmak temel amaç değil. Bu yazıda Menderes gibi Türk siyasetinin eşsiz dehlizlerinde siyasete başlayıp partilerinin ideolojilerine ya da fikirlerine ters düşerek yeni bir oluşum içerisine girmiş liderleri inceleyeceğiz. Üzerinde duracağımız isimler arasında:
1. Cumhuriyet Halk Fırkası’ndan ayrılıp dikey geçiş sonrası Demokrat Parti’yi kuran Adnan Menderes,
2. Cumhuriyet Halk Partisi’nden zorunlu olarak ayrılan ve Demokrat Sol Parti’ye geçiş yapan Bülent Ecevit,
3. Adalet Partisi’ni kurup sonradan Doğru Yol Partisi’ne yatay geçiş yapan Süleyman Demirel,
4. Refah Partisi’nden ayrılıp Adalet ve Kalkınma Partisi’ni kuran Recep Tayyip Erdoğan,
5. Milliyetçi Hareket Partisi’nin devamı olan Milliyetçi Cephe Partisi’nde ayrılarak Büyük Birlik Partisi’ni kuran Muhsin Yazıcıoğlu,
6. Adalet ve Kalkınma Partisi’nden ayrılıp Türkiye Partisi’ni kuran Abdüllatif Şener vardır.
Bu isimler arasında özellikle ilk dördünün ortak özellikleri Türk siyasetine damga vurmuş olmalarıdır. Siyasete CHP içerisinde başlayan ve büyük bir toprak sahibi olması sonucu İnönü CHP’sinin ortaya sürdüğü Toprak Reformu’na en önde muhalefet eden Adnan Menderes, siyasi tarihimizde partisiyle ters düşerek yeni bir parti ve oluşumun önünü açan en önemli figürlerden olduğu kuşkusuzdur. Onu CHP’den koparan kilit nokta Toprak Reformu olmakla birlikte tek parti döneminin getirdiği ve onun bünyesinin kaldıramayacağı aşırılıklar da vardır. Menderes sonrasın da CHP içerisinden çıkarak yeni bir oluşuma start veren isimlerden bir tanesi de üniversite mezun olmayan Mustafa Bülent Ecevit’tir (bunu söylerken iyi niyetle söylemekteyiz; çünkü bu özelliğe sahip ender isimlerden bir tanesidir). Fakat Ecevit, Menderes gibi CHP ile ters düştüğü için değil 12 Eylül 1980 darbesinin getirdiği yasaklar yüzünden CHP’den ayrılmıştır. Yani tercih değil zorunluluk durumu vardır. CHP içerisinden çıkmayarak DP’nin mirası olarak gösterdiği AP ile siyasete atılan Demirel tıpkı Ecevit gibi tercihten ziyade 12 Eylül 1980 darbesinin getirdiği zorunluluk sebebiyle yeni bir oluşum içine girmiştir. Milli Görüş Hareketi’nin zirve yaptığı 28 Şubat sürecine kadar İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Recep Tayyip Erdoğan da Adnan Menderes gibi içinde yer aldığı oluşumundan sıyrılarak yeni bir oluşumun kapısını açmış isimlerden bir tanesidir. Kendisinin “Biz, Milli Görüş gömleğimizi rafa kaldırdık” deyimi ve “Biz, bu yola çıkmadan önce beyaz gömleğimizi (kefenimizi) zaten giydik” söylemi aslında yeni oluşumun en somut göstergeleridir. Bunun yanı sıra AKP’nin temel çıkış noktaları olan “muhafazakârlık, laiklik ve demokratlık” ise yeni oluşumun önceki oluşumundan farklılık arz eder. AKP ile milli görüş gömleğini çıkartıp yeni tarz gömleği giyen isimlerden bir diğeri Abdüllatif Şener’dir. Şener, AKP ile 2007 yılına kadar siyaset yaptıktan sonra parti elitleri ile ciddi fikir ayrılıklarına düşünce yeni bir harekete (Türkiye Partisi) yeltendiyse de kendi deyimiyle “maddi imkânsızlıklar” hasebiyle bu hareket başarıya ulaşamamıştır. Son olarak 2009’un soğuk bir kış gününde “üşüyerek” hayata gözlerini yuman BBP lideri Muhsin Yazıcıoğlu da siyasete başladığı parti ile ters düşerek yeni bir oluşuma girişen liderlerden bir tanesidir. Tipik bir ülkücü olan Yazıcıoğlu’nun dik başlılığı ve boyun eğmeme huyu onu MHP’nin mirasçısı olan MÇP’den ayrılarak BBP’yi kurmasına itmiştir.
Gördüğümüz ve göreceğimiz gibi yeni bir oluşum içerisine giren liderlerden kiminin ortak kiminin farklı sebepleri vardı. Ancak hepsini ortak bir noktada buluşturan ise yeni bir harekete yeltenmeleridir.
Adnan Menderes: CHP’den DP’ye
Demokrasi tarihimizde adeta bir ülser hastalığı başlatan darbeler sendromunun ilk kurbanı Adnan Menderes’in DP’yi kurmasını anlatmadan önce kısaca CHP ile neden ve nasıl ters düştüğünü anlatmak gerekir. Öncelikle, Atatürk’ün ölümü sonrasında gücü eline alan İsmet İnönü’nün dönemi “milli şefliğe” yakışan (!) bir dönem olmuştur. Bunun sebepleri arasında ülke içerisinde artan totaliter/ otoriter yönetim anlayışı, tebaaya karşı aşırı “laiklik” uygulamaları, “Toprak Mahalleleri Kanunu” ile özel kişilerin toprakları üzerinde reform yapılmak istenmesi, “Milli Koruma Kanunu” ile maden bölgelerinde zorunlu görev uygulaması ve “Varlık Kanunu” ile özellikle gayrimüslimlerden fazladan vergi alınması vardır.
Özellikle “Dönemin Tarım Bakanı Şevket Raşit Hatipoğlu tarafından hazırlanarak, 17 Ocak 1945 tarihinde T.B.M.M.’ne sunulan “Topraksız Köylüye Toprak Dağıtılmasına ve Çiftçi Ocaklarının Kurulmasına Dair Kanun Tasarısı” görüşülürken, C.H.P. içinde önemli bir muhalefet ortaya çıkmış ve bu tasarıyı şiddetle eleştirmiştir. Bu muhalefeti oluşturanlar arasında; Adnan Menderes, Emin Sazak, Cavit Oral ve Damar Arıkoğlu gibi büyük toprak sahipleri baş sırayı almışlardı” (1).
Meclise girmeden önce de Aydın’da bir toprak ağası olan rahmetli Menderes, Toprak Reformu’na tepki gösterenlerin başında yer almakla birlikte CHP’nin gerek siyasi gerekse ideolojik jakobence uygulamaları sonucu siyasete başladığı parti ile ters düşmüştür. Toprak Reformu sonrasında başlayan gerginlik “Dörtlü Takririn (önerge) verilmesiyle zirveye ulaşmış ve Adnan Menderes, Fuat Köprülü ve Refik Koraltay’ın partiden ihracı ve Celal Bayar’ın istifasıyla son bulmuştur.
Çok partili hayata geçişin ya da Demokrat Parti’yi doğuran iç ve dış nedenlerinin özeti olarak şunları söyleyebiliriz (2):
Dış nedenler:
• İkinci dünya savaşından yorgun çıkmış bir dünya,
• Batılı demokratik devletlerde, Türkiye’de demokrasinin kurulduğu yolunda bir izlenim yaratma çabası,
• Türkiye’nin; Amerika Birleşik Devletleri’nin de içinde yer aldığı, Batılı devletlerin ekonomik ve askerî yardımından yararlanma isteği,
• Türkiye’nin Doğu komşusu, Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’nin 1945 yılında kendisine yönelttiği tehdide karşı, Batılı devletlerin yardımını sağlamak düşüncesi.
