Sizlerce de malumdur ki altının değerini sarraf olan anlar. Altının kıymetini nasıl ki bir çoban anlamıyorsa, Osmanlının manevi yönünü bugün bir çokları anlayamıyor. Osmanlıya haksız yere dil uzatmaktan geri kalmıyorlar. Osmanlı devleti hem zahiri yani yönetim biçimi olarak hemde batıni yani manevi yönü olarak bir sanat eseridir.
Yükselme devri manevi mimarlarına baktığımızda bir Zembilli Ali Efendiyi görürüz. Adının neden Zembilli Ali olarak anıldığı hakkında malumat vercek olursak. Bu Mübarek zat her gün evinin penceresinden bir zembil sarkıtırmış, sorusu olanın yazması için. Vatandaş da her gün sorusunu sorar ve cevabını alırmış. Bizim Türk milletinin biraz çekingen olduğunu koskoca bir Şeyhülislamın huzuruna çıkıpta soru soramayacağını bilen Zembilli Ali efendinin çok hoş ve yerinde bir uygulamasıdır, bu Zembil sarkıtma meslesi.Bu mübarek zat 2. Beyazıd, Yavuz Sultan Selim ve Kanuni Sultan Süleymandevrinde Şeyhülislamlık yapmıştır. Toplamda 24 yıl Şeyhülislamlık yapacak kadar bilgili donanımlı ve tavazu sahibi ve halkın çok sevdiği veli bir zat idi. Yavuz Sultan Selim han gibi bir padişaha bile yeri geldiğinde dik durabilecek kadar cesaretli ve gözü karayken, çocuklarla anlaşıp luzumsuz sorulara bile bıkıp usanmadan cevap verecek kadar merhametli ve sabırlı bir insandı. Yavuz padişah bir defasında bir çok memuru idama mahkum eder.
Bunu duyan zembilli sebebini sorar Yavuz Padişah ta hocam vazifelerinde aksaklık yaptılar taviz verdiler der. Ama hoca buna karşı çıkarak “azaba duçar olursun” diyeyere Yavuz Padişahın memurların başını vurdurmasına müsaade etmez. Bu kıssa bir çoklarını hayrette bırakır. Bırakmaması da imkansız, bugün sıradan bir yöneticiye bile altında olan kişi yaptığı yanlışı söyleyemezken Zembilli koskoca 3 kıtaya hükmeden bir devletin en celalli padişahına yeri geldiğinde karşı çıkıp onu durdurabiliyordu. İşte mimarlık budur dalkavuklara duyrulur. Sonra yine Yavuz padişah zamanında göze çarpan bir diğer alim zat da İbni Kemalpaşazade dir ki bu hak dostu ilk başlarda bir asker olmasına rağmen askerlik görevini bırakıp, İslami ilimlere yönelmiş ve çok güzel başarılar elde etmiştir. Kemalpaşazade ile alakalı da hoş bir kıssa vardır. Mısır seferinden dönerken Kemalpaşazadenin atının ayağından sıçrayan çamur Yavuz Sultan Selimin kaftanına gelir. Kemalpaşazade utanır, üzülür, e koskoca Osmnlı devletinin padişahı ki sıradan bir padişah da değil devlet sınırlarını 2 milyon 700 bin kilometre kareden 6 buçuk milyon kilometre kareye çıkaran Yavuz padişahın kaftanına çamur sıçratmıştır. Bu olay üzerine Yavuz Sultan Selim ulemanın atının ayağından gelen çamur kaftanımın süsüdür der ve ekler; vasiyetimdir ben ölünce bu kaftanı tabutumun üstüne serile diye buyurur.
