Son 3-4 aydır Türkiye’de bilgili-bilgisiz hemen hemen herkes, ilgili-ilgisiz her kesim, yemiyor içmiyor, yatmıyor uyumuyor, varsa yoksa açılımı konuşuyor, yorumluyor, tartışıyor. Kimileri, sadece ve sadece “Artık kan akmasın” düşüncesiyle açılımdan yana tavır sergilerken, kimileri de “Tamam, kan akmasın, çözüm gelsin. Ancak, önü alınamaz belli ödünler verilmesi ile Türkiye ileri dönemde bölünme sürecini yaşar” gerekçesiyle, gelinen sürece karşı duruyor.

Sponsor Bağlantılar

Açılımın tek amacı, şu olarak gösteriliyor; “25 yıllık bu sorun çözülsün ve artık, kan akmasın”. Bu amaç doğrultusunda; “Kürtçe’ye serbestiyet getirilmesi, Kürtçenin geliştirilebilmesi için üniversitelerde Kürdoloji bölümleri açılması, yerleşim yerlerinin Kürtçe isimlerle anılması, çocuklara Kürtçe isimler verilebilmesi, Kürtçenin her ortamda rahatlıkla konuşulabilmesi, çalınabilmesi, söylenebilmesi” gibi konularda açılım mahiyetinde yenilikler planlanıyor.

Eğer gerçekten, tüm bu yenilikler sayesinde kan duracak ve çözüm gelecekse, sürece karşı durmamak, “Can-ı gönülden Eyvallah” demek gerekiyor.

Peki, durum bunu gösteriyor mu? Hayır.

Çünkü, muhatap alınan, bence de alınması gereken DTP, farklı dayatmalarda bulunarak tek ve yegâne adresi “İmralı” olarak gösteriyor.

Ayrıca, Kürtçeye serbestlik konusunda ciddi yanıltmalar ve yanılsamalar olduğu da bir gerçek. Kürtçe konuşmak, anadil öğrenmek, Kürtçe isim vermek, bu ülkede gerçekten ve ciddi anlamda yasak mı idi, bugüne kadar!

Peki, en basitinden Hülya Avşar’ın kız kardeşinin ismini, “Yuva” anlamına gelen Kürtçe “Helin” ismini, kim ve nasıl koydu, koyabildi? Hülya Avşar, ününü ve gücünü kullanarak torpil mi yaptırmıştı, 70’li yıllarda! Helin doğduğunda H.Avşar belki ilkokula gidiyordu, belki de gitmiyordu bile. Demek ki, nüfus memuru Hülya’nın “adam olacak çocuk” olduğunu o gün anlamıştı!

Sibel Can’ın başrolünü oynadığı, “Süt sağan kadın” anlamına gelen “Berivan” adlı dizi, nasıl oluyor da çevrilebilmiş ve ulusal kanalın birinde aylarca seyredilmişti. Acaba, O da mı ününü, torpilini kullanmıştı!

Bugün, çocukların, genç delikanlıların, kızların, 40 yaşına merdiven dayamış orta yaşlıların, 60 yaşını aşmış yaşlıların bazılarının, belki de on binlercesinin isimleri halen Kürtçe değil mi! Çocuk, genç, orta yaşlı ve yaşlı birçok Kürt, bugün Kürtçeyi bilmiyorlar mı? Yasak ise, nasıl oluyor da Kürtçe öğrenilebilmiş, konuşulabilmiş ve aktarılabilmiş bugüne kadar? Bu durumda, ciddi denebilecek bir yasaktan bahsedilebilir mi?

Üstelik, Kürtçe ile ilgili samimi bir gereksinim olup olmadığı konusu da son derece aşikâr. Büyük bir heves ve heyecanla bölgede özel Kürtçe kursları açılmadı mı? Sanıldı ki, yüzbinler sıraya girecek, dersaneler, sınıflar Kürtçeyi öğrenmek isteyen çocuklarla dolup taşacak! Oysa tümü, ilgisizlikten, müşterisizlikten, bir ay gibi kısa bir süre zarfında büyük hüsranla kapandı, kapatılmak zorunda kalındı.

Çıkan sonuç; Kürtçe ile ilgili bölgede genel bir ihtiyaç yok. O halde!

Dönelim, “tüm bu bahsedilen açılımlar bizi kesmez” diyen PKK’nın siyasi legal sözcüsü konumundaki DTP’nin, çözüm konusunda tek adres olarak ısrarla gösterdiği İmralı’ya.

Öcalan ne diyor çözüm konusunda?

Ayrılmayı artık düşünmüyorum. Artık ayrı bir devlet kurmak istemiyorum. Federasyon da istemiyorum. Demokratiklik (ne demekse?) istiyorum. Ben, demokrasi aşığıyım ve bundan vazgeçmem” diyen Öcalan, “Doğu ve Güneydoğu’da, merkezi yönetimden ayrı bir yönetim, meclisi, güvenliği, eğitimi Kürtler tarafından yürütülecek demokratik bir yapı istiyorum” demekten geri kalmayarak, federasyon değil, aslında “kralını” istediğinin altını da çiziyor, “aksi halde kan akar” tehdidini savuruyor.

Baklayı ağzından kaçırıyor Öcalan, son cümlesinde; “Çözümün çaresi ben’im. Bunun olabilmesi için de benim durumumun düzeltilmesi, özgürleştirilmem şart” diyor.

Hükümet’in, ismi, ne yazık ki bir türlü doğru konamayan ve son derece yanlış olarak dillendirilen sanal “Kürt sorunu”nun çözümü konusunda, anadil, kültürel haklar gibi bazı hak ve hürriyetlerin verilmesi anlamındaki açılımları gündeme getirdiği bir süreçten, “bu açılımlar bizi kesmez” diyen bir zihniyetin ısrarla gösterdiği tek adresin, kendisine özgürlük isteyerek tehdit ettiği bir sürece gelindi. 

Özetle gelinen süreç şunu anlatıyor.

Hükümet; “açılım=çözüm”,

DTP; “çözüm=Öcalan”,

Öcalan; “önce beni serbest bırakın” diyor.

“Siz ne diyorsunuz” bilmiyorum ama, ben; “gelin de çıkın işin içinden” diyorum.

Sabahattin Talu
sabahattintalu@gmail.com