Mainz, 14.07.2014
Kâinatı insana, insanı da kendisine (kul olarak) tahsis etmiş bulunan ve insandan enbüyük projesi olarak bahseden yüce Allah insanlığın son çevriminde „eskimez ve eskitilemez değerlerin“, ilâhi prensiplerin yer aldığı, değdiği yeri aydınlara gark eden bir „Nur“ olarak gönderdiği Kuràn-ı Kerimde bir anlatım tarzı olarak oldukça sık bir şekilde „Kıssa“ halinde anlatım yöntemine başvurduğunu görmekteyiz.
O kadar ki 6236 ayetten oluşan mübarek kitabımızın yaklaşık 2121 ayeti kıssalardan oluşmaktadır. Bu kıssalar içinde Allahımızın „Ahsenel Kasas“ yani kıssaların en güzeli diye bahsettiği „Yusuf kıssası“ da yer alır. İnsanlık tarihinin belli kesitlerindeki belli insanlara (Peygamberlere) bazı toplumlara, bazı kişilere ve olaylara atıf yapan bu kıssalar çoğu zaman „yer zaman ve kişi“ ismine yer vermezler. Ve herhangi bir kıssa ilgili olayı baştan sona da anlatmaz. Sadece ilgili hayatın önemli kısımlarından kesitler verir. Üstelik bu kıssalar müstakil olarak bir surede de yer almazlar. Ayrıca bizzat Kurànın ifadesiyle bunca yoğun kıssa anlatımına rağmen bunlar sadece özetin de özetinden ibarettir. Zira Kuràn anlatılmayan kıssalardan da bahsetmektedir.
Yüce Allahın engüzel kıssa diye nitelemekte olduğu Yusuf suresi az önce saydığımız kriterlerin bir çoğundan istisna edilmiştir. Ancak kıssaların ibret ve mesaj verme ana fikri belki de en fazla bu kıssa da ortaya çıkmaktadır.
Yusuf suresi müstakil bir sure ve oldukça uzunca bir sure. Ancak yinede burada Hz. Yusuf (a.s)`ın bütün hayatından bahsedilmez. Bu kıssa da öne çıkan ögeler:
Kuyu
Zindan
Aşk
Namus
İffet
Nefret
Muhabbet
Sadakat
İhanet
Hased
Fesat
Tuzak
Geleneksel öğretinin „hoca“ adıını verdikleri insanların handiyse emekli olana kadar döne döne Yusuf kıssası´anlattığı ve hatta büyük bir bölümünün hadiseyi neredeyse sadece „güzellik, aşk, nefret, ihtiras“ üzerine kurguladığı ve bu arada tabiiki kıssadaki asıl mesajın güme gittiği bir vakıa.
Oysa ki, kuyudan zindana ve oradanda Mısır sarayına intikal etmek nasıl bir ibret tablosu ile dolu. Akıl sahipleri için burada alınacak ne kadar güzel öğütler var. Ama ne ki Yusuf sadece güzelliğinden dolayı hem Züleyhanın ve hem de onu kınamakta olan Mısır aristokrasisinin kibirli kadınlarının; bu ancak bir melek olabilir diyerek parmaklarını kesmelerinden ibaret kalır. Kıssaların ve tabiki örneklikle ibretliğin en güzeli olarak adlandırılmış olan Yusuf kıssası platonik bir aşk tadında anlatılarak hadise biraz da „magazinleştirilerek“ asıl mecrasından saptırılmış olur.
Geleneksel Anlayış
Atalardan öğrendiği ile kalmakta ısrar edenler, Kurànın defalaraca; peki ya onların ataları akletmemişse yinede mi onları takip edeceksiniz uyarısına rağmen bildiklerinden şaşmazlar. Bu kadar mübârek(!) alimlerden daha mı iyi bileceksiniz, Kuràn bu alimler olmadan anlaşılamaz, Biz kim Kurànı anlamak kim v.s, v.s
Tabi hal böyle olunca ve çoğunlukla akıl devredışı yahutta en iyi ihtimal „kirada“ olunca Kuràn dışlanmakta ve bu sayede Kurànın indirdiği dine paralel „yeni bir din“ sökün etmektedir. Atalardan bu yana „gelenlere“ yapılan „ek“ ler sayesinde „gelen+ek“ sonunda „gelenek“ adını almakta ve getirdikleri din de elbette ki İslâmdan daha ziyade „gelenek dini“ olup çıkmaktadır.