İç nedenler:
• Milli Şef İnönü’nün Demokratikleşme ve CHP’nin Liberalleşme Çabaları (!)
• Bağımsız Grup’un (Müstakil Grup) Kurulması ve Dörtlü Takrir,
• Toprak Reformu Kanunu ve Toprak Mahsulleri Vergisi,
• Tek Parti Yönetimine Karşı Duyulan Huzursuzluk,
• Varlık Vergisi Kanunu Uygulamaları,
• Milli Koruma Kanunu,
7 Ocak 1946 yılında kurulan Türk siyasi tarihinin ilk gerçek muhalefet gücü olan DP de diğer önceki muhalefet partileri gibi (Terakkiperver Cumhuriyet Partisi ve Serbest Cumhuriyet Partisi) liberal temellidir. Tek dereceli sistemi savunan DP ilk etapta şaibeli olan ve usul olarak “açık oy – gizli sayım” benimsenen 1946 seçimlerinde başarısız olmuştur. Bunlar sonrası 1946-1950 sürecinde DP’ye artan ilgiden ötürü CHP yönetimi yeni bir reform sürecini başlattı. Din derslerinin konması, jakoben Peker’in yerine mutasavvıf Günaltay’ın başbakan olarak tercih edilmesi, “ebedi milli şef” vasfının terk edilmesi bunlardan bazılarıdır. Ancak, yılların birikimi çok kısa bir zaman içinde meyvesini vererek 1950 yılında hızlı bir dönüşüm yaşayan DP, “gizli oy – açık sayım” usulünün bereketi ve yukarıda saydığımız tek parti devrinin olumsuz havası sonucu iktidara geldi. Bu döneme gelene kadar çevre (özelde köylü genelde halk) merkezden uzaklaşarak DP’ye yaklaşmıştır. II. Dünya savaşından yeni çıkmış olan dünyanın yeni süper gücü ABD ile artan ilişkiler ve özellikle tarımda yapılan reformlar yeni bir Türkiye’nin zeminini atmıştır. İcraatlar bakımından ezanın Arapça aslına dönülmesi, din eğitiminin ilkokul 4. sınıftan itibaren verilmesi, tarıma yönelik temiz su kaynakları ve barajlar, Kalkınma Bankası, vb. sayılabilir.
DP, 1950-1954 yılları arasındaki birinci iktidar döneminde, çevrenin bir temsilcisi olarak merkeze taşınmış ve çevreyle bütünleşmeye başlamış olan DP yönetimi, ne yazık ki 1957 seçimleri sonrasında yavaş yavaş bir otokratik yönetime dönüşmüştür. Özellikle, 1957’den sonra muhalefetin sesini kısmaya yönelik oluşturulan “Tahkikat Komisyonu” 1960 darbesine yol açtığına dair yaygın bir kanaat vardır. Ancak, 27 Mayıs’ta kurulan devlet, halkın özlemlerini değil, devletin bir zümreye teslimini yansıtıyordu (3).
Tahkikat Komisyonu Nedir?: (4)
“CHP’li bazı milletvekillerinin bazı cuntacı subaylarla sürekli temas halinde olduğu istihbaratını alan Hükümet, bu durumu soruşturmak için ‘Tahkikat Komisyonu’nu kurdu. 15 DP milletvekilinden oluşan komisyon hem suçlama hem de yargılama hakkına sahipti ve kararlarına itiraz edilemiyordu. Ayrıca uygun gördüğü toplantıları ve yayınları yasaklama hakkına sahipti. Komisyonun ilk işi Muhalefet partisi CHP aleyhine soruşturma açmak oldu. Bu durum karşısında ‘bu yolda devam ederseniz sizi ben de kurtaramam’ dediği ve birkaç ay önce Güney Kore’de gerçekleşen askeri darbeye gönderme yaparak ‘Türk ordusu Kore ordusundan daha az şerefli değildir’ diye konuştuğu için TBMM tarafından, ‘askeri darbeyi teşvik ettiği’ gerekçesiyle İsmet İnönü’ye 12 oturum meclisten men cezası verildi”.
Özetle, kısa zamanda üstün liderlik kimliğini kullanan Menderes, sağlam bir teşkilatlanma kurarak milletin desteğini arkasına aldı. Bu üç element onu zirveye taşıdı. Siyasete başladığı parti olan CHP ile ters düşmesinin en önemli sebebini iki başlık altında “ekonomik” (Toprak Reformu sonrasında Menderes’in tepkisi) ve “ideolojik ve siyasal farklılaşma” (İnönü döneminde, CHP’nin Dokuz Umde’sinden ilki olan “egemenliğin millete ait olması” ilkesinin “egemenliğin iktidar elitlerine ait olması” olarak algılanması) toplayabiliriz.
Son olarak konunu amacının dışına çıkmayı gerekli hissettiğimiz bir durum var. 01.12.2013 tarihinde erişim sağladığımız CHP’nin resmi sayfasındaki “CHP Tarihi” kısmında ciddi hatalar olduğunu belirtmek isteriz. Mesela, normal şartlarda 1937 yılında “CHP-MHP-MSP” arasında bir koalisyon kurulmuşken web sitesinde “CHP-MHP” koalisyonu yazılmıştır ya da “ortanın solu” fikrinin gerçek sahibi Bülent Ecevit iken, web sitesinde İsmet İnönü olarak gösterilmiştir. Bunların kasıtlı olarak yapıldığı aşikârdır ve bir yerlere mesaj(lar) verilmek istenmektedir. Yine bu yanlışlıklardan bir tanesi olan aşağıdaki alıntıyı direkt olarak CHP sitesinden alıntı yaptık…
“DP’nin 1958 sonlarında giriştiği Vatan Cephesi uygulaması, ülkedeki siyasal cepheleşmeyi arttırmıştır. Başbakan Adnan Menderes, 12 Ekim 1958’de halkı Vatan Cephesi’ne katılmaya çağırırken, muhalefeti kin ve husumet cephesi olarak tanımlıyordu. İsmet İnönü, Menderes’in demokrasi karşıtı söz ve uygulamaları karşısında “Demokrasiye paydos demeye DP genel başkanının gücü yetmeyecektir” diyordu. Ancak TBMM’de ve ülke genelinde yürütülen muhalefete tahammül edemeyen DP, hem şiddet eylemlerine yönelecek hem de muhalefeti ortadan kaldırmaya girişecektir. Mustafa Kemal Atatürk’le birlikte Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu, eski Başbakan ve eski cumhurbaşkanı İsmet İnönü, nasıl Cumhuriyeti demokrasiyle tamamlamanın adımını sabır ve özveriyle attıysa, nasıl muhalefet yapılacağının da sabırlı bir örneğini göstermiştir.
Bu metni yazan kişi(ler) tek parti dönemindeki anti-demokratik uygulamalardan bihaber olmaları gerekir. Meclis içerisinde artan gerçek muhalefetin sonucu olarak ortaya çıkan Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası ve Serbest Cumhuriyet Fırkası’na yapılan anti-demokratik uygulamaları herhalde dikkate almadılar. İsmet Paşanın muhalefetini sabırlı bir örnek olarak adlandıranlar 1960 cuntacılarına verilen siyasi desteği büyük ihtimal hatırlama güçlüğü çekiyorlar. Her muhalefet hareketi sonrası İstiklal Mahkemelerini kurarak muhalefet edenleri ebedi olarak susturduklarını unutmuşa benzemekteler. Menderes’i demokrasi karşıtı söz ve uygulamalarla itham edenler her nedense “milli şef”lerine toz kondurmamaktadırlar. DP’nin muhalefete tahammül edemediğini ve İsmet Paşa’nın “cumhuriyeti demokrasiyle tamamlamanın adımını sabır ve özveriyle” attığını belirten bu kişi ya da kişiler partilerinin siyasetini kâğıt üzerinde ezberlemiş ve ne yazık ki pratikteki uygulamalarını görmemişler. Yine tek parti döneminin uygulamalarını dönemin şartlarına bağlayanlar her nedense aynı inisiyatifi DP dönemi için göstermekte zorluk çekmektedirler.
