Dokunmayın bana ne olur, dürtmeyin uykuya dalmış hayallerimi. Sessizliğe gömmeliyim bütün duygu ve düşüncelerimi… Anlatmak istesem de; kesilen viyaklamasıyla, boşa çırpınıyor isteklerim. Bir bebek misali; nazlanmak arzusuyla ovuşturuyor düşlerini serkeş gönlüm. Kılıç-kalkan oynuyor ruhumla nefsim. Yenilen yok, galip yok… Tutup kaldıramazsınız havaya birinin yumruğunu. Ortada kalır kendi elimde sandığım kaderim.
Ruhumun kapısını araladım bugün. Çeyiz sandığı misali; serdim önünüze simli emellerimle, rutubet almış ahlarımı. Motif motif gözyaşlarımı, ilmek ilmek vahlarımı… ”Tıpkı ben” dedirtecek sözler var satırlarda. Armağan olsun buda benden, okuyup da anlayana…

Sponsor Bağlantılar

Benliğimi gıdıklayan nefsim her daim baş ucumda, o vakit sanki alem parmağımın ucunda… Dünya boş ve yalan gerçeği hep dilimin ucunda, bir gözümün ucu da malda, mülkte, parada… Nede güzel söylüyorum “güzeldir gül dalında”. Tezatlıklar benim işim; o gül şimdi süsüm odamdaki vazomda…

Başımı secdelerden kaldırmak istemem ben! Sopa yutmuşum sanki, bir türlü belimi bükemem ben! Ellerimi arsızca açıp ta cennet, Kevser dilenirim. İşlediğim günahlarla sevaplarımı kemiririm. Beş vakit kıyamda çok çabuk yorulurum! Sağlığımı düşünür fır fır döner dolanırım.

Zaman gelir kaybolurum et yığınları arasında. İllaki bir ben bulurum her birinin simasında. Varlığıma yakıştırmam bir bir sönen ışıkları, hırçınca karşılarım yüzümü tokatlayan bakışları. Mendilimin kıyısına oyaladım sessiz sulu çığlıkları. Çok mu ciddiye alıyorum yoksa şu tadına doyamadığım hayatı? Neden geride bırakamıyorum ben dünya telaşını? Hergün tekrar tekrar akıyor ona doğru gönlümün haz pınarı. Ama oda iyi biliyor kan alacağı damarı…

Dilimin sustuğu yerde açılır yüreğimin çenesi, dilim serpildiğinde de susar ruhumun hayalleri. O zaman deli yanım ti’ye alır dertleri hüzünleri. Gülmelerimle gizlerim yüzümdeki şebnemleri… Kim demiş varlığım, bu hayat sana vurgun? Zikirle süslemediğin yüreğin, mahkumdur solmaya mahkum.

Yaşanmışlıklarımın küllerini savururum uflayarak… Bu günüm fokurduyor alev alev kaynayarak. İçimdeki masum çocuk top peşinde koşuyor, omzumda ağırlaşan sorumluluk inmem diye direniyor…

Her şey bir hokus-pokustan mı ibaret? Yoksa giydiğimiz kostümlerde mi keramet? Bir gün prenses kılığımla çıksam meydana, Önümde eğilir mi ki acaba tüm dünya? Şaşalar eşliğinde baş üstünde mi taşınırım? Kral çıplak diyen bakışlardan bilmem nasıl saklanırım? Buna maruz kalmamak adına gönlüme de uydursam  mı bir urba? Yoksa bütün çıplaklığıyla saçılsın mı ortalığa? Denesem ne kaybederim çıkarım belki omuzlara… Yoksa ayak altında çiğnenir de döner miyim maskaraya?

Anladım ki cevap alamayacağım böyle araya taraya. Bir de ben bırakayım olayları akışına… Zaten ağlayarak geldiğim şu köhne barakada, gülecek şey aramam ne kadar da boşuna…

 
Öznur Yılmaz Kirenci
23.11.2010