Avrupa Birliği kısaca AB  isim olarak coğrafi bir çerçeve içindeymiş gibi görünse de yıllar içinde bu özelliğini kaybetmiş 1951 yılında Kömür ve Çelik topluğunun  kurulmasıyla başlayan ve bugünlere ismini değiştirerek gelmiş olan bir birliktir.Yıllarca Avrupa da ki ülkelerin toplanmasıyla oluşup tek amacı bazı ticari engelleri gidermek olan bu birlik yıllar geçtikçe Avrupa dışına da açılmaya başlamış ve tek amacı olan ekonomiden de biraz saparak değişik boyutlara ulaşmış bir yapılanmadır. Avrupa topluluğu yıllar geçtikçe dünya devletlerinin cazibe merkezi haline gelmiş ve birçok devlet bu birliğe girmek için başvuruda bulunmuştur, çok kültürcülük, özgürlük ve serbest dolaşımla ticareti barındıran tanımında AB gerçekten bu kadar iyi niyetli bir yapılanmamıydı, yoksa bu tanımda yer alan albenisi çok kelimeler sadece bir aldatmanın mı kılıfıydı. Doğru soruları sorarak doğru cevapları bulmak bu toplumun gerçek niyetini açığa çıkaracak en akıllı yoldu. Sadece fikir yürütülerek yapılan tanımlar ve yorumlar doğruluk barındırmayan kişisel bir ifadeden öte geçmeyecektir.

Sponsor Bağlantılar

İkinci dünya savaşından sonra sanayinin temelini oluşturan Kömür ve Çelik in sektörel olarak gelişmesini ve doğacak sorunların uluslararası bir platformda çözülmesi için; Belçika, Fransa, Almanya, Hollanda, Lüksemburg, ve İtalya arasında 18 Nisan 1951 de imzalanan Paris anlaşması ile Avrupa Kömür ve Çelik topluluğu kurulmuştur. Bu isim 25 Mart 1957 de yine aynı ülkelerin imzaladığı Roma anlaşmasıyla 1 Ocak 1958 itibariyle Avrupa Ekonomik Topluluğu ismini almıştır. İki anlaşma arasındaki tek fark Ekonomik boyutun sadece Kömür ve Çelik gibi dar bir boyuttan alınıp tüm ticari faaliyetlere yayılmasıdır. Bu anlaşmayı takip eden zaman içinde üye devletler arasında imzalanan Gümrük anlaşması bu ekonomik boyutun ne kadar genişlediğinin en büyük kanıtıdır. Bu anlaşmaya göre üye devletler arasındaki ticari faaliyetler de gümrüklerde alınan ve satılan mallardan alınan gümrük vergileri kalkıyordu yani üye devletler arsında serbest ticaret anlaşması yapılmıştı. Bu birliğe üye devletler yıllar boyu kendi aralarında ki ekonomik yapıyı geliştirmişler ve Avrupa nın hakimi olmaya başlamışlardı. Roma anlaşmasının getirdiği rahatlıklar sonunda oldukça gelişme kaydeden bu ülkeler, bulundukları coğrafyayla ilgi politikalar, güvenlik politikaları ve dış politikalar üretmeye başlamışlardı. Bölgenin hakimi olan bu birlik ve birliğe üye ülkeler zamanla birbirlerinden aldıkları cesaretlerle, kendi politikalarını sürdükleri coğrafya dışındada politikalar üretmeye başladılar. Ve sonunda Avrupa Ekonomik Topluluğu 7 Şubat1992 de Maastricht Anlaşmasıyla bu günkü ismi olan Avrupa Birliği ismini almıştır. Ancak bir ayrıntı var Avrupa Ekonomik topluluğu yeni ismini alıncaya kadar üye sayısını da arttırmıştı, 5 olan üye sayısı Maastricht anlaşmasına kadar 6  ülke (Danimarka, İrlanda, Birleşik Krallık, Portekiz, Yunanistan, İspanya) daha katılarak 11 olmuştur. Büyüyen ve gün geçtikçe coğrafi sınırları genişleyen Avrupa Birliği  birlik içindeki üyelerin birbirleriyle daha uyumlu ve sorunsuz ilişkilerini sürdürebilmeleri için ortak para birimi Euro ya geçilmesini kararlaştırmıştır ve Nice anlaşmasıyla 2003 yılında bazı Avrupa ülkeleri hariç diğer ülkelerde ortak para birimi Euro olmuştu. Üye devletler artık sadece ekonomik anlaşmalar yapmıyorlardı  ortak dış işleri kararları, güvenlik kararları almışlar, Adalet ve İç işlerinde suça ilişkin konularda polis ve hukuksal işbirliğine karar vermişlerdir. Politikaları değişmeye başlayan Avrupa birliği artık  Eski Avrupa Birliği değildi yıl 2007 olduğunda 5 üyeyle yola çıkan Avrupa Birliği 27 üyeye ulaşmıştı. Bu da onun artık ekonomik politikaları bırakıp değişik politik hesaplar içerisine girdiğinin en büyük kanıtıydı.