İstiklal Madalyası sahibi Menderes’in katlini vacip gösterip göz yuman kadroların torunları bugün ne yazık ki adını söylemek istemediğimiz ancak herkesin bileceği parti içerisinde hala aynı mantıkla siyasete devam etmektedirler. Bu kişiler, Menderes’in katlinden bu yana geçen yarım asır içerisinde milletin vicdanına hala hesap veremeyenlerdir.
Bülent Ecevit: CHP’den DSP’ye
Siyasetimizin “Karaoğlan”ı ve Türkiye’ye sosyal-demokratlığı getiren kişi olarak da bilinen Mustafa Bülent Ecevit sanılanın aksine siyaset başladığı parti (CHP) ile ters düşerek yeni bir hareketi başlatan isimlerden bir tanesi değildir; çünkü siyasette başladığı CHP, 1980 darbesi sonrası kapatılınca Ecevit de siyasi yasaklılardan biri olmuştur.
Ecevit, 28 Mayıs 1925’de İstanbul’da doğdu. 1950’de CHP’nin yayın organı olan Ulus Gazetesi’nde çalışmaya başlaması sonrası 1953’de partiye üye olmasıyla CHP içerisinde siyasete giriş yaptı. Partinin Gençlik Kollarında göreve başladıktan sonra 27 Ekim 1957 seçimlerinde 31 yaşında milletvekili olarak parlamentoya girdi. Siyasette hızlı bir yükseliş gösteren Ecevit, 1959 CHP Kurultayı’nda Parti Meclis’ine girme başarısını gösterdi (5). 1960 darbesi sonrasında tekrar iktidara gelen İnönü’nün döneminde Çalışma Bakanı oldu. 1965 seçimlerinde memleketi Zonguldak’ın vekili olarak tekrar parlamentoya girmesine rağmen Demokrat Parti’nin mirasçısı olan Adalet Partisi’nin iktidara gelmesi sebebiyle Bakanlık görevini kaybetti. Parti içerisinde artan muhalefetin önderlerinden olan Ecevit, yeni bir slogan ortaya attı. Bu sloganı daha sonra siyasette yer aldığı dönemde daima kullandı. Bu slogan o döneme kadar alışık olunmayan cinstendi “Ortanın Solu”. Ecevit ve destekçilerinin ortaya attığı bu sloganın içeriğinde ise (6): halka dayanmak ve güvenmek, demokrasiyi tüm yönleriyle benimsemek, cunta ve darbelerin karşısında olmak, ezilenlerden yana olmak vardır.
Dönem içerisinde solculuğun farklı anlamlara denk gelmesi ve muhalefet partisi olunması hasebiyle CHP içerisinde Ecevit’i dışlama hareketleri görünmeye başlasa da 1966’da genç yaşta partinin genel sekreterliğine gelmesi, onun başarısını gösterir. Ecevit, gerçekten CHP içerisinde hem sevilen hem de bu sevgiye karşılık nefret duyulan bir adam olmaya başladı; çünkü darbe sonrası halkın tekrar DP’nin mirasçısı olan AP’ye karşı durabilmesi için hiç kuşkusuz DP’ye yakın söylemler geliştirmesi gerekiyordu ama onun bu çabası o dönem anlaşılamadı. Demokratik kimliğinden taviz vermeyen Ecevit, 1971 muhtırasına destek veren İnönü’nün karşısına bir kez daha dikildi ve bundan sonra Ecevit – İnönü mücadelesi parti içerisinde baş gösterdi. Bu mücadeleyi parti içerisinde resmiyete dökülmesi ise 4 Mayıs 1972’deki Parti Kurultayı’nda İnönü’nün “Ya Ben, Ya Bülent” sözleridir. Güven oylamasında Ecevit yanlıları galip çıkınca CHP’nin milli şefi olan İnönü’nün dönemi kapanarak yeni bir sürece yani Ecevit’in Genel Başkanlık sürecine girilmiştir. 1973 seçimlerinde CHP’nin seçim kampanyasında, yaşlı bir kadının “Karaoğlan nirede ha evlatlar, Karaoğlan’ı görmek istiyom” (7) şeklindeki sorusundan sonra Karaoğlan adı CHP’liler tarafından benimsenmiş ve ilerleyen yıllarda da Bülent Ecevit için sürekli olarak kullanılmaya başlanmıştır.
14 Ekim 1973 seçimlerinde CHP en çok oy olan parti olmasına rağmen iktidar için yeterli sayıyı elinde bulunduramadığı için Necmettin Erbakan’ın liderliğini yaptığı “Milli Görüş” hareketinin ilk partisi Milli Selamet Partisi ile koalisyon yaparak Başbakan olmuştur. Koalisyon döneminin en önemli olayı hiç kuşkusuz “Kıbrıs Harekâtı”dır. Harekât sırasında Ecevit ve Erbakan’ın göstermiş olduğu özverili çalışmalar sonucu kısmen olumlu sonuçlar alınmıştır. Ancak harekâtı, siyasi bir manevra olarak kullanma hatasına düşen Ecevit, 10 aylık koalisyonu bozarak seçimlere gitmişse de istediği başarıyı elde edememiştir. Seçimler sonrası “AP – MSP – MHP – CGP” tarafından oluşturulan “I.Milli Cephe Hükümeti”, Ecevit’in hayallerini suya gömmüştür. 1977 seçimlerinde %41 oy alan Ecevit, bir azınlık hükümeti kurmayı denediyse de başarılı olamadı ve sonrasında “AP – MSP – MHP” tarafından oluşturulan “II. Milli Cephe Hükümeti” oluşturuldu. Demirel, başbakanlık görevini tekrar eline almasına rağmen koalisyon kısa zamanda başarısız oldu ve Ecevit’in “11 vekil arıyorum” söylemiyle 5 Ocak 1978’de AP’den istifa eden 11 vekilin de desteğiyle Ecevit tekrar başbakan oldu. Bu dönem içerisinde iktidar bir Demirelli AP’nin elinde bir Ecevitli CHP’nin elinde oldu. 14 Ekim 1979’da iktidardan çekilen Ecevit’in yerine 1980 darbesine kadar görevi yürütecek olan Demirel geldi. 1980 darbesiyle birlikte tüm siyasi parti liderleri gibi Ecevit de siyasi yasaklılar listesine girdi.
Siyasete devam etmek de ısrarcı olan Ecevit’in siyasi yasaklı olmasından ötürü eşi Rahşan Ecevit tarafından, Demokratik Sol Parti (DSP)1985 yılında kurulmuştur ve parti ideolojisi olarak “sosyal demokrasi” ve “Atatürkçülüğü” benimsemiştir.
1987’de siyasi yasakların kalkmasından sonra DSP’nin başına geçen Ecevit, 1991 seçimlerinde meclise tekrar Zonguldak vekili olarak DSP üzerinden girmiştir. 1995 seçimlerinde de DSP, CHP’yi sindirerek sol partiler arasındaki en güçlü parti durumuna gelmiştir. 28 Şubat sonrası 1997 seçimlerinde Mesut Yılmaz’ın önderliğindeki “ANASOL-D” hükümetinde Başbakan Yardımcısı olarak görev yaptı. Gensoru sonrası çöken hükümet yerine de DSP azınlık hükümetini kurarak tekrar Başbakan oldu. Dönemin, “koalisyonlar dönemi” olması ve kısa ömürlü olması göze çarpmaktadır (8). 1999 seçimleri sonrası oluşturulan “DSP – MHP – ANAP” koalisyonunda son kez Başbakanlık koltuğuna oturan Ecevit, 25 Temmuz 2004 tarihinde yapılan DSP Kongresi ile aktif siyaseti bırakmıştır.