Saçmalıklar dizisi olan Muhteşem Yızyıl adlı dizi ile bile lekeleyemedikleri Kanuni Sultan Süleyman devrine baktığımızda Ebussuud Efendiyi görürüz. Ebussuud efendi ki hızıyla baş döndürecek kadar çalışkan ve pratik bir insandı. Ebussuud efendi verdiği fetvalarla ünlüdür, kendisi Kanuniye bu ismin verilmesine vesile olan veli zattır. Muhteşem rezalet serisine cevap olarak Kanuninin vasiyeti olan sanduka kıssası yeterlidir. Peki nedir bu sanduka hikayesi bilirmisiniz? Kanuni Sultan Süleyman vefat eder. Tam defin edilecekken saray ağalarından biri kabre yaklaşır ve Kanuni’nin yanına bir sanduka koymak ister. Bunu gören Kanuni’nin hocası ve aynı zamanda Şeyhülislamı Ebussuud efendi caiz değil diyerek saray ağasına itiraz eder. Fakat ağa ısrarlıdır, padişahımızın vasiyeti der başka bir şey demez. Ebussuud efendi ver bakalım sanduka da ne var deyip uzandığı vakit sandukayı alırken yere düşürür ve içinden kendisine ait fetvalar çıkar. Bunun üzerine ya Süleyman sen kendini kurtardın bakalım biz ne yapacağız der. Ebussuud efendi gibi ehl-i sünnet alimlerinden birinin fetvalarının sınırlarına çıkmayan bir padişahın çok afedersiniz okçuruna düşkün biri olarak lanse edilmesi kabul edilemez bir durumdur. Yahu canım alttarafı bir dizi diyenler varsa içimizden o diziler yüzünden ne ahlak kaldı ne aile düzeni. Siz de bilirsiniz ki dizilerde kocasını aldatmayan kadın yoktur. İslamın ana dediği nesneyi aşifte yapan bir televizyonculuk zihniyetinden, bizler Padişahlarımızı övmesini beklemiyoruz dil uzatmasalar bu bizim için yeterlidir. Bizim sevgili din kardeşlerimizde yahu ben o diziyi izlemiyorum sadece o kanalı izliyorum diyor. Bu kirli emelleri olan adamların popülaritesini biz artırmazsak bu adamlar buna cesaret edemezler. Dedikten sonra Kanuninin bir kıssasını daha eklemek isterim. Birgün sarayın bahçesinde Kanun otururken. Meyva ağaçlarına karıncanın dadandığını görüp, Hocası Ebussuud efendiye bir dörtlük yazar günümüz terkçesine çevrilmiş hali;
Meyve ağacına dadanınca karınca,
Acep günah olur mu onu kırınca.
Der ve hocasından da şu cevabı alır.
Yarın hakkın huzuruna çıkınca,
Süleymandan hakkın alır karınca.
Evet gördüğümüz gibi bir karıncayı dahi incitmeden önce hocasına danışan bir padişah nasıl olurda yataktan çıkmayan, kadın düşkünü ve şehvi duygularına yenik olan bir sapık olarak anlatılır akıl alacak iş değil. Kendi ayıplarını rezilliklerini Padişahımız yapmış gibi gösterenlere karşı İslam kurallarına bağlı Osmanlı torunu olmakdan başka çaremiz yoktur. Yarın bizler de birer aile mimarı olacağız şimdiden eğitim ve ahlak malzemesinden çalarsak üst katlar yani evlatlarımız ve evlatlarımızın oluşturduğu toplumlar depremsiz mücadelesiz kendi başına yıkılır gider.
Manevi mimarlarda gözümüze çarpan bir diğer önemli husus tasavvuf ehli olmalarıdır. Yani zikirle fikirle hareket eden insanlardır. Önce islamın zahirini görünen yüzünü ibadet kısmını halledip sonra islamın iç dünyasına kalplere yani ruha ve manaya yönelmiş kişilerdir. Mimarlığın en önemli branşı madde ötesi mimarlığıdır. Az öncede bahsettiğimiz gibi bizler birer aile reisi olabiliriz bir baba/ana olabiliriz, ama bunun hakkını verebilmek ayrı şeydir. Yani biyolojik ebeveynlikden ziyade evlatlarını güzel eğiten, onları islam ahlakı üzerine yetiştiren ebeveynler olmalıyız bu gerçekden büyük ve yüce bir mimarlıktır. Bu mimarlığı yapabilmek için tıpkı bahsettiğimiz ulemalar, alim zatlar gibi bizlerin de İslamın zahirini fıkhi meselelerini tez vakitte halledip mana alemine yönelmemiz lazım gelmektedir. Bunun başka yolu yoktur.
Huzurlu mutlu ve verimli bir gelecek için bu görevin ciddiyetini anlayıp Osmanlının Manevi Mimarları gibi gecemizi gündüzümüze katıp, yorulmadan Hak yolun zaferi için çalışmalıyız. Allaha emanet olunuz…
MAYIS 2011 Ahmet Serdar AKDENİZ
Yorum ve eleştirilerimi şahsınızı hedef alarak ikna etme düşüncesiyle yazmamıştım.
