Dün doğduk, bugün yaşıyoruz, yarınsa öleceğiz. Tüm bu yaşananlar,  ihtiraslar, kavgalar, kalp kırmalar, aldatmalar, ihanetler, yalanlar dolanlar, birbirimizin arkasından gizlice iş çevirmeler, nefretler, sonu bir türlü gelmeyen kinler ve daha sayamayacağım bir çok şey…

Sponsor Bağlantılar

Yaşadığımız şu üç günlük dünya için değiyor mu peki? Hayır asla! O halde neyimizi paylaşamıyoruz ve neden sürekli bir kargaşa içindeyiz? Onun içindir ki yaşadığımız her anın, aldığımız her soluğun kıymetini bilelim, bilelim ki bundan sonra kalan ömrümüzde hayata ayrı bir pencereden bakabilme erdeminin tadını çıkaralım.

Yakalandığı lenf bezi kanseri nedeniyle sağlık durumu kötüleşen ve artık inzivaya çekilme kararı alan Kolombiyalı yazar Gabriel Garcia MARQUEZ,  yakın dostlarına bir mektup gönderir. Yazarın bu mektubu , bir çok dile çevrilir ve dünyanın bir çok yerinde yayınlanır.

İşte usta yazarın, okuyan herkesi tarifi imkansız duygulara sevkeden duygu yüklü veda mektubu:

Tanrı bir an için paçavradan bebek olduğumu unutup, can vererek beni ödüllendirse ; aklımdan geçen her şeyi dile getiremeyebilirdim ama en azından dile getirdiklerimi ayrıntısıyla aklımdan geçirir ve düşünürdüm.

Eşyaların maddi yönlerine değil anlamlarına değer verirdim.

Az uyur , çok rüya görür, gözümü yumduğum her dakikada , 60 saniye boyunca ışığımı yitirdiğimi düşünürdüm.

İnsan aşktan vazgeçerse yaşlanır.

Başkaları durduğu zaman yürümeye devam ederdim. Başkaları uyurken, uyanık kalmaya gayret ederdim. Başkaları konuşurken dinler, çikolatalı dondurmanın tadından zevk almaya bakardım.

Eğer Tanrı bana birazcık can verse, basit giyinir, yüzümü güneşe çevirir, sadece vücudumu değil, ruhumu da tüm çıplaklığıyla açardım.

Tanrım, eğer bir kalbim olsaydı, nefretimi buzun üzerine kazır ve güneşin göstermesini beklerdim.

Gökyüzündeki aya, yıldızlar boyunca Van GOGH resimleri çizer, Benedetti şiirleri okur ve serenatlar söylerdim.

Gözyaşlarımla gülleri sular, vücuduma batan dikenlerin acısını hissederek, dudak kırmızısı taç yapraklarından öpmek isterdim.

Tanrım bir yudumluk yaşamım olsaydı… Gün geçmesin ki, karşılaştığım tüm insanlara onları sevdiğimi söylemeyeyim. Tüm kadın ve erkekleri, en sevdiğim insanlar oldukları konusunda birer birer  ikna ederdim. Ve aşk içinde yaşardım.

Erkeklere , yaşlandıkları zaman aşkı bırakmalarının ne kadar yanlış olduğunu anlatırdım. Çünkü insan aşkı bırakınca yaşlanır.

Çocuklara kanat verirdim. Ama uçmayı kendi başlarına öğrenmelerine olanak sağlardım.

Yaşlılara ise ölümün yaşlanma ile değil, unutma ile geldiğini öğretirdim.

Ey insanlar! Sizlerden ne kadar çok şey öğrenmişim. Tüm insanların, mutluluğun gerçekleri görmekte saklı olduğunu bilmeden, dağların zirvesinde yaşamak istediğini öğrendim.

Yeni doğan küçük bir bebeğin, babasının parmağını sıkarken aslında onu kendisine sonsuza dek kelepçeyle mahkum ettiğini öğrendim.

Sizlerden çok şey öğrendim.”

Elimizdeki fırsatların değerini bilelim iş işten geçtikten sonra hayatımıza artık keşkeler girmeye başlamasın. Daha sonradan keşkelerin hayatımıza girmemesi için ;

Kendini yalnız hissettiğin kadar yalnızsın

Ve güçlü hissettiğin kadar güçlü.

Kendini güzel hissettiğin kadar güzelsin…

İşte budur hayat!

İşte budur yaşamak,

Bunu hatırladığın kadar yaşarsın.

Bunu unuttuğunda aldığın her nefes kadar üşürsün

Ve karşındakinin unuttuğu kadar, çabuk unutulursun

Çiçek sulandığı kadar güzeldir

Kuşlar ötebildiği kadar sevimli

Bebek ağladığı kadar bebektir

Ve her şeyi öğrendiğin kadar bilirsin, bunu da öğren,

SEVDİĞİN KADAR SEVİLİRSİN.