Yıllar geçtikçe tam bir cazibe merkezi haline gelmeye başlayan Avrupa Birliği Tüm devletlerin üye olmak istediği bir konumdaydı. Tüm ülkeler Birlik içindeki ülkelerin ekonomik normlarını hesap ederek bu birliğe girmenin yollarını aramaya başlamıştı. Tüm ülkelerin gözünü boyayan bu durum, Avrupa Birliğinin temel devletleri tarafından en güzel biçimde kullanılmaya başlamıştı. O güzel ve şaşalı birlik zaman içinde gizli anlaşmaların yapıldığı, derin hesapların kurulduğu bir kumpas haline gelmeye başladı, ama cazibe merkezi görüntüsünü hiçbir zaman kaybetmedi. Zamanla ülkeler bu birliğe üye olmak için Birlik içindeki Güçlü ülkeleri yanına çekmeye çalıştı, nasıl oldu bu derseniz? En büyük cevabı Yunanistan ın Bu güçlü ülkelerden üye olmadan önceki ekonomik ilişkileri.  Yunanistan o yıllarda  ekonomisine çok büyük zararlar getirmesine rağmen savunma alt yapısına çok önem vermiştir, bu alımlar ihtiyacı dahilinde yapılan alımlar değildir, tek amacı Birlikteki güçlü ülkelerden ekonomik boyutu yüksek alımlar yaparak  kendisine karşı bir taraf olmalarını sağlama çalışmasıdır. Birliğe üyeliğin yolu Fransa, Almanya ve İtalya dan geçiyordu Yunanistan da  bunu çok iyi kullanarak dünyanın en büyük silah üreticisi konumundaki bu ülkelerden yoğun bir silah alım trafiğine girmişti. Gerçektende istediği oldu 1981  Yunanistan AB ye asıl üye olarak kabul edildi. Ve zamanla itibarını kaybetmeye başladı AB, bunun en büyük nedeni de yoğun bir biçimde alınan üyeler, tarzına ve felsefesine uymayan üyeler di. AB  zamanla gerçek niyetini belli etmeye başlamıştır. Yıllarca Çoğulcu bir kültürü, saf bir özgürlüğü ve her daim kinetik ve verimli bir ekonomiyi ifade eden AB bu terimleri zamanla göz boyamak için kullanmaya başlamıştı. Bağımsızlığını 25 Haziran 1991 de ilan eden ve 1992 de bir ülke olarak kabul edilen Slovenya  ülke olarak 20,273 km² lik bir alana ve 2,009,245 bin kişi olan bir nüfusa sahip devlettir. 1 Mayıs 2004 de AB ye üye olan bu devlet, nasıl bir ekonomik büyüklüğü ifade ediyordu, yada nasıl bir kültürü ifade ediyordu da AB ye alındı. Bu ülkenin kişi başına düşen milli geliri  25,266$ dır. Bu küçüklükteki bir ülkenin gelirinin bu boyutta olması önemli değildi onu, onu AB ye aldıran tek neden yıllardır hemogonyası altında yaşadığı İtalya dır. Türkiye nin birçok şehrinden küçük olan toprak parçası ve birçok şehrinden az olan nüfusuna rağmen Güney Kıbrıs Rum Cumhuriyetinin  Mayıs 2004 te AB ye  üye olmasının nedeni büyük ekonomisi veya köklü tarihinde gelen kültürümü, hayır çünkü bunlar ekonomisi bile olmayan kültürün ne olduğunu bilmeyen devletler, yıllarca başkasının etkisinde yaşamış ve başkasının kültürünü yaşamış olan asimile devletler bunlar, kendi kültürü bile olmayan bir devletin AB nin çok kültürcülük yapısına ne gibi bir katkısı olabilir.