Kısaca, tıpkı Menderes gibi geniş vizyonlu bir lider olmasının getirisi ve hem eşi Rahşan Hanımın teşkilatçı yapıda olması hem de daha önce CHP’de halka yakınlaşması sayesinde kısa zamanda halkın teveccühünü tekrar kazanarak 2000’li yılların başında iktidara geldi. CHP içerisinden çıkan Ecevit’in, CHP oluşumundan DSP oluşumuna geçişinde bilinenin aksine fikir ayrılıklarından ziyade o dönemin iç konjonktürü asıl sebeptir; çünkü darbeci generaller tüm siyasi partileri yasakladıkları gibi liderlerini de siyasi yasaklı haline getirmişlerdi. Ancak, Ecevit için CHP gerçek bir sıçrama tahtasıdır ve o bu tahtayı iyi kullanmış ve siyasette yer aldığı süre içerisinde bugünkü “sol”un aksine sağa yakın sol gayesiyle halkın teveccühünü kazanmıştır.
Süleyman Demirel: AP’den DYP’ye
1 Kasım 1924 yılında Isparta’da doğan Süleyman Demirel, Recep Tayyip Erdoğan’dan sonra Türk siyasetinde en uzun süre Başbakanlık yapan ikinci isim olmuştur (10 yıl 5 ay). Türk siyasetinin yaşayan efsanelerinden Demirel, siyasetimize yön veren üç mühendisten biri olmuştur (diğerleri Turgut Özal ve Necmettin Erbakan). 1965-1993 yılları arasında 7 farklı hükümette Başbakanlık yaptıktan sonra Türkiye Cumhuriyeti’nin 9. Cumhurbaşkanı olmuştur. Boğaziçi Köprüsü’nün ilk projesini hazırlayan Demirel, o dönem ABD’nin ünlü mühendislik şirketi olan Morrison Knudsen Inc’nin Türkiye temsilcisi olmuştur. Siyasetimizde “Morrison Demirel” olarak bilinmesinin sebebi budur.
1960 darbesi sonrası kapatılan Demokrat Parti’nin mirasçısı olarak Ragıp Gümüşpala ile Adalet Partisi’ni kurmuş ve 1964’de Gümüşpala’nın ölümü sonrası partinin yeni lideri olarak siyasetimizin unutulmaz isimlerinden biri olmuştur. 1965’de İnönü hükümetinin düşmesi üzerine “AP – YTP – CKMP – MP” arasında oluşturulan 29. (koalisyon) hükümetinde Başbakan Yardımcısı olarak yer almıştır. 1965 genel seçimlerinde ise DP’nin diğer mirasçısı YTP’nin dağılması ve AP’nin seçimlerden %52,8 oy almasıyla 30. hükümetin Başbakanı olmuştur. “Süleyman Demirel, İsmet İnönü, Celal Bayar ve Ragıp Gümüşpala gibi Kurtuluş Savaşı kahramanlarının yavaş yavaş siyaset arenasından çekildiği bu dönemde ‘Cumhuriyet Kuşağı’ olarak bilinen 1920’lerde dünyaya gelmiş siyasetçilerin ilk örneklerindendi” (9). Göreve geldikten sonra ordu ile ilişkilerini iyi tutmaya çalışan Demirel, cumhurbaşkanı Cemal Gürsel’in sağlık durumu sebebiyle yeni bir cumhurbaşkanına ihtiyaç duyulmasından ötürü o dönem Genelkurmay Başkanı olan Cevdet Sunay’ı Cumhurbaşkanı olarak seçtirmiştir (1966). İnşaat mühendisi olmasından ötürü kendi döneminde sınaî kalkınmadan ziyade yapılaşma hamleleri ile adından söz ettirmiştir. Halkla iç içe olması, hazır cevaplılığı ve DP’nin temel felsefesini iyi okuyan Demirel, o dönem dünya konjonktüründe sosyalist akımların yayılması sonrası üniversite gençliği arasındaki kargaşayı önleyememiştir. Ayrıca, bu süreç içerisine DP’li eski siyasetçilerin siyasi yasaklarının kaldırılması konusunda ihtilafa düşmesi parti içerisinde ve dışarında onu zor durumda bırakmıştır. Ardından gelen 1969 seçimleri sonrasında yaklaşık %4 oy kaybına uğramasına rağmen %48 ile iktidarını korumuştur. Fakat Demirel’in ikinci dönemi oldukça sancılı geçmiştir. Demirel’e yürekten bağlı olan ve “Yeminliler” olarak adlandırılan hizipçi grup (10) ile DP’nin uzantısı olarak parti üzerinden mecliste yer alan muhalif grubu tasfiye etme çabası sonrası iki grup arasında ciddi ayrılıklar oluşmuştur. Demirel’e muhalif olan grubun başında Saadettin Bilgiç ve destekçileri vardı. Bu grup 71 AP’li senatör ve vekilin desteğiyle Demirel’e askeri muhtıradan önce bir muhtıra vermişse de Demirel, onları önemsememiştir. Bunun sonucu olarak bütçe görüşmelerinde bu grup CHP ile ret oyu vererek ertesi gün Demirel’in istifasına sebep olmuşlardır. Bu süreç içerisinde DP’nin tekrar kurulması ve Demirel’in sınıf arkadaşı olan Erbakan’ın da siyasete girmesiyle AP’nin gücü inişe seyretmiştir. Tüm bu olumsuz havaya rağmen Demirel, mücadeleye devam etmiş ve 1970’de yeni bir hükümet kurarak 1971 askeri muhtırasına kadar görevde kalmıştır.
1960’lı yıllarda ABD ile yakın ilişkiler kuran Türkiye 1970’li yıllarda ise SSCB ile yakın ilişkiler kurmaya başlamıştır. Bu durumdan rahatsız olan ABD, 1970’de Başkan Nixon tarafından haşhaş ekiminin durdurulmasını bahane ederek ilişkileri çıkmaza sokmuştur (11). Bunun yanı sıra parti içi muhalefetin artması ve Demirel’in ilk döneminin aksine mali yapının da bozulması sonrası iç ve dış karışıklar artmaya başlamıştır. Böylesi bir ortamı kullanmaya çalışan “Milli Demokratik Devrimciler”, 9 Mart’ta darbeye yeltenince ordunun üst düzeyli komutanları 12 Mart’ta Demirel hükümetini istifaya zorlamışlardır. 27 Mayıs, 12 Eylül ve 28 Şubat’ın aksine 12 Mart, derin bir kaosun önlenmesi adına kilit bir nokta olmuştur. Eğer hükümet istifa ettirilmeseydi gerçek bir darbe hazırlığı içerisinde olan derin güçler kalıcı bir askeri darbe ortamı yaratabilirlerdi. Ayrıca, yeni bir cumhurbaşkanlığı seçim sürecine girilmesinden ötürü Demirel, 1973 ilkbaharında CHP ile anlaşarak, Genelkurmay Başkanı Faruk Gürler’in cumhurbaşkanı seçilmesini önledi ve bu göreve, iki partinin de üzerinde anlaştığı Fahri Korutürk’ün getirilmesini sağladı.