Siz makalenizde somut konu hakında, tarihe de atıfta bulunarak, aldığınız öğreti ve bilinç çerçevesindeki bir bilgiyi paylaşmışsınız.
Elbete ki maksadım, sunmuş olduğunuz bilginin yanlışlığını dile getirmekten başka bir şey değildi.
Tarih ve yaşanmışlık, matematik formüler gibi 2.2 o halde eşitir 4 tarzında açıklanamaz. Yönteminiz de yanlış, “Delil getiremez…” mişim ve siz bunu “bilir” mişsiniz?!.. Adamın el yazısını bile göstersem size, siz yine inanmaz, “Dur bakalım, önce bir karbon testi yapalım doğru mu, o tarihe ait ve bir de parmak izi var mı?” dersiniz.
Haşa gücüm yetse de hayata döndürsem ve kendi ağzıyla da itiraf etse, bu kez de “Yok canım ben sizin anladığınız manada anlamadım, bağlamı farklı..” der, yine de itiraz edersiniz.
Yukarıda belirtmiş olduğum gibi, sizi ikna için zaten uğraşmadım. Gitiğiniz yola karışmak, oradan tutup çevirmek hadim de değildir, niyetim de…
Kuşku yok ki sonunda öncekilerin olduğu gibi herkes Rab’bine dönecek ve yaptıklarının hesabını O’na verecek. “Eğriler ve Doğruların” ne olduğunu “O” bildirecek.
Biraz uzatım yine:)
Selametle, hoşçakal.
Ben Yolumdan Memnunum Net bir delil getirmenizi isteme sebebim asistanım olduğunuzdan değil getiremeyeceğinizi bildiğimdendi. Neyse ben yolum ve davamdan gayet memnunum. Hayırlı Günler size.
Ahmet bey! Ben, sizin asistanınız filan değilim. Kendiniz araştırın, kendiniz bulun. Yok filan kişinin kendi kitabından olacak mış, cilt, sayfa no.su verecek mişim… Paragraf ve sıra nosu da vereyim mi?
Siz hiç gördünüz mü bir kişi bir kitap yazacak da kendi eserinde kendini karalayacak?.. Siz tarih ve yaşam denen bir şeyin varlığına
inanmıyor musunuz?
Zaten bu işler hep böyle olur. Bir kişi kalkar bir şeye inanır ve yazı yazar ya da söyler; karşısına biri çıkıp da der ki, “Bu senin dediğin gibi değil, anlatığın doğru değil” Sonra bir şeye inanan kişi der ki, “Madem öyle, sen doğru söyleyenlerden isen bana kanıt göster” Muhalif der ki “Buyur işte kanıt!”
Ancak, işin doğası gereği bir şeye inanan kişi de der ki: “Ben bunu kanıt olarak kabul etmiyorum!” ve ferman buyurur “Benim kaynağımın içinden olmazsa, benim ehven bidiğim bahçenin üzümünden olmazsa inanmam, yemem!”
Değerli kardeşim! Var sen bildiğin gibi tarzda yürü, inandığın gibi devam et. Ben söyleyeceğimi söyledim. Gerisi kendinizin bileceği bir iştir.
İster bir hamlede kele koparan Sultanlara hayranlık duyarsın, ister kendi meşrebinden olmayana yaşam hakı tanımayan fetvacı yobazlara…
ben sizden M.Ertuğrul Düzdağ dan örnek istemedim Ebusud Efendinin kendi kitaplarından örnek verin dedim farkındaysanız.
Yitik Hazine kitabı benim için bir ölçü olamaz yazarın atmadığını ne bileyim ? ben sana Ebusud kendi Tefsirinden veyahuta Fetvalar kitabından örnek ver diyorum; diğer fetvalarına katılırım fakat belinize kuvet kısmına katılmıyorum. Diğer fetvalarını da bağladığı yer önemlidir bizim için. sen beline kuvet dediği kısmı Hangi Kitabında olduğunu yaz yeterli benim için.
Neden M.Ertuğrul Düzdağ’ı kaynak olarak verdiğimi anlamışsınızdır herhalde?
Yoksa onun tasavufi yöntemine, yol seçimine, gidiş istikametine katıldığımdan değildir. Ben öyle bir öğretinin adamı olmadım.