İşin kültürel boyutunda tutarlı hiçbir yan bulunamadı AB nin çok kültürcülük dediği yapı zamanla buharlaşmaya başladı ve böyle bir yapının sadece dedikodudan ibaret olduğu yıllar içinde gösterdiği gelişmeden anlaşılabilir, üye alım politikalarında kültürün hiçbir rolünün olmadığı anlaşılmıştır. İşin ekonomik boyutu da göründüğü gibi tozpembe bir yapıda değil, kültürel boyutun nasıl sadece görüntüden ibaret olduğu yönüyle aynı kaderi paylaşmakta. Yıllarca temelini oluşturan ülkelerin çıkarlarına hizmet eden AB yıllar geçtikçe kendi içindede bunalımlara girmeye başladı Hazırlanan ortak anayasa bile AB nin
güçlü üyeleri arasında kabul edilmedi Fransa ve Hollanda bunun en güzel örneği. Kabul edilmeyen anayasa AB içerisinde çözülmelere başladığının göstergesiydi. Ekonomide olan çözülmeler ise daha iç karartıcı bir boyutta. AB için çok önem arz eden Almanya birlik içinde en yavaş gelişen ülke konumunda, gelişmek bir yana durum gittikçe kritik hale gelmeye başladı, Almanya da evlilik oranın çok az olmasıyla doğum oranında ki azlık doğru orantılıdır. Doğum oranında ki azlık genç nüfusun azlığını ifade etmektedir. bu verilere bakarak tüketici nüfusun üretici nüfustan çok çok fazla olduğunu anlamak güç değil. Almanya nın nüfus artış oranı 2006 verilerine göre % – 0,02, reel büyüme oranı % 0,9, işsizlik oranı % 11,7  82 milyonluk bir ülke için bu veriler hayli kaygılandırıcı. Türkiye ile karşılaştıracak olursak.

  TÜRKİYE ALMANYA
Nüfus Artış Oranı % 1,06 % 0,02
Reel Büyüme % 5,2 % 0,9
İşsizlik Oranı % 9,6 % 11,7
Bu veriler belki de geleceğin ülkesini göstermektedir, birileri çöker birileri yükselir, önemli olan, kamburlaşan ekonominin içinde olmak değil dik ve istikrarlı olan ekonomide olmak. Türkiye genç ülke gençleşen ülke, Almanya ise göçmenlere muhtaç gittikçe yaşlanan tüketici bir ülke. Örneğin Slovenya Avrupa birliğine girdikten sonra çok mu büyüdü ekonomisi çok mu gelişti? Tabi ki hayır ekonomik veriler geliştiği yönünde bir ibare göstermiyor bakalım 1997 de işsizlik oranı % 7,1 olan ülke şimdilerde  % 17 nin kapısında, bu durum sadece bu ülkeler için geçerli değil. Bu aralarda AB içinde ki enflasyon  artışında ki dengesizliğinde büyüdüğü göze çarpıyor. 2006 yılında enflasyon oranının yüzde 1 olduğu Polonya, bütün Avrupa için “örnek ülke” olarak gösterilirken bugün bundan kimse söz etmek bile istemiyor. Yeni seçilen hükümetin maliye bakanı Kasım sonu için enflasyon oranının yüzde 3,5 olacağını açıklaması, değişik Avrupa ülkelerinin iktisatçıları tarafından “abartı” olarak değerlendirilmişti. Kasım ayı sonunda enflasyon oranın %  3,6 olması üzerine AMB’ nin uzmanları “Doğu Avrupalıların enflasyon sepetleri farklı” demeye başladılar. Polonya’da yaşanan enflasyon oranı diğer AB ülkelerine oranla daha yüksek olmasına karşın Doğu Avrupa ülkeleri ile karşılaştırıldığında ise alt sıralarda yer alıyor. Avrupa İstatistik Dairesi’nin verilerine göre kasım sonu itibariyle Çek Cumhuriyeti’nde enflasyon yüzde 5, Macaristan’da yüzde 6,9, Slovenya’da yüzde 5,8, Bulgaristan’da yüzde 13 ve Letonya’da ise yüzde 13,7 olarak gerçekleşti. Diğer Baltık cumhuriyetlerinde de enflasyon oranı Romanya’da olduğu gibi yüzde 10 civarında seyrediyor!. Bu durumdan anlaşılacak olan şu AB kendi içinde doğu ve Batı olarak  ikiye ayrıldı, Doğu Avrupa ülkeleri son yıllarda kaderine mahkum edilmeye başladı, nice ümitlerle girdikleri AB nin ekonomi üzerinde ki etkisi mikro ekonomik boyutlarda kendisini hissettirmedi sadece makro ekonomilerde gelişmeye yol açtı, bunun en güzel örneği de  Litvanya da zenginle fakir arasında ki farkın 90 kat artmasıdır. Yani AB ye giren Litvanya halkında zengin daha zengin fakir daha fakir hala geldi, bu durum toplum sal statüde tam bir uçurum oluşmasına yol açtı. Bu verilere dayanarak ekonominin de uçurumda olduğu anlaşılmaktadır.