1971 sonrasında 1980 darbesine kadar olan süreç içerisinde iktidar Demirel ve Ecevit arasında gidip gelmiştir. Bu süreci aşağıdaki liste ile özetleyebiliriz:
• 1973 seçimlerinde CHP’li Ecevit önemli bir farkla galip geldi,
• 1974’de Ecevit’in “Kıbrıs Harekâtı”nı siyasi bir manevra olarak istifa etmesi sonrasında 1975’de oluşturulan I. Milliyetçi Cephe koalisyonu ile AP’li Demirel dönemi,
• I. Milliyetçi Cephe döneminde artan terör olayları ve toplumsal hareketler sonucu 1977 seçimlerinde CHP’nin %41,4’lük oy oranı karşısında %36,9 oy oranı sonucu ikinci parti olmasına rağmen II. Milliyetçi Cephe koalisyonunu oluşturan AP’li Demirel, Başbakanlık görevine devam etti,
• Ecevit’in “11 vekil arıyorum” söylemi sonrası AP’den ayrılan 13 vekilin desteğiyle 31 Aralık 1977’de CHP’nin gensorusu üzerine Demirel hükümetinin düşürülmesi,
• Ecevit’in göreve gelmesinden sonra ABD ambargosu, ülkedeki anarşik olaylar (Maraş katliamı gibi) ve devrimci grupların boykotçu uygulamaları ülkedeki iç huzuru bütünüyle tehdit etmeye başlaması üzerine CHP’li Ecevit, 14 Ekim 1979 ara seçimiyle iktidardan çekilmiştir,
• Ara seçimde CHP’ye büyük bir üstünlük kuran AP’li Demirel MHP ve MSP’nin desteğiyle 6. Demirel Hükümetini kurdu ve 1980 darbesine kadar görevde kaldı.
Demirel, 1980 askeri darbesi öncesinde İngiltere Başbakanı Margaret Thatcher ve ABD Başkanı Ronald Reagan’ın ön ayak alması (12) sonucu neo-liberalleşen dünyaya ayak uydurmak için DPT Müsteşarlığı’na yine bir mühendis olan Turgut Özal’ı getirdi ve Özal’ın sunduğu “24 Ocak Kararları”nı uygulamaya koydu. Bu tarihten itibaren Türkiye’de neo-liberal politikalar uygulanmaya başlanmıştır.
Fahri Korutürk’ün görev süresi dolmasına rağmen uzun bir süre yeni Cumhurbaşkanı seçilemeyince ve artan anarşi sonrası 12 Eylül 1980’de ordu yönetime el koydu ve tüm siyasi partileri men ettiği gibi siyasi parti liderlerini de 10 yıl süreli siyasi yasaklı durumuna getirmiştir. Haliyle, Demirel’in Başbakanlık görevi de son bulmuştur. 1983’de siyasi partilere tekrar izin verilince dışarıdan destek verdiği Büyük Türkiye Partisi’ni kurdurdu ancak AP’nin devamı olduğu anlaşılınca bu parti de kapatıldı.
Demirel, 1987’de siyasi yasakların kalkması sonucu Ahmet Nusret Tuna tarafından kurulmuş olan Doğru Yol Partisi ile siyasete tekrar giriş yapmıştır. 24 Eylül 1987’de de partinin başına geçmiştir ve 1987 seçimlerinde Isparta vekili olarak tekrar meclise girmiştir. Ancak, Turgut Özal’ın Cumhurbaşkanı olması sonrasında 1991’de yapılan seçimlerde DYP en çok oy alan parti olmasına rağmen yeterli çoğunluğu sağlayamadığı için SHP ile koalisyon kurmuştur. Bu koalisyonda da Başbakanlık görevini yürüten Demirel, 17 Nisan 1993’de TC 8. Cumhurbaşkanı Turgut Özal’ın hayata veda etmesi sonrası adaylığını ilan etti ve üçüncü tur oylamaları sonrası TC’nin 9. Cumhurbaşkanı oldu.
AP’nin mirasçısı olan DYP, Demirel sonrası Tansu Çiller ile yoluna devam etmiştir. Özellikle 1990’ların ikinci yarısında Refah Partisi ile oluşturulan ortaklık ve sonrasındaki 28 Şubat sonrası dönem DYP’yi siyasetimizde unutulmazlar arasına sokmuştur. Ancak 2000’li yıllardan sonra Türk siyasetine bir yok oluş sürecine girmiştir ve nihayetinde 27 Mayıs 2007’de kendini feshetmiştir.
Kısaca, siyasette gerçekte demir gibi bir bünye ve mühendis zekâsına sahip olması onu her daim siyasetin içinde tuttu. Tıpkı Bülent Ecevit gibi siyaset atıldığı parti (AP) ile ters düşmemiştir. 1980 darbesi sonrası gerek Ecevit DSP ile gerekse Demirel DYP ile yeni bir oluşum içerisinde girmişlerdir. Bu oluşumlar isteğe bağlılıktan ziyade dönemin şartlarından dolayı gerçekleşmiştir. Siyasi hayatları boyunca Ecevit ve Demirel’i ortak bir payda da buluşturan ender durumlardan bir tanesidir bu husus.
Demirel’in siyasi hayatı: (13)
TC Cumhurbaşkanı: 16 Mayıs 1993 – 16 Mayıs 2000
TC Başbakanı: 20 Kasım 1991 – 16 Mayıs 1993
TC Başbakanı: 12 Kasım 1979 – 12 Eylül 1980
TC Başbakanı: 21 Temmuz 1977 – 5 Ocak 1978
TC Başbakanı: 31 Mart 1975 – 21 Haziran 1977
TC Başbakanı: 27 Ekim 1965 – 16 Mart 1971
Recep Tayyip Erdoğan: Milli Görüşten “laik, muhafazakâr ve demokrat” AKP’ye:
Recep Tayyip Erdoğan, Türk siyasetine damga vurmuş bir isim. Milli görüş kadrosunun en genç ve önemli aktörlerinden. Kasımpaşa’da başlattığı “vuruş” 28 Şubat sonrası yaşanan süreçte 2002’de bir “gole” dönüştü ve siyasi tarihimizde en uzun süre Başbakanlık yapan Demirel’in önüne geçti. İçinden geldiği Milli Görüş hareketinin sonucu olarak haliyle muhafazakâr bir isim. Gerek Belediye Başkanlığı döneminde gerekse 28 Şubat post-modern darbesi (14) sonrası yaşadığı süreç onu siyasetin zirvesine taşıdı. Konuyla ilgili olarak aslında verilebilecek en iyi örneklerden bir tanesidir; çünkü siyasete başladığı Milli Görüş Hareketi’nden ayrılarak yeni bir hareketin önünü açmıştır.
26 Şubat 1954 İstanbul/ Kasımpaşa doğumlu olan Recep Tayyip Erdoğan, siyasete gençlik yıllarında merak sardı ve milli görüş hareketine girdi. Gerek İmam Hatipte okurken gerekse üniversite sıralarında Milli Talebe Birliği’nde ön sıralarda yer aldı. Buradaki özverili çalışmaları onu diğerlerinden kısa zamanda ayırdı. 1976’da MSP’nin önce ilçe ardından il başkanı oldu. Siyasette en aktif rolü 27 Mart 1994 yerel seçimleri sonrasında koltuğa geldiği İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nde gösterdi. Ancak, 12 Aralık 1997’de Siirt’teki bir konuşmasında Ziya Gökalp’e ait bir şiiri okuması DGM’ci savcılar tarafından “halkı kin ve düşmanlığa tahrik” olarak algılandı ve 4 ay ceza evinde kaldı.
Milli Görüş’ün Refah’ı kapatıldıktan sonra hareket içerisinde dalgalanmalar başladı. Erbakan’ın öncülük ettiği “gelenekçi kadro” ile çağa ayak uydurmaya çalışan (!) Abdullah Gül ve Recep Tayyip Erdoğan’ın öncülük ettiği “yenilikçi kadro” arasında çelişkiler başladı. Nitekim 14 Mayıs 2000 tarihinde yapılan Fazilet Partisi 1. Olağan Kongresi’nde Abdullah Gül, 633 oy alan Recai Kutan’a karşısında 521 oy almasından ötürü mağlup çıktı ve bu sonuç milli görüş içerisinden yeni bir kadronun çıkmasına vesile oldu.
