Mainz, 19.04.2010
Müjdecim, kurtarıcım, efendim, peygamberim,
Sana uymayan ölçü hayat olsa teperim.
„Kutlu Doğum Haftası“ adı altında düzenlenmekte olan etkinlikler Diyanet İşleri Başkanlığınca yapılan en önemli faaliyetlerden biri, belki de en önemlisi. Eğitim hayatı boyunca öğretilmeyen bir Peygamberin bu tür etkinliklerle bir nebze olsun kavranması mümkün olabilir. En azından o kutlu Peygamberin yaymakta olduğu „Gül“ kokusundan müstefid olma imkanı doğabilir. Zira O çölde açan bir gül dü. O, rengi solmayan, kokusu tükenmeyen bir gül dü. Ancak o gül kokusunu alabilmek için burun değil „yürek“ lazımdır. Oğlunun hasretiyle yanıp tutuşan Hz. Yakup (a.s), ağlamaktan gözlerini kaybetmiş ancak bedel olarak ödediği gözleri karşılığında Allah ona Yusufùn kokusunu Mısır`dan alabilecek bir yürek ihsan etmişti. Bütün mesele bedel ödemektir. Ancak bugün için müslümanlar arasında hatta insanlık için de bunu söylemek mümkündür ki en zayıf halka „bedel ödemek“tir. Modern birey insanın içinden onu insan yapan değerleri çıkarıp aldığı için bedel ödemek zor gelmektedir. Müslümanlar arasında da bu hastalık hızla yayılmaktadır. Kime sorarsanız sorun en çok Allahı sonra da Allahın elçisini sevdiğini söylerler. Bu aslında beyaz bir yalan da değildir. Öyle öğrenmiş ve öyle de inanmıştır. Ancak bu sevgi sıralamasına rağmen yolunda gitmeyen işler vardır. Bunun sebebi ise bu sevginin bedelsiz olmasındandır. Anadolu irfanında çok güzel ifade edildiği üzere kuru kuruya „kadan-Alam, Kurban-Olam“ türü bir sevgi, şarkılara konu olmaktan öteye bir anlam taşımaz.
O kutlu Peygamber, insanlık için sevgiyi yüceltmeyi vazife bilmiş ve hayatı adeta muhabbete dönüştürmüştü. Biz sevmeyi de sevilmeyi de O`ndan öğrenmek zorundayız. Bunun içindir ki aşık,
Muhabbeten Muhammed oldu hasıl,
Muhabbetsiz muhammedden ne hasıl?
Diye sormaktadır.O´nun öğretisinde sevgi özgürleştirir, ve paylaştıkça çoğalır. İnsanın harcadıkça çoğalan tek sermayesi sevgidir. Bu da Yüce Allahın insana ihsan ettiği en büyük lütuflardan biridir.Ancak insan bu, ne de olsa isminde bile bir „isyan“ işareti var. Seveyim derken bile sevgiye „kara„ çalabilir, hatta sevgiyi zehirleyebilir. Sevgi zehirlenmesinden insan imanından bile olabilir. Hristiyan alemine sorun bakalım İsa (a.s)`yı sevmiyorlar mı? Aksine o kadar seviyorlar ki onun mucizevi doğumu yetmezmiş gibi ona Tanrının oğlu payesini vermeye kalkışıyorlar. Bu yüzden sevgi zehirlenmesine yakalanmamak için sevgiyi de muhabbeti de insanlığın ufku olan efendimizden öğrenmemiz gerekir. O`nun sevgi konusundaki yaklaşımını ortaya koymak ne bizim haddimiz ne de bu makalenin hacminin haddinedir. Ancak Hz. Peygamberin imanı yeşerten toprağın sevgi olduğunu ifade etmek gerekir. Şöyleki: “İman etmedikçe cennete giremezsiniz. Birbirinizi sevmedikçe de iman etmiş sayılmazsınız.“ O`nun eşya`ya bakışı da sevgi eksenliydi. Mesela, „Uhud bir dağdır, ama o bizi sever, biz de onu severiz“ buyurmuştu.
Efendiler efendisini sevmek, onu göklere yükselterek melek haline getirmek değildir. Onu sevmek demek onun getirmiş olduğu mesajı hayata uygulamaktır. Nitekim son Nebi bu konuda önemli uyarılar da yapmıştır. İşte onlardan sadece bir tanesinde, „Beni de, Meryem oğlu İsa`yı yüceltip uçurdukları gibi yüceltip uçurmayın, ben yanlızca bir kulum. Bana Allahın kulu ve Rasulü“ deyin buyurmaktadır. (Buhari; Hudut 31)
Kuşkusuz ki sevgi, hayatın en cins tohumudur. Zira bire karşılık sonsuz verir. Ancak tohumu doğru zamanda ve doğru yere ekmek gerekir. Bu da yetmez, onu sulamak, otunu ayırmak ve dibini kazmak gerekir.
Bugün ne yazık ki hem sevgisini zehirleyenlere ve hem de sevgiliyi zehirleyenlere rastlamak mümkün olmaktadır. Oysa her ikisi de netice olarak aynı akıbete götürür. Birileri o iki cihan serveri Hz. Muhammed Mustafa`ya haşa! „Postacı“ muamelesi yaparken bilerek yada bilmeyerek tipik bir yahudileşme temayülü içine girerken, bir diğer kısım da Kuràn ve Hz. Peygamberin ısrarlı tembihlerine rağmen Allahın ona bahşettiği muhteşem makamı haşa! Az bularak onu göklere çıkarıp melek yapmaya kalkışırak Hristiyanlaşma temayülü içine giriyorlar. Her iki anlayışta sakat ve zehirlidir. Allah onun için „Usvetün- Hasene“, “Alemlere Rahmet“ demiştir. Ve takip edilsin diye onu insanların içinden seçip göndermiştir. Peygamberlere sıradan muamelesi yapmak ne kadar yanlışsa onları melek olarak görmek de o kadar yanlıştır. Zira ikisi de „İz“i yok eder ve ikisi de Peygamberi hayattan dışlar. Oysa Peygamberler hayat için gönderilirler. Son olarak merhum Necip Fazılın yukarıdaki beytini sindire sindire okuyalım diyorum. İnsanlığın kararan ufkunu „müebbet bir muhabbete“ dönüştüren ufuk Peygamber Hz. Muhammmed Mustafa`ya ve onun mesajını hayatının biricik ölçüsü yapma kararlığında olanlara selam olsun.
Baki Selam ve Saygılarımla.
Ömer Erdem
Mainz/Almanya