Peki Türkiye AB nin neresinde?

Neresindeyiz AB nin, sınırında mı, yoksa sınırın biraz içerisinde mi? Ne yazık ki birileri çok gerisinde olduğumuzu düşünüyor ve halkında böle düşünmesine yol açıyor, yıllarca AB  ye muhtacız gibi bir intibah oluşturuldu  halk nazarında ve bu yönlendirmeye de halk en iyisini devlet bilir diyerek kandı. Türkiye ile Avrupa Ekonomik Topluluğu Arasında Bir Ortaklık Yaratan Anlaşma. 12 Eylül 1963 tarihinde imzalanmış. Anlaşma 4 Şubat 1964 tarih ve 397 sayılı yasa ile uygun bulunarak, 22 Ekim 1964 tarih ve 6/3820 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı ile onaylanmış, 20 Kasım 1964 tarih ve 6/3930 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı ile de 01 Aralık 1964 te yürürlüğe girmesi kararlaştırılmış. 1963 de başlayan bir macera ve yıl 2008 aradan 45 yıl geçmiş. aradan geçen bu süre zarfında AB nin kapısını çalmışız hep, ama AB bizi içeriye misafir olarak bile almamış ki herzaman kapıyı vurup geri dönmüşüz. hakkını yemeyelim son zamanlarda yapılan reformlarla üyelik süreci başlamıştır Türkiyenin, müzakereler devam etmekte, ve son zamnlarda 7 başlık askıya alındı. Tam bize kapıyı araladılar derken tekrardan kapı suratımıza kapandı. Peki neydi Avrupa  Birliğinin Türkiyeyi almama nedeni?. bu sorunun cevabını aradık mı hiç? Hala aynı yerimizde saydığımıza göre aramamışız. Türkiye çokmu Küçük bir ülke ? Hayır, ekonomisi çokmu kötü? Hayır, gelişme potansiyeli olmayan bir ülkemi? Hayır, jeopolitik ve stratejik olarak çokmu Önemsiz ve birliğe uzak bir noktada? Kesinlikle hayır. Peki ne? bunun cevabı çok kolay Avrupa Birliğinin Türkiye den çekinmesi, korkmak gibi bir ifade kullanmak istemiyorum evet çekinmek, Kültürü olmayan bir birliğe binlerce yıllık kökeni olan bir Milletin girmesinin verdiği çekince. Kısacası Türk Devletinin kendisinin farkında olmadığı ama diğer devletlerin çekincesine yol açan gizli heybeti. Evet bunun en güzel ifadesi bu olmalı. 700 bin nüfuslu ülkenin bile girdiği bir Birliğe 70 milyon nüfusu olan ve büyük çoğunluğu genç olan bir ülke neden alınmaz, hele hele de tam Asya ve Avrupayı birbirine bağlayan bir köprü  ise bu ülke. Çıkarını düşünse AB hemen alırdı ama çekincekeri çıkarlarının önüne geçti. Türkiye yıllardır bunun farkında değil ve zaman geçtikçe herşey AB nin lehine ilerliyor Türkiye  açısından. Avrupa Birliği daha Türkiyeyi kendi içine almadan kendi içindeymiş gibi yönlendirmeye başladı, bir ülke için ağır bir tabi olabilir ama zaman ilerledikçe Türkiye Avrupa Birliğinin Hemoganyası  altına girmeye başladı. attığımız her adımda onlara hesap vermemiz bunun en büyük kanıtı, kendi kanunumuzu yaparken acaba Birlik bize kızarmı kıssalarıyla yapıyoruz. Bizim özgürlük sınırlarımızı AB çizmeye başladı. Şu unutulmamalı AB ye girersek Birliğin kendi Polis gücünden neler göreceğiz, okadar sınırsız bir yapıları var ki bir devlet başkanı gibi adeta –Mahkemelere karı dokunulmazlıkları var (Nerde yargı dokunulmazlığı) – İstediği AB üyesinden istediği tutuklamayı yapar (Nerde kırmızı çizgiler) – İstediği telefonu dinler istediği @postayı çözer (Nerde kişisel özgürlük). Bizim göz altı sürelerimizi kurcalayanlar mahkemelere komisyon kurup gönderenler bize söylediklerini yapıyormu acaba, Türkiyede göz altı süresi 24 saat, ya AB ülkelerinde? İtalya son çıkardığı terörle mücadele yasasıyla gözaltı süresini sınırsız hale getirdi. Nerede Demokrasi?, nerde Hukuk?, nerde Özgürlük?. Bir soruda ülkemiz açısından soralım, Kendi içinde hukuku olmayan, demokratik sistemi olmayan, özgürlükçü yapısı olmayan Bir birliğin neyine muhtacız biz?. Avrupa Birliğinde egemenlik birlik konseyine aittir tüm ülkeler için. Ancak Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 6. maddesi derki ; Egemenlik Kayıtsız Şartsız Milletindir, hal böyleyken biz neden egemenliğimizi gerçek amacının ne olduğunu  bilmediğimiz bir oluşuma, konseye veriyoruz. Oysa ki bu ülke doğru irade ile yönetilebilse, iyi niyetli, zeki, ileri görüşlü, kurt devlet adamları tarafından yönetilse, inanın şimdiki olduğumuz noktanın kat kat üzerinde oluruz. Ve bu yolda kimseye ihtiyaç duymayız. Biz Avrupa Birliğiniden bir beden daha büyük bir yapıdayız, gücümüzü keşfetmedik ama edeceğiz, Avrupa Birliği dediğimiz yapının miladı dolmaya başladı, saten o eski albenisi yok, biz ne kadar istesekte onlar bizi hiç bir zaman istemeyecek, osmanlıyla baş edilmeyeceğini ataları çok iyi öğretmiş onlara belliki. İşte şimdi başta sorduğumuz sorunun cevabını verelimPeki Türkiye AB nin nersinde?İşte cevabı Gücünün farkına vardığı gün bir adım ilerisinde.