Yani “Şu”cu “Bu”cu, “Şundan”cı, “Bundan”cı değilim. Hani yanlış tanımayasınız diye yazıyorum bunları ki, istemeden de olsa sanki sizi aldatmış gibi olurum diye..
Aslında siz bir mezhepten bahsetmeseydiniz, onu dahi söylemezdim; çünkü etiket göstermek, ya da bir başkası tarafından etiketlenmek gücüme gider, zül gelir bana.
“Zorlaştırmayınız, kolaylaştırınız; nefret etirmeyiniz sevdiriniz”
“..İnanıp, iyi işlerde bulunanlar, birbirlerine hakı (gerçeği) ve sabrı (tahamül) tavsiye ederler…” (ki onlar ziyana uğramazlar)
Niyetim sizi kırmak-incitmek değil, işte budur kardeşim.
Sizi kırmak içimden gelmedi, hadi uğraştırmayayım; Kaynak da vereyim (Bir sürü var da ben bir tanesini seçtim)
“Şeyhülislâm Ebusuûd Efendi’nin Fetvâlarına Göre Kanunî Devrinde Osmanlı Hayatı, (araştırma) 5.b. 2006, Yitik Hazine (Kaynak) y. 326 s.” Mehmet Ertuğrul Düzdağ:
Biyografisi: 20 Kasım 1941 tarihinde Bursa’da doğdu. Baba tarafı, 93 (1877) Rus Harbi sırasında Lofça’dan ve Lofça’nın Düzdağ yaylasından gelen, ana tarafı Yenişehir’in yerlisi olan bir ailenin çocuğudur.
İlkokulu Yenişehir ve Bursa’da okudu. Haydarpaşa Lisesi’ne yatılı olarak devam eti (1953-59). İstanbul Edebiyat Fakültesi’nin Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü’nü bitirdi (1965). Lisenin birinci sınıfından sonraki yılarda, o sene edebiyat dersine gelen – Medine kadısı Halim Efendi’nin oğlu, Mehmed Âkif Ersoy’un talebesi, Birinci Milet Meclisi zabıt kâtibi ve MÜ İlâhiyat Fakültesi “Tasavuf “ ve “İrşad” dersleri hocası – Mualim Mâhir İz Bey’in (1895-1974) sohbetlerine devam eti; hizmetinde bulundu.
Bu sayede müslümanca düşünmeye ve yaşamaya başladı. Fakülte yılarında haftalık Yeni İstiklâl gazetesi ile basın hayatına girdi (1960). Şûle dergisinin neşrinde çalıştı ve yazdı (1962). İlim Yayma Cemiyeti’nin “İmam-Hatip Okulu’nu bitirme imtihanlarına dışarıdan girecek olan din adamları için” açtığı kurslarda Türkçe dersi verdi. Miliyetçiler Derneği ile Mili Türk Talebe Birliği’nin faliyetlerine, Risâle-i Nur hizmetine, zamanın tanınmış ilim ve fikir adamlarının sohbetlerine devam eti
İncelemeleri ve Osmanlıcadan Latin harflerine çevirerek neşre hazırladığı kitaplarla tanındı.İstanbul ve Bursa’da, İslámcı faliyetlerde bulunan Miliyetçiler Derneği’nin çalışmalarına ve Risále-i Nur hizmetine katıldı. Marmara Üniversitesi İláhiyat Fakültesi Vakfı içinde “Mehmet Ákif Araştırmaları Merkezi”ni kurdu. Burada yayınlar yaptı, konferanslar düzenledi ve öğrencilere Safahat dersleri verdi. Bir dönem Zaman gazetesinde
köşe yazarlığı yaptı.
“Şeyhülislâm Ebusuûd Efendi’nin Fetvâlarına Göre Kanunî Devrinde Osmanlı Hayatı, (araştırma) 5.b. 2006, Yitik Hazine (Kaynak) y. 326 s.”
NOT: Başka kaynak istemeyin vermem, bir zahmet kendiniz araştırıp bulunuz; çünkü yazıyı yazan -Güya güzelikleri öven- sizsiniz.
Bir konferansta konuşmacı olarak katıldığınıza göre, hangi cilt sayfa numaralarında böyle fetvalar verdiğini kendiniz bulabilirsiniz.
