Ahmet Türk ve arkadaşları, sorunun çözümünde tek adres olarak, yine Öcalan’ı gösterdiler.
A.Türk, “barış, kardeşlik” gibi söylemlerini “Mübarek Ramazan ayı, Rabbim” gibi ifadelerle süslerken, “Kürt halkı 30 yıldır büyük acılar çekti. 30 yıldır canını vererek bu sürecin içinde olanlar mutlaka müzakereler içinde olmalı” dedi ve Kürtler ile PKK’yı her zamanki gibi yine özdeşleştirdi.
Osman Baydemir de aynen A.Türk gibi, konuşmasında; “Barış güvercinleri 7 gök katına kadar halkımın sorunlarını götürün. Allah’ın yanına götürün” diyerek, ilk defa kullandığına şahit olduğumuz “Allah” ifadesini telaffuz etti. Bu vasıtayla DTP’nin, bir anlamda “dini söylem açılımı” yarattığına da tanık olmuş olduk.
DTP Eşbaşkanı Emine Ayna’nın açıklamaları ise komik ve son derece asap bozucuydu. PKK tarafından Hakkâri’de şehit edilen askerlerin şahadetiyle ilgili olarak Ayna; “Operasyonlar dursaydı, Hakkâri’de 4 asker bugün yaşıyor olacaktı. İşte operasyonların devamında ısrar edenlerin eli, o gençlerin kanıdır. PKK bir kez daha barışın ve yaşamın altına imzasını attı ve bayram sonuna kadar eylemsizlik kararını uzattı” dedi. Her zaman olduğu gibi “yavuz hırsız” misali, kurşunu sıkan değil, yiyen “suçlu” gösterilmeye çalışıldı. Ayna’ya göre, barış ve yaşamın altına imzasını atan PKK (!), imzasının yanında kurşun da atarak 4 gencecik insanın yaşamına son vermiş oldu.
Pes, pes, pes… Peki, adama sormazlar mı; PKK olmasaydı ve Ayna gibiler destek vermeseydi de, bugüne kadar hayatını yitirmiş olan 40 bini aşkın insan halen hayatta olsaydı diye?
Kandırılacak veya kandırılmaya yatkın, müsait, hatta gönüllü o kadar adam var ki piyasada, bu nedenledir ki, sürekli bir kandırmacadır gidiyor.
Aslında DTP’yi tebrik etmek gerekir, geçmişte yarım ağızla ve zaman zaman dile getirdikleri düşüncelerini, artık uzunca bir süredir açık yüreklilikle ve bas bas bağırarak sürekli dilendirdikleri için.
Kısaca ne diyor DTP; “Biz Kürtlerin lideri Apo’dur. Sorun Apo’suz ve PKK’sız çözülmez. Biz artık kendi kendimizi özgürce yönetmek istiyoruz”. Diğer bir anlatımla, “Bizim anadil, kültürel haklar, eşitlik, özgürlük gibi kavramlarla geçirecek vaktimiz yok artık. Bunlar bizi kesmez. Biz eski Kürtler değiliz”. Aynen A.Türk’ün ifadesi bu; “Biz eski Kürtler değiliz. Taleplerimiz karşılanmaz ve çözümsüzlükte diretilirse çatışma devam eder ve buna Kürt halkı hazırdır”. Açık sözlülüğünden dolayı tekrar tebrik ediyorum DTP başkanını.
Devam ediyor A.Türk ve “20 milyonluk Kürt halkının haklı talepleri göz ardı edilemez” diyor. Açık söylemlerine; “evet”, ancak, yanlış veya yalan söylemelerine de kesinlikle “hayır” demek gerekiyor. Çünkü bugün, Türkiye’de yaklaşık 12-13 milyon Kürt yaşıyor, bu bir. İkincisi ise, DTP’nin oy sayısı sadece 1 milyon 800 bin. Bu ne demek? Kürt nüfusunun yarısının oy kullandığını düşünürseniz, “3’te 1’i bile değil” demek. Kısaca, “burada iki yanlış/yalan var” demek.
Bunun ispatı için çok sıcak bir örnek verelim; “miting alanı”.
Böylesine hassas bir süreçte ve böylesine boy gösterme imkânına sahip olduğu bir ortamda, son derece yoğun uğraş sergileyerek katılım çağrıları yapılan ve DTP tarafından, 1 milyon kişinin katılacağı iddiasında bulunulan mitinge, ancak ve ancak 80-90 bin kişiyi katılıyor. Üstelik, “kalemiz” denilen Diyarbakır burası. Nüfusu yaklaşık 1,5 milyon. Buna rağmen halâ DTP, “Hayır 90 bin değil, katılım sayısı 150 bin” diyerek, itiraz bile ediyor muş! Yahu yeter… İddia ettiğiniz 1 milyon neresi, hadi sizin dediğiniz olsun, 150 bin neresi!
Ama halâ, neredeyse hepimiz, dayatılan bu soruna “Kürt sorunu” diyebiliyor, her gün gazete ve televizyonlarda bunu, “Acaba Apo ne diyecek, ne dedi? DTP ne dedi, ne diyecek? Açılım nasıl olacak, içi nasıl doldurulacak? vs, vs” diye merak ediyor “Hadlerini aştılar, terörist cenazesine katıldılar, Apo posteri açtılar, polise taş attılar, vs, vs” diye de eleştiriyor, kızıyoruz.
Son günlerde, televizyon kanallarında, “bilirkişi/uzman” edasıyla, bir orada bir burada kanal kanal, program program dolaşan 10-15 kişilik bir “akil adam” grubunun/güruhunun derinlikli (!) yorumlarını takip ediyor, bazen destek verdiğimiz anlamında “kafa”mızı yukarı aşağı sallıyor, bazen de sinirlenip “kafa” kaldırıyoruz.
Aslında, sallıyor ve kaldırıyoruz da, o “kafa”yı bir türlü kullanamıyoruz. Türkiye’de şu an, geçmişte olduğundan çok daha boyutlu, tam bir “akıl tutulması” yaşanıyor. Her kafadan bir ses çıkıyor. Bu çıkan sesler son derece uyumsuz olduğu içindir ki, kulaklarımız tırmalanıyor, içimizi gıcıklayıcı bir ürperti sarıyor.
Bakın DTP’li Aysel Tuğluk, nasıl da noktayı koyuyor, yıllardır tartıştığımız, ancak ne yazık ki ortak bir kanaat oluşturamadığımız, adı yanlış konulan soruna ve çözümüne. “İstediğimiz çözüm olmazsa, Kürt halkı da ayrılığı düşünür” diyor Tuğluk. O’na da tebrikler, kendi gibi düşünen insanların görüşlerine tercüman olup, gerçek amaçlarını açıkça, çekinmeden ve kestirmeden dillendirdiği için.
Herşey apaçık ortadayken, düşünceler, fikirler, amaçlar bütün çıplaklığıyla durur ve bas bas bağırılırken, bizler halâ oturmuş, önceden dizayn edilmiş vitrinleri seyrediyoruz, ağızlarımız açık. Başka hiçbir izahı yok bunun. Bu bir “akıl tutulması” olsa gerek. Çünkü; yıllardır çoğu zaman sağa sola sallayıp, zaman zaman yukarı kaldırdığımız o mübarek “kafa”mızı, bir türlü ve ne yazık ki soktuğumuz o kumdan çıkartıp kullanamıyoruz ve maalesef ki, kullanacak gibi de görünmüyoruz.
sabahattintalu@gmail.com