Son Kayboluş

Geçmişe özlem duymak… Ne kadar sık duyardım bunu. Geçmişe neden özlem duyulur ki?  Neyi özlersin? Neden özlersin? Tanıdığın insanlar, arkadaşların, okulun, belki şimdi giyemediğin çocukluk elbiselerin, ya da büyüdüğün için kardeşine vermek zorunda kaldığın oyuncağını mı özlersin geçmişte…İlkokul ve lisenin ilk yıllarında aklıma hiç gelmezdi geçmişte asıl neyin özlendiği. Hislerini özlüyormuşsun meğer…  Düşüncelerini, saflığını, huzuru, o zamanki gözlerini özlüyormuşsun. Ve ilk aşkını… Bunların farkına mezun olurken vardım. Yanıma gelip yaşlardan ışıldayan gözlerini ilk kez bu kadar yakından görünce… İlk kez bu şekilde bakıyordu bana. Gözleri;  bakışlarını her yakaladığımda ışıldardı.  Yine ışıldıyordu. Ama bu sefer ayrılık vaktinin ona verdiği yaşlar ışıldatıyordu kahverengi gözlerini… İlk defa bu kadar yakından görüyordum onu. Hiç konuşmamıştık bile. Ama o kadar iyi anlamıştık ki birbirimizi. Ve o kadar iyi anlamaktaydık ki o an. Gözlerimiz yeterliydi, her zaman yetmişti bize. Yine konuşmuyorduk… Anlatacak bir şeyde yoktu aslında. Ne diyebilirdik birbirimize -şu ana kadar anlattıklarımızdan başka- ?   Yıllardır; ne onu her gördüğümde deli gibi çarpan kalbimde bir yavaşlama, ne de bana her baktığında gözlerinde gördüğüm o ışıltıda bir azalma olmuştu. Yine çarpıyordu kalbim. Yine ışıldıyordu gözleri. Yine kıpırdamıyordu dudaklarımız. Yine anlıyorduk birbirimizi… Aşk… Aşk mıydı bu? Aşk bu kadar basit miydi? Allahın aşkı, temiz yaşayan kullarına verdiği bir armağan olarak düşünmüştüm hep.  Bu armağana lâyık olacak kadar temiz mi yaşamıştık biz? Eğer şu an âşık olduğunu söyleyen herkes âşıksa gerçekten;  birbirlerini görmediklerinde neden eksik olanı aramıyor...

Devamını Oku