Ve diyorsunuz ki, “Şiler bizim, yani Ehl-i Sünet’in -Hanifi mezhebindenim- eşlerimizi, kızlarımızı cariye olarak görüyorlar da kendi fetvalarını bizim hocalarımız vermiş gibi gösteriyor olmasınlar sakın…”
Bu sözleri söylemeden önce ağırlığını tartınız mı acaba? Ne kadar itici, dışlayıcı ve düşmanlık hisi uyandırıcı olduğunun farkında mısınız?
Maşalah! Eski tarihlere giderek Ebusud’u rahatsız etmeye, eleştirmeye gerek kalmadı.
Ahmet bey! şu dünyada bir tek Hanifi mezhebinden olan siz değilsiniz. Size bu yorum ve eleştirileri yapan kişi de Hanefi/Maturidi öğretisi üzere acizane dünya hayatına devam etmektedir. Siz bu tavrınızla bu ekolü temsil etmiyorsunuz.
Farkında olmadan kendinizi Hanefi sanıp, daha çok Vahabi/Selefi anlayış üzere gitmektesiniz.
Neyse, bunları tartışacak değilim. Siz ile de ben “Şu”yum! dersiniz ve diyeceksiniz ki bunun sonu gelmez. Ne olduğunuzu söylüyorsanız öylesiniz diye kabul etmekten başka bir çarem olmayacaktır. Peki kabul.
Ayrıca daha önceki yorumlarımda başka husulara da değinmiştim ama bu konuyu daha çekici bulmuş, diğerlerine cevap vermemişsiniz.
Bir şey daha, size kardeşçe tavsiyem şudur: Düşmanlıkları, ayrılıkları ve kini körükleyecek konular yerine; muhabeti, dostluğu ve sevgiyi doğuracak konular seçiniz. Bir ikinci tavsiyem de, zehirli kaynaklardan su içmeyiniz, zehirli yemeklerle beslenmeyiniz; Kur’an’ın arı duru pınarlarından su içip, onun sunduğu pak sofranın yiyeceklerinden, yemişlerinden yiyiniz. Selametle.
Bu kişileri seçmiş olmamın özel bir sebebi yok Mili Türk Talebe Birliğinde verilen konferansa konuşmacı olarak davet edildim ve bu konu hakında konuşmam istendi. O yüzden bu Güzel Şahsiyetler hakında yazı hazırladım. Ebusud Efendi ehl-i sünetin büyük alimlerindendir. en alta verdiğin fetvaların hangi kitabında olduğunu yazarsan bizde inceleyip öğrenmiş oluruz. Aleviliğe Caferiliğe Şiliğe karşı olması onun belinize kuvet felan demesini gerektirmez Ebusud Efendinin kitaplarından bulup yerlerini söylersen araştıracağım. eğr ki belinize kuvet demiş ise ben bu adamın yolundan gitmeyeceğim. Alevilerin Malarını namuslarını helal sayma hakındaki fetvasının sayfasını da ver araştırayım neye dayandırmış. ayrıca şi ler bizim yani Ehl-i Sünetin (Hanfi Mezhebindenim) bizim eşlerimizi kızlarımızı cariye olarak görüyorlar kendi fetvalarını bizim hocalarımız verdi gibi gösteriyor olmasınlar ? Alevilerin kestiği yenilir mi konusuna gelince ise Hz Ali peygamber olacaktı cebrail şaşırdı demeyen Alah dünyada Hz Ali ile zuhur eti demeyen kısacası Alaha ve Peygamberimize inanıp ayetleri ve sahih hadisleri koşulsuz kabul edenin kestiği yenir alevi de olsa süni de olsa ama önemli olan başında besmele çekmem Alah adı ile Alah için kesmek. yani Ebusud Efendi değil büyük sahabeler de olsa besmelesiz bişe keseler yada Alah rızasından başka birşey için mesela bir evliya yada bir sevdiği için keseler yenmez o hayvanın eti. yenmesi için Alahın adi ile yani besmele ile kesmek yada vurmak lazımdır der büyüklerimiz. Siz kitapların cilt ve sayfa sayısını gönderirseniz sevinirim.
Koca Osmanlı tarihinde bula bula bunu mu buldunuz? Neden böyle şaibeli ve sivri karakterleri çekip çıkarıp methiyeler diziyorsunuz? Bu seçimlerinizde özel bir maksat mı var, yoksa bilgisizlik mi var valahi anlayabilmiş değilim.
