Mainz, 12.09.2013

2020 olimpiyatları Japonyanın Tokyo kentinde yapılacak. Öncelikle medeni bir şekilde kazanan kenti kutlamak gerek. Nitekim bu kutlama en üst düzeyde gerektiği şekilde yapılmıştır. Türkiyemizin olimpiyatlar konusundaki ilk başvurusu değil, görünen o ki son da olmayacak. Peki olimpiyatlara talip olmak gerçekçi midir diye kendi kendimize soracak olsak bu soruyu nasıl cevaplamak gerekir. Elbette böyle bir soruya hemen herkes hemen her zaman adet olduğu üzere kendi kliğinden, mezhebinden, meşrebinden yahutta ideolojisinden bakarak cevap verecektir. Ben kendi nam hesabıma bu soruya tam net bir cevap veremiyorum. Aslında bizim ülkemizde malesef „spor kültürü“ yeterince yerleşmiş değil. Bizim ülkemizde spor denince akla sadece “futbol” geliyor. Varsa yoksa futbol…

Sponsor Bağlantılar

Yatırımlar da futbola,
Seyirci de futbola,
Medya da futbola…

Diğer spor dallarını özendirmek bir kenara çoğu zaman ciddi başarılar haber bile olamıyor. Ülke insanımızın spor kültürü oldukça zayıf. Herkes kısa yoldan köşe dönme telaşında. Spora da adeta bir kazanç türü olarak bakılıyor. İnsanımızın ferdi olarak spor yapma ile ilgili en ufak bir kaygısı bile yok. Ne yürüyüş, ne yüzme, ne bisiklet ve ne de bir başka spor…

Bunların hepsi tamam ve hepsine eyvallah! Peki bütün bunlara rağmen “İstanbul” gibi bir kent olimpiyatlara ev sahipliği yapamaz mıydı?

Bunca medeniyet görmüş, Asya ve Avrupanın iki yakasını biraraya getiren ve şairin:

Bu şehr-i İstanbul ki bimislü bahadır,
Bir sengine yekpare acem mülkü fedadır.

Dediği dünyanın en nadide incilerinden olan bu devasa kent elbette ki olimpiyat düzenlemek için en az Tokyo kadar, Madrid ya da diğer kentler kadar buna layıktır. Neden kaybettik üzerine yüzlerce senaryo yazılıp çiziliyor. Bunların teker teker değil belki ama şöyle ya da böyle hemen hepsinin bir miktar etki yaptığını düşünebiliriz. Aslında İstanbul belki olimpiyat düzenleme imkanını kaybetti ancak medeni(!) dünya bence daha büyük bir kayıp yaşadı. Olimpiyatlarda oy verme hakkı bulunan kişilerin “robot” olduklarını düşünmediğimize göre elbette ki sadece başvuran kentlerin sunumları yahut durumlarını gözönünde bulundurarak karar vermediklerini söyleyebiliriz. Mutlak anlamda siyaset yapılmıştır demesek bile batıda son zamanlarda iyice belirginleşmiş olan müslümanlara karşı “önyargılı bakışı” asla ihmal edemeyiz. Denebilir ki orada Afrika ve Asya`dan müslüman ülkelerin de üyeleri bulunuyordu. Doğru bu ülkelerin halklarının adı Müslüman ama mevcut temsilcilerin ve temsil ettikleri ülke yönetimlerinin nasıl bir hâlet-i ruhiye içinde olduklarını çok rahat kestirebiliyoruz. Bence bu çok önemli bir fırsatın kaçması demekti. Pekala Müslüman bir ülkede olimpiyat düzenleyerek bir yakınlaşma tesis etme yoluna gidilebilirdi. Yangın yerine çevrilmiş olan yaşlı gezegenimizin böylesi bir yakınlaşma ve kaynaşmaya ihtiyacı vardı. Ancak tabi dünya barışı konusunda batılıların ne kadar samimi oldukları sorgulanmaktan vareste bir durum değildir ne yazıkki…

Peki bu Kına Muhabbeti nedir?

Peşinen Kabul etmeliyiz ki bugün işbaşında bulunan kadroların muazzam bir “vizyonu” var. Gelecek perspektiflerini 2023 olarak koyan hükumet son zamanlarda 2071 yılına da işaret edince böylesi bir “ufuk ve vizyona” değil sahip olmak rüyasını bile göremiyecek kadar basit, ferasetsiz, liyakatsiz, basiret fukarası hazırcı çevreler eni-konu sapıtmaya başladılar. Hemen her konuyu Tayyib Erdoğan düşmanlığına tahvil eden bu devlet beslemesi “sera kaktüsleri”nin, olimpiyatların Tokyo da kaldığı belli olduktan sonra sevinç naraları atması belli ki bu konuda yoğun bir mesai harcayan spordan sorumlu bakanı çileden çıkarmış ve kına göndermesi yapmış. Ne var bunda. Mecazi anlamda yaptıkları zaten bu. Belki kına da yakarlardı ama kına geleneksel bir ürün ya, belki de onun için bu kadar alınganlık göstermişlerdir.

Bazı çevrelerin bu iflah olmaz güruh karşısında anlamakta zorluk çekiyoruz, ülkenin menfaati olan bir konuda bile nasıl oluyor da bu kadar savrulabiliyorlar demesine içerliyorum açıkçası. Bu ifadeler makamın gereği olarak söyleniyorsa lafım yok ama buna inanıyorlarsa yazık derim. Zira bu ülkenin geleceğine kastetmiş insan müsveddelerinin kapı-kulusu olmaya teşne bu azgın güruhun memleket düşüneceği varsayımıyla hareket etmek düpedüz saflıktır. Bu küçük ama “hem mutlu ve hem de putlu azgın azınlık”, Tayyib Erdoğan başarılı olmasın da isterse ülkeyi Yunan işgal etsin umurlarında bile olmaz. Ne münasebet demeyin. O zaman bundan memnun bile olurlar derim.

Zira Yunanın egemenliği Müslüman olan Tayyib Erdoğanın egemenliğinden daha evlâdır onlar için.

Öyle ya; Onlar ne kaç çocuk doğuracaklarına karışırlar, ne olimpiyatlara aday olurlar, ne köprü ve yol yapmaya, ne de kanal-İstanbul yapmaya kalkışırlar. Üstelik diledikleri yerde diledikleri kadar içerler. Hem parklarda ve hem de metrolarda sadece özgürce öpüşmek değil, istedikleri kadar ileri giderler, kimse de onlara ahlak! bekçiliği yapmaz.

İstedikleri ülke tam da budur. Her türlü „hırsızlığın, yolsuzluğun, arsızlık ve ahlaksızlığın“ serbest, her türlü erdemli davranışın, hele hele de „sandık ve milli irade“ ifadelerinin bile yasaklandığı bir Türkiye isterler. Gerisi laf-i güzaftır. Ben olsam sadece kına göndermesi yapmaz bir parçada “kına” gönderirdim.

Baki Selam ve Saygılarımla.

Ömer Erdem
Mainz/Almanya