Kuyuda Kimse Var mı?
Bugün kuyuda kim yok ki? Saymaya kalksan sayamazsın. Müslümanların büyük bir bölümü kuyuda debelenip duruyor. Burada kuyuda bulunmaktan daha ilginç olanı kuşkusuz ki bu insanların büyük bir bölümünün bunu kabullenmiş olmaları ve dahası bir kısmının ise her halinden kuyu olduğu belli olan bu çukuru düzlükmüş gibi görebilme gafletidir. Kuyuda bulunanların durumu ne olursa olsun, hangi pozisyonda ve hangi tavırlarda bulunursa bulunsunlar meğerki kuyuda iseler kuyu dışında bulunanların tavır ve davranışları bizim için daha bağlayıcı ve daha ehemmiyetlidir.
Kuyunun dışında bulunan müslümanların kuyuda bulunanlara karşı yeknesak bir tutum içinde olduklarını ileri süremeyiz. Böylesi toptancı bir yaklaşım çok ucuz bir polemikten öteye bir anlam taşımaz. Müslümanların kuyudaki Yusuf yahut Yusuflara karşı tavırlarını 3 farklı şekilde özetlemek mümkündür:
Umursamaz Tavır
Kuyuda birilerinin olduğundan haberi bile yoktur. Bir şekilde haberdar edilse bile „banane“ bana mı sordu da kuyuya düştü, düşmeseydi dercesine bir „patavatsız, duyarsız ve yakışıksız“ bir tavır içinde olanlar.
Suret-i Haktan Görünenler
Bunların kuyuda „Yusuf“ olduğundan haberleri vardır. Ancak işleri çok tıkırında olduğu için kuyudan Yusufu çıkarmak hem zaman ve hem de maliyet gerektirdiği için ağır gelmektedir. Ancak bulundukları pozisyonlar ve sosyal statüler Yusufa tamamen kayıtsız kalmalarına da engel teşkil etmektedir. Bunun için genellikle bu kesim Yusufu kuyudan çıkarmak için bir hamle yapar ve kuyunun başına kadar gelir. Kuyunun başına gelir ama bu defa „urgan(ip)“ kısa gelmiştir. Kuyu çok derindir. Siz bu bahaneleri biraz daha uzatabilirsiniz.
Kuyu diye derdi olanlar
Gerçekten böyle insanlar (müslümanlar) da var mı acaba diye bir soru gelebilir. Çok öfkelendiğim zaman ben de böyle sorular soruyorum. Evet sayıları az da olsa böyle cins kafalı müslümanlarımız var. Gelenekçilerin, dünya şu „mübârek veli zatın yüzü-suyu hürmetine ayakta duruyor“ diye saçma-sapan mavalları yerine insanın, dünya illâ da birileri için ayakta duracaksa işte bu nicelik olarak az ama nitelik olarak yüksek insanların sayesinde ayakta duruyor dememiz gerekir. Zira bu insanlar hiç bir bahane ileri sürmeden kuyudaki Yusuflar kurtulsun diye elllerinde urgan ve ip olmadığı halde üzerlerindeki „elbiselerden yırtıp urgan yaparak“ kuyuya sarkıtacak kadar „alicenap, özverili, mutttaki“ müslümanlardır. Zira onların bir derdi vardır. Derdi olan dertlenir. Kuyu diye derdi olan o bahtiyar insanların „zindan“ diye bir imtihanları olur. „Namus ve iffetleriyle, aşk, korku, nefret, ihanet ve hasretle“ imtihan edilebilirler. Ancak o muttaki kullar bilirler ki bütün bu imtihanların ardı „selâmet ve esenlik yurdu“dur. O zaman ne gam! İmtihandan başarı ile çıkanlar zindanı „özgürlük“ olarak tarif ve tavsif edenler sonuçta Mısırà „sultan“ olurlar.
Kuyuyu dert edinenlere selâm olsun.
Baki Selam Ve Saygılarımla.
Ömer Erdem
Mainz/Almanya