Son dönemde Türkiye Cumhuriyeti’nin 100. yılı olan 2023 de nerede olacağı yönünde birçok öngörü, konuşma ve plan sunulmaktadır. Cumhuriyetimizin 100. yılı planlamasını on yıl önceden değil, keşke bundan 40 yıl önce yapabilseydik, ancak birçok konuda olduğu gibi bu konuda da siyasi yarış ve iç politik kaygılar son derece önemli olan bu miladı bile, derinliği olmayan bir reklam alanına çevirmiştir.
Hiç şüphe yok ki, bu temelsiz çıkışına rağmen 2023 öngörüsü, siyasi tarihimiz de, yakın ve uzak coğrafyamız da önemli bir geleceğin adıdır. Ülkeler kendi siyasi geçmişlerine göre ilerleme adı koyamazlar. İlerlemenin ölçüsü şüphesiz dünyada yarış içerisinde bulunduğunuz uygarlıkların yakınında ya da uzağında olmanızla ilgilidir. Kendi kısa devlet tarihimizle 2023 planlaması yapmak ve psikolojik olarak geleceğimiz noktayı kabul edilebilir bulmak, yapılacak büyük bir yanlıştır. A.B.D, AB, Japonya ve OECD ülkelerine göre yapacağımız bir 2023 planlaması, daha isabetli ve şüphesiz Türk kültür ve siyasi geçmişine daha yakışır bir duruş olacaktır.
Öngöreceğimiz 2023 Türkiye’sine haklı bir değer katmak adına, 1923 şartlarını ve hatta daha öncesini ifade etmek bu konuda yararlı olacaktır diye düşünüyorum. Tarih, biz Türklerin bir çok kere seyrini değiştirdiğimiz ve yeniden yazılmasına sebep olduğumuz bir bilimdir. Bunun belki de en önemli son örneği, I. Dünya Savaşı (Çanakkale Savaşları) ve hemen sonrasında ki İstiklal Harbidir. Sanayileşen Avrupa’nın kömürden sonraki değeri olan petrolü, planladıkları şekilde paylaşma dönemi olan 20. yüzyılın ilk çeyreği, ittifak güçlerinin en cazip pazarı olan Osmanlı’yı bölüp yutma planının da son halkasıdır. Son 2 yüzyılını hastalıklı ve yatalak olarak geçiren son imparatorluğumuz, küresel güçlerin( İngiltere-Fransa) Anadolu’ya reva gördükleri sonu; içinden çıkan paşalarla gerçekleştirdikleri Kurtuluş Savaşıyla ve akabinde yüce Türk milletinin birlik duygusuyla kurdukları Cumhuriyetle değiştirmişlerdir. Mustafa Kemal liderliğinde kurulan Cumhuriyet, bizzat yaşayarak kendi dağılan imparatorluklarında gördükleri hataları, bir daha yapmamacasına hızlı bir modernleşme süreci yaşamıştır. 10 yıl gibi kısa bir sürede, milli kaynaklarıyla ve katı bir devletçi modelle oluşturdukları yeni devlet ve sistem, milli ve üniter bir yapıyla, ancak bir o kadarda batılı bir modern algıyla hızla büyümüştür.
