Irkçılık nedir, ne zaman ortaya çıkmıştır? gibi soruları çoğaltabiliriz. Bilim adamları ilk insanların 350–500 milyon yıl önce Afrika da yaşadığı, buna karşılık ırksal farklılıkların ancak 100 bin yıl önce ortaya çıktığı konusunda birleşiyorlar. Böylece insanların aynı kökten türediği, önce Eskidünya’ya ardından da Yenidünya’ya yayıldığı öne sürülmektedir. Asıl yurtlarından uzaklara göç edince insanlar arasında farklılaşmalar doğdu.

Sponsor Bağlantılar

Değişik fiziksel özellikleri olan halklar ya da ırklar oluştu. Irkçılık, Irklar arasındaki fiziksel farklılıkların insanların yeteneklerinde farklılıklar yarattığını ve bazı ırkların ötekilerden üstün olduğunu savunan görüş ya da ön yargıdır. Bu görüşler insanları derilerinin rengine göre beyaz, siyah, sarı, esmer ve kızıl olarak ayıran sınıflandırmaları temel almıştır. Fransız etnoloji uzmanı Joseph Arthur Gobineau (1816–82) ve sonradan Alman uyruğuna geçen İngiliz siyaset bilimcisi Houston Stewart Chamberlain (1855–1927) ırklar arasında bir sınıflandırma yaparak, bunu beyaz ırkın üstünlüğünü kanıtlayacak bir kurama dönüştürmek istediler. “Ari ırk” kavramını ortaya atarak, bu ırkın insanlığın gerçekleştirdiği tüm uygarlıkların tek yaratıcısı olduğunu savundular. Bu tezler Batı Avrupa’da ırkçılığın körüklenmesine yol açtı. Bugün artık önemini yitirmiş olan bu savlar arasında beyaz ırkın, başka ırklarla karışmadığı sürece gelişeceği de vardı. Bu türden değerlendirmelere dayanan ırkçılara göre, beyaz ırktan olmayan insanlar geri zekâlı, yeteneksiz ve ahlaksızdır. Irkçılar kendilerinden aşağı gördükleri insanlara karşı ayrımcılık uygular, onlara hak ve fırsat eşitliği tanımazlar.

Irkçılığın tarihi serüveninde de görüldüğü gibi insanlar sürekli bir farklılık peşinde olduğunu göstermektedir. Elbette insanlar değişik arayışlar içerisinde olacaktır, elbette ki farklı bakış açılarına sahip olacaklardır. Çünkü en güzel şey: insanların farklı düşünebilmesidir. Farklılıklar: Zihni, çevreyi ve dünyaya bakış açısını değiştirir ki, bu da olması gerekendir. Şöyle bir dünya düşünün. Tek düşünen, tek yazan, tek yöneten, tek renk, tek tip… Böyle bir dünya’da kim yaşamak isterdi?  Yaşanılması en zor dünya olurdu benim için. Çünkü yaşamı güzelleştiren ve renklendiren farklılıklardır. Farklı düşünen, farklı zihni yapıya sahip olan bir dünya yaşanılır bir dünyadır. Böyle bir dünya varken, neden insanlar “IRKÇILIK” yapar? Sorusuna verilecek cevap kısa ve öz, “KOMPLEKS”. Kompleksli bir toplum sürekli bir farklılık peşinde olur. Nedeni de şudur: kendisinde var olan eksikliği kapatmak için başka ırkı küçümser. Bu duruma sosyologların verdiği cevap: “SAVUNMA MEKANİZMASI”.  Evet, yukarda da görüldüğü gibi biz insanlar farklılığı bile kendimize çok görmüşken ve bu karmaşadan bir çıkar elde etmek için bir şeyler beklerken, DOĞA her bahar bize bakıp güler. Ormanlara hiç dikkatlice baktınız mı ya da renga renk bir çiçek bahçesine hiç gittiniz mi? Ben gittim ve o güzel kaynaşmayı, ahengi, sevgiyi, birleşmeyi, barışı, huzuru… Her şeyi orda gördüm. Biz insanların yapamadığını, bir türlü elde edemediği her şeyi doğa bize yansıtıyor. Yaşanılması imkânsız olanı bile yaşanılır hale getiren doğaya bile “IRKÇILIK” yapmışız. Nasıl mı? Doğayı yakarak, keserek, kirleterek, renkleri tek tipe indirerek… Yaptık ve yapıyoruz. Tüm bunlara karşın doğa tüm gücüyle “IRKÇILIĞA” hayır demeyi her bahar renga renk çiçekleriyle, yapraklarıyla, cıvıltısıyla… Bize tükenmeyeceğini gösteriyor.

Renga renk bir dünya bize göz kırparken, bize düşen görev: doğayı en güzel şekilde örnek alarak, hem doğayı hem de insanları tek bir çatı altında tek düşünen olarak değil, farklı düşünen, söyleyen, bakış açısına sahip olan… Bir dünya için toplumsal barışa EVET demeliyiz.

Vesselam

Hamza KILIÇASLAN