Abdullah Gül ve Recep Tayyip Erdoğan’ın öncülük ettiği yenilikçi grup, yeni bir parti hazırlıklarına başladı ve 14 Ağustos 2001’de AKP’yi kurdular. Erdoğan’ın siyasi yasaklı olmasından ötürü, Gül 3 Kasım 2002 seçimleri sonrası 58. hükümeti kurdu. Siirt vekili (Jet) Fadıl Akgündüz’ün milletvekilliğinin düşmesi sonrası yapılan seçimde Siirt vekili olarak parlamentoya giren Erdoğan, %85 oy alarak parlamentoya giriş yaptı ve Gül’ün istifası sonrası 59. hükümeti kurdu.
Batı ile yakın ilişkiler kurma konusunda önemli başarıla elde eden Erdoğan’ın hamlelerinden bir tanesi ve onu Milli Görüş Hareketi’nden ayıran en önemli noktalardan bir tanesi 3 Ekim 2005 tarihinde AB ile müzakerelere başlanmasıdır. Bu süreçte Milli Görüş kadrosu onu büyük oranda tamamıyla dışlama içerisine girmiştir.
Her geçen gün yaptığı stratejik hamlelerle gücünü sağlamlaştıran Erdoğan, 22 Temmuz 2007 seçimlerinde de 2002’de alınan %34, 29’u üzerine çıkarak %46,6 oy oranı ile oy oranını arttırarak iktidarını sağlamlaştırmıştır (15) . Keza, 12 Haziran 2011 seçimlerinde de %50 oy oranı ile Türk siyasetinde oy oranını arttırarak üç kez üst üste Başbakan olan tek isimdir.
Milli Görüşe Zıt Hareketler (!):
Erdoğan, Belediye Başkanı iken “kadınların, mutfakta değil iş hayatında olmalarının gerekliliği” üzerine yaptığı bir konuşma aslında milli görüşün benimsediği fikirlerden ilk farklılığı arz eder. Ancak, en büyük ayrılıklar 28 Şubat süreci sonrasında gelir ki bu dönemde Fazilet Partisi’nin Kongresinde aday olan Abdullah Gül’ün kaybetmesi ile zirve yapar ve ayrılıklar başlayarak yeni bir oluşum içine girilir. Erdoğan’ın deyimiyle bu oluşum 14 Ağustos 2001’de noktalanır. Zaten yapmış olduğu bir konuşmada da “Biz, milli görüş gömleğimizi çıkarttık” demesi aslında ayrılığın resmiyetidir.
“Bu çalışmanın içerisinde Abdullah (Gül) bey, Abdüllatif Şener, Abdülkadir Aksu, Cemil Çiçek, Melih Gökçek, İsmail Kahraman, Altan Karapaşaoğlu, Bülent Arınç bir de Abdullah Çalışkan bey vardı. Böyle bir çalışma grubuyla bunu yürüttük. Tüzük çalışmasıyla ilgili de Hayati Yazıcı, Sadık Yakut, Mehmet Ali Şahin bey çalışma yaptılar. Daha sonra da Afyon’daki toplantıyla, 81 vilayete taşıdık. Bu hazırlıklar uzun bir sürecin neticesiydi ve bu yaptığımız hazırlıkları orada sunduk ve tartışmaya açtık… Tartışmaların hepsi kayıtlara alındı, çözümden sonra tekrar kurulan bir 10 kişilik heyetle ve 3 üç kişilik tüzük heyetiyle birlikte Bilkent’te arkadaşlarımız bir çalışmaya girdiler ve olayı nihai bir neticeye vardırdılar. O da zaten partimizin 14 Ağustos 2001’deki programı ve tüzüğü oldu” (16).
Bu sözleri sonrası yeni partinin ideolojisi olarak da muhafazakâr ve demokrat bir yol çizer ki bu hareket onu bu döneme kadar iktidar yapan en önemli faktördür (17). Abdüllatif Şener’in vermiş olduğu bir röportajda ise Milli Görüş hareketinden ayrılık sebebi ve yeni oluşumla ilgili olarak şunları söylemiştir:
“Bir grup milletvekili ve teşkilat mensubu, yine geleneksel tarzda siyasete devam etme kararı aldılar. Bu yönde irade ortaya koydular ama parti içinden önemli bir grup, 50 civarında milletvekili ve 10-15 civarında il teşkilatı, bu geleneksel siyaset tarzının yenilenmesi gerektiğini düşündüler. Tüm mevcut siyasi partilerin artık geride kaldığı anlayışı içerisinde yeni bir siyaset diyerek 2001 yılında arkadaşlarımızla beraber yeni bir parti kurduk” (18).
Kısaca, 28 Şubat sonrası kapatılan Refah Partisi sonrası oluşturulmaya çalışılan Fazilet Partisi’nde gelenekçiler mi yoksa yenilikçiler mi üst kadroda yer alacak tartışması aslında AKP’nin önünü açmıştır. Teşkilatlanmayı Milli Görüş camiası içerisinde öğrenen, yol arkadaşı Bülent Arınç’ın deyimiyle “sağlam karakterli ve gerçekçi bir lider” olması ve muhafazakârlar kadar liberallerin de bam teline dokunan Erdoğan çok kısa zamanda Refah’ın birikimini iyi değerlendirerek 21.yüzyıl Türkiye’sinin yeni yüzü olmuştur. Ayrıca, cumhuriyetin yapı taşlarından olan laikliği de hiçe saymaması onu gelenekçi kanattan çoğunlukla ayırmıştır. Milli Görüş gömleğini her ne kadar çıkmış da olsa onun etkisini tamamen üstünden attığını söylemek yanlış olur ve bu da zaten beklenemez. Bu yeni oluşumda demokratlık ve laiklik, muhafazakârlık ile kaynaştırılarak halka sunmuştur.
Abdüllatif Şener: AKP’den TP’ye
Türk siyasetinde var olduğu parti içerisinden ayrılarak yeni bir parti kuran isimlerden bir tanesi de Abdüllatif Şener’dir. 1954 Sivas – Yıldızeli doğumlu olan Abdüllatif Şener, milli görüş hareketine gönül vermiş bir isim olarak 1990’lı yıllarda Refah Partisi ile siyasete atılmıştır. 19.dönem ve 20.dönem Refah Partisi, 21.dönem Fazilet Partisi ve 22.dönem AKP Sivas milletvekili olarak TBMM içerisinde yer almıştır. 54.hükümetin Maliye Bakanı, 58.hükümetin ve 59.hükümetin Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı idi. Tipik bir milli görüşçü olan Şener diğer milli görüş gömleğini çıkaran yoldaşlarıyla AKP’nin kurucu üyelerinden biri olmuştur. Uzun bir süre parti içerisinde görev yapan Şener, 2007 yılında parti elitleri ile ters düşünce 2007’deki seçimlerde aday olmadı ve partiden ayrıldı. Siyasetten kopma gibi bir düşüncesi olmadığı için 25 Mayıs 2009’da Türkiye Partisi’ni kurarak yeni bir siyasi hareketi başlatma gayreti içerisinde olmuştur. 12 Haziran 2011 seçimlerinde milletvekili olabilmek için partisinden istifa etmiştir ve seçimlerde 17.092 oy almasına rağmen mecliste yer alamayınca 27 Ağustos 2012’de de Türkiye Partisi’ni kapatarak hedeflediği yeni oluşumda başarısız olmuştur. Ancak, Şener’in her ne kadar liderlik vasfı olsa da bu siyasetimizde yeterli olmamıştır. Bunun yanı sıra teşkilatlanmayı da tam olarak gerçekleştiremeyince haliyle halkın teveccühünü de kazanamamıştır.