Kendiniz de yazmışsınız: “Yavuz padişah bir defasında bir çok memuru idama mahkum eder.
Zembili sebebini sorar Yavuz Padişah ta “Hocam vazifelerinde aksaklık yaptılar taviz verdiler der.”
Ama hoca buna karşı çıkarak “azaba duçar olursun” diyerek Yavuz Padişahın memurların başını vurdurmasına müsade etmez.
Hadi Zembili gibi insaflı biri çıkıp da engel olmasaydı?…
Adeta Tanrı yetkisi kulanan, asıp-kesen bir güçlü sultan ve böyle birinin idare etiği bir devlete yaşama arzuzu mu var?
Valahi de, bilahi de şaşkın bir haldeyim. Yazdıklarınızdaki özü kavramakta sıkıntız mı var, yoksa ben mi anlayamıyorum?
Ha neden sizi eleştiriyorum? Şundan değerli kardeşim, siz sadece tarihi bir bilgi sunmakla kalmıyorsunuz, şayet o kadarla kalsaydınız en küçük bir laf etmezdim. Bir de kalkıp övgüler yağdırıyorsunuz ki işte bu zoruma gidiyor, işte bu yaklaşımınıza isyan ediyorum.
Ebu Sud Efendi’yi acizane olarak bir de ben tanıtayım, “HOCA ÇELEBİ” olarak da bilinir, tam adı MEHMED EBUSUD EL-ÎMADI (Doğ. 30. Aralık 1491 İskilip; Öl.. 23 Ağustos 1574 İstanbul), Osmanlı şeyhülislamı, fıkıh ve tefsir bilginidir.
Osmanlı şeyhülislamları arasında verdiği fetvalarla ünlüdür. Ebusud Efendi, özelikle Batınilik ve Şiliği benimseyen mutasavıf ve alimlere karşı olmuştur.
Şeyhülislam Ebusud Efendi’nin, Yunus Emre ve arkadaşlarıyla ilgili bir soruya verdiği cevap şöyledir:
Soru- “Bir zaviyenin mescidinde eşhas-ı muhtelife ile oğlanlar muhtelit olup, envai teganiyat ile tevhid ederler iken kelime-i tevhidi tağyir edip, gâh dilmen, gâh canmen ve gâh; deyüp ve gâh,
Sen bir ulu sultansın/ Canlar içinde cansın/Çün âyân gördüm seni/Pinhan kayusu değil,/ Cenet cenet dedikleri/ Bir ev ile birkaç hûri/ İsteyene ver sen anı/ Bana seni gerek seni
Demektedirler, ne yapmak gerekir?”
Sorulan soru özetle şöyledir: “Bir zaviyede karışık kimseler toplanıp, müzik eşliğinde Yunus Emre’nin yukardakine benzer deyişlerini okurlarsa ve teke şeyhi bu durumu savunursa ne yapmak gerekir?” Şeyhülislam fetva verip buyurur:
Cevap- “Evza ve akval-i mezbure kemal mertebe fuhuş olduğundan gayri, cenet hakında söyledikleri kelime-i şenia küfr-i sarihtir. Katileri mübahtır. Şeyhleri olan bîdin, hikâyet olan ef’al ve akvâl men’e mübaşeret olunmazsa dahi ne lâzım gelür demekle kâfir olduğundan gayrı o kabahiyi ibadet kabilinden adedüp âyet-i kerimeyi ana delil getirmekle tekrar kâfir olur. Ve bu itikatan rücu etmezse katileri vâcip olur.“
Yani, Ebusud Efendi tarafından, kadınlı-erkekli ve müzikli bir ibadet biçimi “fuhuş“ olarak nitelendirilmekte, Yunus’un tasavuf içerikli deyişleri bile anlaşılmak istenmemekte ve bu yolda gidenlerin katlinin şer’an helâl olduğu yolunda fetva vermekten çekinmemektedir. Onların Ebusud Efendinin gözünde KARINCA kadar değeri bulunmamaktadır.
“Kızılbaşların (Ca’feri, Alevi, Şi) canları, maları, namusları size helaldir” diye fetva veren kişidir.
“İster okla, ister mızrakla, ister bıçakla olsun alevilerin kestiği murdardır, yenilmez” diyen yobazdır
“Elimize geçirdiğimiz alevi kadınlarını ne yapalım?” sorusu üzerine ”Belinize kuvet!” diyebilen bir rezildir.