Yıllarca cazibe merkezi olan Avrupa Birliği amacını hala doğru düzgün lanse edememiştir. İyi niyetli bir oluşummu yoksa bazı küresel güçlerin elinde olan gizli sömürge imparatorluğumu? Sorular çok ama cevaplar herzaman gizli. Türkiyenin yıllardır sürdürdüğü AB politikası ne kadar başarılı oldu?. Avrupa Birliği hala Türkiyenin hazır olmadığını düşünüyor, belki doğruda düşünüyor, çünkü halk içinde ABye karşı ön yargılar her geçen gün artarak bir çığ haline gelmektedir,
halk AB ye girme konusunda ikiye bölünmüş durumda, ancak sorun şurada, burada bile bilinçli olamıyoruz, isteyenler neden istediğini bilmiyor, istemeyenlerde neden istemediğini bilmiyor. Halk için gazetelerin köşe yazarları ne yazıyorsa o doğrudur, halkın kaderi okuduğu gazetenin kaderi aslında. AB sadece bir buluttan ibaret, yıllarca çokkültürcülük, özgürlük, demokrasi, hukuk üstünlüğü manifestoları hazırlayan, çığırtkanlığını yapan AB son zamnlarda bunların gerçek olmamasının görülmesi üzerine eski altın çağlarını kaybetmeye başlamıştır. Türkiyede burada doğru kararını vermelidir, güneşini doğru seçmeli gerçek iradesi nüks edip kökenini ideol alırsa güneş her daim arkamızda olur, bizde sadece gölgemizi takip ederiz. Güneş diye gidip AB ye sarılırsak onları herzaman tepemizde görürsek işte o zaman gölgemiz ayaklar altında olur. Bir ülkenin kaderini değiştirmek çok zordur, bir ülkenin kültürünü yok etmeye çalışmak çok zordur, insanını asimile etmek çok zordur hele helede bu ülke Türkiyeyse dahada zordur, ama hiçbiri imkansız değildir. Bu  ülkenin göstereceği iradeye bağlı, ülke insanının göstereceği egemen duyguya bağlı. Aslında özendiğimiz yerlerin  bizden kötü durumda olduğunu bilmek o kadarda zor değil. Evet şimdi soruyu değiştirebiliriz “ Avrupa Birliği Türkiyenin Neresin de? “

MUSA TOSUNOĞLU