Türkiye Partisi’nin kapanması ile ilgili olarak Şener (19):
“Maliyetli bir şey, kurduğumuz günden beri finansman sıkıntıları yaşadık. Siyasetin kullandığı paranın yüzde 70’ini iktidar partisinin kullandığını, Hazine yardımından sadece 3 partinin yararlanabildiğini vurgulayan Şener, “Bu da siyasi partiler arasında adaletsizliği getiriyor. Medya ve sivil toplumun iktidar tarafından kontrol ediliyor olması karşısında meclis dışı muhalefetin kendini kamuoyuna duyurmasında çok büyük güçlükler var” dedi.
”Yeni bir oluşumun sinyalleri var mı?” diye sorulduğunda ise Şener, “Toplumda derinden derine büyük bir birikim var. Bunun sonucunda daha geniş tabanlı, medya, finans ve sivil toplum desteğiyle bir hareketin ortaya çıkacağına inanıyorum. Bunun ortaya çıkması için çaba da harcayacağım” yanıtını vermiştir.
Son olarak Şener, Ak Parti’ye mesafesinin bıraktığı noktada olduğunu, Başbakan’ın ülke için büyük talihsizlik olduğunu, yanlışları tenkit edilemediği için ülkeyi büyük felaketlere sürüklediğini iddia etti.
Şener yine vermiş olduğu bir röportajda da AKP’den ayrılık sürecini şu şekilde açıklamıştır (20):
“Gördüğünüm bu fotoğraf şudur; önce yoğun bir özelleştirme programı ile iş başladı.
Özelleştirmeden sorumlu bakan bendim fakat ilk haftadan itibaren ayrışmaya başladık, tartışmaya başladık ve aynı şeyleri söylemediğimizi, aynı konuya farklı baktığımızı görmeye başladım ve bildiğiniz gibi hemen ilk ay özelleştirme idaresini bıraktım. O günlerde basına, elimden alındığı şeklinde yansımıştı. O günlerde konuşmadım ama elimden bir şey alınmamıştı. Özelleştirme konusundaki tartışmalarımız yüzünden ben bırakmıştım. Daha sonra Özelleştirme Yüksek Kurulu üyesiydim. Önüme gelen ilk özelleştirme kararına imza atmadım. İki ay bu süreç devam etti ve sonunda doğrudan doğruya, ben bunu imzalamam, imzalanması gerekiyorsa beni bu kurulumdaki görevimden de alın dedim ve değişiklik oldu.
Özet itibarı ile şunu söylüyorum: Ekonomik konularda tamamı ile uluslararası sermayenin ihtiyaçlarına uygun bir süreç ve yapılanma vardı. Bunun önemli ayaklarından biri özelleştirme ve yabancılaştırmalardı. Ben mevcut iktidarın yapmış olduğu özeleştirmelerden hiç birinin altına imza atmadım.
AK Parti’nin programını ben hazırladım. Sadece bu ekonomik politikalar açısından baktığınızda, benim kurguladığım siyasi parti bu değildir.
Muhsin Yazıcıoğlu: Ülkü’den Alperen’e
1954 Sivas – Şarkışla doğumlu olan Muhsin Yazıcıoğlu, ülkücü camianın “genç kurtlarından” biri olarak Türk siyasetine atıldı. Ankara Üniversitesi – Veterinerlik Fakültesi’nde öğrenci iken Ülkü Ocakları’nda üst düzey görevlerde bulunan Yazıcıoğlu, 1978’de de Ülkücü Gençlik Derneği’nin kurucu Genel Başkanı olmuştur. Derneği kurduktan sonra vuku bulan Bahçelievler ve Maraş katliamlarıyla ilgili olarak suçlandıysa da daha sonra suçsuzluğu anlaşılarak serbest bırakılmıştır. 1980 yılında kadar MHP Genel Başkan Müşaviri olarak görevde bulunan Yazıcıoğlu, 1980 darbesi sonrası “Ülkücü Kuruluşlar Davası”nda yargılanarak 5,5 yılı hücre olmak üzere 7,5 yıl Mamak Cezaevi’nde kalmıştır. 2009’da vefat etmesinden sonra dile dolanan “Üşüyorum” şiirini burada yazmıştır. Cezaevinden çıktıktan sonra 1987’de Milliyetçi Çalışma Partisi’ne girdi. 1991 seçimlerinde “RP – MÇP – IDP” ortaklığı bünyesinde Sivas milletvekili olarak parlamentoya girmesine rağmen 1992 yılında (kendi deyimiyle) “içinde bulunduğum partinin siyasi anlayışıyla uyuşamadım” gerekçesiyle MÇP’den ayrılarak 29 Ocak 1993’te 5 milletvekili arkadaşı ile Büyük Birlik Partisi’ni (BBP) kurdu ve partinin Genel Başkanı oldu. Teşkilatlanmayı da aksatmayan Yazıcıoğlu, burada “Alperen Ocakları”nı kurmuştur.
Siyasi hayatının çoğunu milliyetçi hedefler doğrultusunda geçiren Yazıcıoğlu’nun partiden ayrılma sebebi uyuşmazlığın da ötesinde bünyesindeki liderlik vasfının getirdiği dürtü ve MÇP’nin yolundan saparak koyu bir sağ parti olmasında yatar. Bunun yanı sıra, liderlik vasfını kullanarak Türkiye’de yeni bir siyasi hareketi başlatmak ve bu hareketin merkezine “muhafazakâr ve milliyetçi” bir toplumu oturtmak vardı. Bu sebeple, uzun süre siyaset yaptığı MHP/ MÇP ile ters düşerek liderliğini yaptığı BBP’yi kurmuştur. 24 Aralık 1995 erken seçimlerinde ANAP – BBP koalisyonunda 20.dönem Sivas milletvekili olarak parlamentodaki yerini alan Yazıcıoğlu, 28 Şubat 1996’da ANAP’tan istifa ederek tekrar BBP hareketine dönüş yapmıştır. 2007 yılına kadar uzun bir zaman BBP hareketinin teşkilatlanmasını oluşturduktan sonra 2007 seçimlerinde Sivas’tan bağımsız milletvekili olarak TBMM’ye tekrar girmiştir. Seçimler sonrası BBP genel başkanlığına da tekrar seçilmiştir. Yazıcıoğlu, bünyesindeki kitleleri ardından sürükleyebilme vasfını iyi kullanan bir lider olmasına rağmen kendi teşkilatlanması olan Alperencileri, içinden geldiği Ülkücülerden koparması kolay olmadı. Zaten gerek yeni hareketi başlattıktan sonra vefatına kadar olan dönem de gerekse vefatından sonra iki teşkilat arasında transferler sürekli olmuştur.
