Ali Sekülü

Zaman, zaman latife yapmaktan hoşlandığını söylerler, yüce peygamberimizin. Bu vesileyle de dillerde anlatılan hadiselerden bir tanesi bize şöyle anlatılır.
Peygamber efendimiz, çok yaşlanmış hanımefendiler efendisi, sahabelik şerefine nail olmuş bir annemizle sohbet halindedir. Mübarek annemiz; Allahın resulüne çok yaşlı olduğu için bir türlü Allah’a ve Resulüne layık olabilecek ameller işleyemediğinden yakınmaktadır.

Sponsor Bağlantılar

Annem

Sen, bilinmez meşhurun, sır küpü aziz varlık!
Kendi övülmüş iken, seni övmüş Peygamber.
En sevgili Nebi’nin, o eşsiz fedakârlık,
Sıfatı canın olmuş, kokunsa miski amber.

                                            Muammer Bilim

Tabi bizler, o annemizin her ne kadar ismi ben cahil tarafından bilinmese de, yüksek bir şahsiyet olduğunu biliyoruz. Çünkü yüce peygamberimizin nazar ve eğitimlerinden geçme şerefine nail olmuştur. Ne kadar büyük şükür ve ameller içinde olsa da “ Tevazu fetih eder, Fettah babını ”  kelamının aslına nail olarak, yokluk penceresinden baktığına inanıyoruz. “ Ben bir koca karıyım, benim neyim olabilir ki kocaman Allah için, benim bu yaşlı bedenimle yaptığım amel ve ibadetler bir işe yarar mı ki? ” şeklindeki düşünceleri; Ancak miraçta “ Habibim ( En Sevgili kulum ve peygamberim ) bana ne ile geldin? ” hitap ve sorusuna, güzeller güzelinin; “ Ya! Rabbim sana sende olmayanla geldim. Yokluğumla geldim, aczimle geldim, noksanlarımla geldim ” cevabını, gönül şehrine kazımış, nakış etmiş böyle bir sultanın, sahabe annemizin dilinden dökülebilirdi.

Allah’a ve Resulüne layık olabilecek ameller işleyemediğinden yakınan annemize peygamber efendimizin verdiği cevap ise “ Anne sen bu yaşında cennete giremezsin ” olmuştur.

Cennete girememek ve bu sebeple de dünya arkadaşları sahabelerden ve en sevgili peygamberden ayrı kalma korkusu bedenini sarmış. Bu korku nasıl bir korkuysa? Sanırım fotoroman aşklarında bile olsa sevgiliden ayrı kalanlar bir nebze anlarlar. Bu korkunun aslındandır ki, Cennet nimetlerinden ayrı düşmek ya da Allah korusun Cehennem azabı korkusunun zerresini bile hissetmemiştir. Bu arada ayrılık korkusu saran bedenindeki o anlık, o dem içindeki ateş kim bilir aradaki ne büyük mesafeleri yakarak yok etmiştir. Malum ayrılıkta ateş, ateşte aşk vardır. Bizim bildiğimiz en hızlı Burak, sevgiliye götüren vasıta ise dillerde söylene gelen aşktır.

Her bir âşık vâsıl olmaz yârına
Berdâr olmayınca vuslat darına
Pervâne-veş düşüp aşkın nârına
Mansur gibi yanıp kül olmayınca

                                   Salih baba

Salih baba’nın dizelerinden de anlaşılabileceği gibi fotoroman aşkları ile bir sonuca ulaşılamasa da, hakiki aşk ateşine düşenler, Yar ile dost olmuşlardır. Salih baba, önce ayrılıktan sonra oluşan vuslat özleminden çekilen acıyı darağacına, vuslat darına asılmaya ( berdar olmak ) benzetmiştir. İkinci benzetmesinde ise pervane, kepenek, kelebek nasıl ateşe koşarsa, uçarsa ve atıp da kendini o ateşte yanarak yok olursa; Hak talibinin de ayrılık özleminin acılarını yaşarken, insana ait nefsi arzularının yanıp yok olmasını yani kalpte ki yerlerini terk ederek yerine Allah sevgisinin doldurmasını tarif etmiştir. Bir delikanlı, bir dilbere aşk duyduğu zaman bile her türlü güzelliğe karşı kör olur, gözü sevgilisinden başkasını görmez değil mi? İşte yine Salih baba, bize bu noktada Hallaççı Mansurun da Öyle bir Allah aşkına düşerek, o aşkın bütün arzuları yok ettiğini haber vermiştir. Kim bilir, belki de çoğumuzun ömrünün bir bölümünde bir sevgiliye yanmamız, bu gerçekten haberdar olmak içindir. Ama genelde sevdiğimiz güller solarlar. Eğer kalbimizi solmayacak güle verseydik, artık o kalbe, yardan başka bir şey ebediyen giremeyecekti. Belki de sahabe annemize, böyle bir sevgiliden olacak muhtemel ayrılığın kokusu bile yetmiştir.

Yardan ayrı kalacağı korkusu ile bir anda mahzunlaşan ihtiyar annemizin, o an, içinde mahzunluğu ile ulaştığı derin olgunluk her ne ise, hemen ardından peygamberimiz, devam etmiştir.

“Anne sen bu yaşında Cennete giremezsin, ancak otuz üç yaşında Cennete gireceksin ” diyerek, onu müjdelemiş ve sevince boğmuştur.