Haham Güney’in iddialarına göre; “Ergenekon” soruşturması kapsamında tutuklu bulunan bazı TSK mensupları, 90’lı yıllarda Güneydoğu’da faili meçhul cinayetler işlemişlerdi ve cesetler, Silopi’de bulunan BOTAŞ’a ait “Asit Kuyuları”na atılmıştı.
Benzer iddialar, geçmişte PKK itirafçısı olan ve daha sonra İsveç’e kaçarak PKK güdümüne giren Abdülkadir Aygan tarafından da yapılmış ve soruşturmadan herhangi bir sonuç elde edilememişti gerçi ama, Ergenekon davasının kilit adamı ve bilirkişisi (!) GÜNEY’in iddiaları çok önemliydi ve derhal ciddiye alınmalıydı(!)
Bilindiği gibi, Şırnak ve Diyarbakır Baroları ile Diyarbakır İHD Şubesi’nin başvuruları sonucunda, Silopi Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından hemen soruşturma başlatıldı.
Başta DTP olmak üzere, İHD ve TİHV gibi bölgedeki sivil toplum örgütleri (!) de peşi sıra işe koyuldular.
Sevinçli bir telaş başlamıştı böylece. DTP’liler, “Kimin kayıp yakını varsa, hemen başvursun” diyerek kapı kapı dolaştılar, imza topladılar. DTP’li belediyeler, iş makinelerini kazı çalışmalarında gönüllü olarak görevlendirdiler. Diyarbakır Barosu, İHD ve TİHV şubeleri, gözlemci olarak kazılarda yer almak için sıraya girdiler. Ulusal basında, hemen hemen her gün, kazılarda çıkan küçük kemik parçalarından bahsediliyordu “ilk haber” olarak kulaklara, alt yazı geçiliyordu gözlere; “Bugün Cizre’de 2 kemik, bir çorap, Silopi’de 3 kemik, bir fanila bulundu. Toplamda; 17 kemik parçası, bir eldiven, 2 çorap, 4 saç kılı, vs”. Derken, bir ayakkabı eskisi bulundu. Fanila ve çorap neyse de ayakkabı önemliydi gerçekten. Çünkü, ayakkabı yüzünden Irak’lı gazeteci bir yıl hapis cezasına çarptırılmıştı helalinden. PKK ve DTP, bu kuyulara “Ölüm kuyuları” diyordu, ulusal televizyonlardaki Haber Müdürleri de. Gerçekte köşe yazarı olamayan, ancak “Köşe” olmuş bazı yazarlar da kalemlerinden kan akıttılar; “Bu ne vahşet böyle. Meğer neler yaşanmış o bölgede. Yazık. Sorumlular bulunup hemen cezalandırılsın” falan diyerek, öyle veya böyle bölgede görev yapmış insanları bir kalemde peşinen suçlayıverdiler kendilerince. DTP Genel Başkanı Ahmet Türk; “13 bin faili meçhulümüz var” dedi, dile kolay 13 bin!!! Büyük rakam! Gerçi İHD, 5 bin diyordu ama, keşke arasını bir bulabilseydik. Arasını ben söyleyeyim; 13 artı 5, bölü 2: 9 bin. Olsun, 9 bin de büyük rakam! Neyse, bulunan kemik parçaları, incelenmek üzere İstanbul Adli Tıp Kurumu’na gönderildi.
Bu arada, DTP’li Ahmet Türk’ün, “kuyuların temizlenmiş olabileceği” yönündeki iddiası ile “Barış Meclisi” adlı oluşumun üyesi Av. Sezgin Tanrıkulu tarafından yapılan; “Kuyuların açılması semboliktir. Yapılan kazılar, bütün faili meçhul cinayetlerin ortaya çıktığı anlamına gelmez” şeklindeki açıklamaları, biraz şüphe uyandırmış ve sanki muhtemel sonucun bir ön tedbiri gibi idi belki ama, biz yine de heyecanla sonuçları beklemeye koyulmuştuk. Ve nihayet Adli Tıp sonuçları geçenlerde açıklandı; “Bulunan kemik parçaları, insanlara değil hayvanlara ait”. Yalnızca o gün basına konu oldu bu açıklama ve hemen konu kapanıverdi böyle birden bire! Hani siz aklı evveller, günlerce manşetlere taşımış, alt yazı geçmiş, “ölüm kuyuları” diyerek, içinden çıkanların tek tek muhasebesini yapıp, her akşam bas bas bağırıp toplamını veriyordunuz da, haftalar süren bu yaygaranızı, neden böyle bir kalemde ve bir solukta sona erdiriverdiniz!!! “Ölüm kuyuları”(!!!) ile ilgili, henüz kuyular açılmadan önce yazmış olduğum “Ortada Kuyu Var, Yandan Geç” başlıklı yazımda ifade ettiğim şu cümleyi, müsaadeniz olursa bir kez daha tekrarlamak istiyorum. “Ortada kuyular vardı gerçekten, ama onlar (DTP’liler ve benzerleri), aklı evvel Köşe’ler ve Haber Müdürleri, daha önce de olduğu gibi yine ‘yandan’ geçemeyip, o kuyuların tam da içine kendileri düşüverdiler”. Son cümle; “Delinin biri kuyuya attı taş, yarıldı uyanık ve akılsız baş”.
sabahattintalu@gmail.com