Siyasi hayatı boyunca özellikle Sivas halkının manevi desteğini her zaman arkasında bulan Yazıcıoğlu’nun hedeflediği yeni Türkiye hayali 2009 yılında bir helikopter kazasında son bulmuştur. 25 Mart 2009’da Kahramanmaraş mitingi sonrası Yozgat mitingi için havalanan helikopter, Keş Dağı’na çakılarak Muhsin Yazıcıoğlu, İsmail GÜNEŞ, Erhan ÜSTÜNDAĞ, Murat ÇETİNKAYA ve Kay İSTEKTEPE’e mezar olmuştur. Ölümünün ardından birçok spekülasyon ortaya atılmıştır. Helikopter kazasının derin devlet, dış mihraklar ya da daha farklı kaynaklar sebebiyle gerçekleştiği iddiası hala tartışılmaktadır. Ancak gerçek olan bir şey var ki eğer rahmetli “koca reis” yaşasa idi (hâşâ) Türk siyaseti bugünkü durumundan daha farklı olabilirdi. Özellikle, son dönemde AKP iktidarı içerisinde ayyuka çıkan haberler sonrası yeni bir lider arayışına girecek olan Türkiye’ye önderlik edecek isimlerden biri hiç kuşkusuz rahmetli olabilirdi. Fakat eğer hayatta olsa idi bunu BBP içerisinden yapması biraz zor gözükmektedir; çünkü BBP tabanının iktidara uyumlu bir teşkilatlanma yapısı olduğunu söyleyemeyiz. Yani bir “milli görüş” tabanı gibi ya da AKP tabanı gibi ciddi bir teşkilatlanması yoktu. Yazıcıoğlu’nu MÇP’den ayırıp BBP’yi kurmaya iten faktörlerden bir tanesi de zaten MÇP’nin gerçekçi hedefler üzerine oturmadığı gibi teşkilatlanmasına da iktidar bilinci aşılayamamasıdır.
Sonuç:
Sonuç olarak en başta da söylediğimiz gibi yeni bir oluşum için gerekli üç elementin var olmaması durumunda bu oluşumun uzun ömürlü olması beklenemez. İyi bir teşkilatlanma, iyi bir liderlik gerektirir. İyi bir lider, sağlam teşkilatlanmasını kurup halkla bütünleşince haliyle halkın teveccühünü kazanır ve bu teveccüh düzeyinde başarı sağlar. İncelediğimiz isimleri genel olarak bir tabloya aktararak görsel bir kaynak sunmayı da ihmal etmedik.
(Liderlik + Teşkilatlanma) + Teveccüh => Başarı
(*) Burada kast edilen siyasi liderliktir.
(**) Yazıcıoğlu, Sivas halkının “Yiğidi” olmasına rağmen teşkilatlanma ülke genelinde tam oturamadığı için halkın geneline inilmekte zorlanılmıştır.
Not: tabloda kast edilenler bilimsel yargı ve değerlendirmeler sonucu oluşturulmuştur ve herhangi bir art niyet taşımamaktadır.
Bu 3 elementi ortak bir paydada buluşturan ilk 4 isim, kısa zamanda içinden çıktıkları oluşumlardan edindikleri tecrübelerle yeni bir harekete girişmişlerdir. Menderes’in CHP’nin o dönemki tepeden inmeci hamleleri ve Menderes gibi “büyük toprak sahipleri”nin ummadığı uygulamalara girişince yol ayrımına gitmişlerdir. Ecevit ve Demirel ise 12 Eylül’ün bir zorunluluğu olarak yeni bir hareket başlatmışlardır. İlgili bölümlerde de bahsettiğimiz gibi “tercih ya da fikir uyuşmazlığı”ndan ziyade bir “zorunluluk” vardır. En uzun süre başbakanlık yapan (hala devam eden) Erdoğan ise içinden çıktığı Milli Görüş Hareketi’ne sırt çevirmekten ziyade dönemin iç konjonktürü gereği Milli Görüş gömleği üzerine yeni düğmeler ekleyip eski düğmelerden bazılarını çıkartmıştır. Erdoğan ile birlikte Milli Görüş içerisinde yoğrulup sonradan onunla yol arkadaşlığı yapan ancak daha sonra yol arkadaşı ile de ters düşerek yeni bir hareket için uğraş veren Şener ise (siyasi) liderliğini uygulamaya tam olarak yansıtamaması, maddi yetersizliklerden ötürü ülke genelinde teşkilatlanmayı oturtmaması ve bunların sonucu teveccühten yoksun kalması onu hedeflerinden uzak tutmuştur. Hemşerisi Yazıcıoğlu ise bünyesindeki liderlik vasfına rağmen teşkilatlanma hususunda boşluklar olması sonucu hedeflediği “Türkiye hayali”ni görmeğe ömrü yetmemiştir.
Kaynaklar:
Yararlanılan web siteleri:
• www.chp.org.tr
• www.dp.org.tr
• www.akp.org.tr
• www.mhp.org.tr
• www.bbp.org.tr
• www.dsp.org.tr
• www.bbp.org.tr
• www.wikipedia.org.tr
• www.hamlegazetesi.org.tr
Yararlanılan Kitaplar:
– Akyol, Mustafa “Gayri Resmi – Yakın Tarih” – Etkileşim Yayınları, 2013
– Gürses, Ezgi “28 Şubat – Demokrasi Ters Şeritte” – Şule Yayınları, 2012
– Kozan, Mustafa “Ulus Devlete Sokulan Hançerler” – Arvo Yayınları, 2013
– Öztürk, Muhsin “27 Mayıs Devleti 1960 – 2011” – Ufuk Yayınları, 2012
– Maman, Kamil “Tek Parti Devrinden 27 Mayıs İhtilali’ne – Demokratlar” – Timaş Yayınları, 2013
– Pala, İskender “İki Darbe Arasında” – Kapı Yayınları, 2010
– Armağan, Mustafa “Öncesi ve Sonrasıyla Tek Parti Devri” – Timaş Yayınları, 2011
– Aydoğan, Metin “Bitmeyen Oyun” – Umay Yayınları, 2007
– Karpat, Kemal “Türk Siyasi Tarihi” – Timaş Yayınları, 2013
– Kahraman, Hasan Bülent “Türk Siyasetinin Yapısal Analizi II” – İletişim Yayınları, 2008
– Yorgancılar, Serkan “Milli Görüş” – Pınar Yayınları, 2012
– Alfabetik Okul Ansiklopedisi – Görsel Yayınları, 1998
1. http://www.ataturkinkilaplari.com/it/95 (erişim 24.11.2013)
2. http://www.ataturkinkilaplari.com/it/95 (erişim 24.11.2013)
3. Öztürk, Muhsin “27 Mayıs Devleti 1960 – 2011” – Ufuk Yayınları, 2012, sy:45
4. http://tr.wikipedia.org/wiki/adnan-menderes (erişim 01.12.2013)
5. http://tr.wikipedia.org/wiki/bulent-ecevit (erişim 01.12.2013)
6. www.dsp.org.tr (erişim 29.11.2013)
7. http://tr.wikipedia.org/wiki/bulent-ecevit (erişim 29.11.2013)
8. www.chp.org.tr (erişim 29.11.2013)
9. http://tr.wikipedia.org/wiki/suleyman-demirel (erişim 03.12.2013)
10. http://tr.wikipedia.org/wiki/adalet-partisi (erişim 03.12.2013)
11. http://tr.wikipedia.org/wiki/suleyman-demirel (erişim 03.12.2013)
12. Boyraz, Hacı Mehmet “Büyük Britanya ve Kuzey İrlanda Birleşik Krallığı Genel Siyasi Yapısı ve Yerel Yönetimleri”, (www.akademikperspektif.com.tr)
13. http://www.tccb.gov.tr/
14. Kullanımın geçtiği yer: Gürses, Ezgi “28 Şubat – Demokrasi Ters Şeritte” – Şule Yayınları, 2012
15. www.akp.org.tr (erişim 28.11.2013)
16. http://dosyalar.hurriyet.com.tr/tayyiperdogan/tayyip.asp (erişim 01.12.2013)
17. http://www.pazar53.com/ak-parti-nasil-iktidar-oldu-197yy.htm (erişim 23.11.2013)
18. http://www.hamlegazetesi.com.tr/abdullatif-sener-neden-ayrildi/ (erişim 01.12.2013)
19. 28 Ağustos 2012’de “hurriyet.com.tr”den Aysel Alp’e verdiği mülakat
20. http://www.hamlegazetesi.com.tr/abdullatif-sener-neden-ayrildi/ (erişim 02.12.2013)