1923-1950 arası, tek parti (C.H.P) dönemi olarak ve II. Dünya Savaşının korkusuyla geçmiş, tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de askeri yatırımlarla ve dış müdahale endişesiyle ekonomik olarak sıkıntılı yaşanmıştır. II. Dünya Savaşının akabinde, kazanan demokratik müttefik güçlerin ve Amerikan’ın da etkisiyle, ülkemiz de çok partili süreç başlamış ve 1950-1960 arası Demokrat Parti’nin yönetiminde ve beklide ilk kez gerçek anlamda liberal ekonomik algıyla yaşanmıştır.1950 ve 1960 arası A.B.D desteğinin (ekonomik ve askeri alanda) doğrudan alındığı ve dünyanın soğuk savaş olarak adlandırdığı dönemde, tarafımızın da çok net belirlendiği bir dönemdir. 1960 darbesi ve akabinde ki devlet algısı, en son ulu önder döneminde yakaladığımız milletçe ilerleme enerjimizi ve refleksimizi,günümüze kadar kaybetmemize sebep olmuştur. 1960-1980, yani her iki darbe arası, hem soğuk savaş döneminin ağır politik kutuplaşmalarıyla, hem de en fazla hükümet süreleriyle (3-4 yıl) sınırlı, kısa vadeli ve parçalı siyasi ve ekonomik çalkantılarla yaşanmıştır. İç ve dış siyasi hamlelerimizi, 1952’den itibaren NATO ve 1959 dan itibarense A.B. rüyasının etkileriyle dış (A.B.D) güdümlü yürütmemiz, adı milli olan tüm adımların dahi, milli çıkardan ve uzun vadeli faydadan uzak olmasına neden olmuştur. Soğuk Savaş döneminin belki de A.B.D. ye rağmen tek milli duruşu ve dış tepkisi olan Kıbrıs Barış Harekatı, hemen akabinde karşılaştığımız ambargo ile eskisinden daha fazla bir dış bağımlılıkla devam etmiştir. 1980 sonrası ve siyasi yasakların kalkmasıyla (Özal dönemi) tekrar alabildiğine liberal adımlar, dış sermaye ve teknolojiye açılımla yeni bir kültür ve ekonomik hareketlilik dikkat çeken düzeye ulaşmıştır. Ancak 80 sonrası Türkiye, içte alabildiğine liberal bir flört yaşarken, dış politikasında askeri güce dayalı ve caydırıcılık üzerine kurulu, net kırmızı çizgileriyle kapalı ve korunaklı bir sürece tekrar girmiştir. 80 darbesi sonrası, içte azalarak da olsa hissedilen bu askeri baskı, 1990 sonrası özellikle SSCB’nin dağılmasıyla ve ideolojisi üzerinden hissedilen korkunun azalması ile yerini politik çekişme alanına bırakmıştır. 1980 sonrasının göze çarpan ve ne yazık ki 2023 Türkiye’sini dahi etkileyen bir diğer etkisi ‘’apolitik gençlik’’ olgusu olmuştur. Yazının başında belirttiğimiz 2023 planlamasının 40 yıl evvelinde oluşmamasında, belki de her iki darbenin, düşünen ve siyasete alabildiğine girmiş gençliğe olan tırpanı etkilidir. 1990’lı yılların başında, Rusya’nın dağılması ve Doğu Bloğunun çökmesi ile ortaya çıkan Türki Cumhuriyetlere ve Yugoslavya’nın dağılmasıyla da Balkanlarda beliren Türk hinterlandına olan ilgi artmış, kurulan TİKA, KEİ gibi bölgesel oluşumlarla özlenen bölgesel güç algısı sevindirse de, beklenen büyümeyi günümüze dek yaşayamamış ve sınırlı kalmıştır. Türkiye’nin bu tarz dış enerjisi, 90’lı yıllarda acısı en çok hissedilen PKK terörü ile tekrar içe kanalize edilmiş ve aynı döneme denk gelen I. Körfez Savaşı sonrası, ülkemiz terörün tırmanması ve bölgenin tehlikeli topraklar sınıfına dahil olmasıyla ekonomik olarak da beklenen büyümeyi yaşayamamıştır.
1990 yıllar, sağ-sol gerginliğinin hissedilir ölçüde azaldığı, ancak yerini PKK terörünün alabildiğine hissedildiği ve boşalan uğraş alanının suni bir şekilde oluşturulan Alevi-Sünni gerginliğiyle ve yeni bir tehdit olarak MGK kararlarına giren, irtica kavramıyla bocalama yılları olarak geçmiştir. Türk milli birliği ve kardeşliğinin hemen hemen tüm donelerinin tehdit algısına oturtulduğu bu dönem, günümüz de Kürt Sorunu adıyla son perdesini oynamaktadır. Parçalanan Irak, parçalanması öngörülen ve istenilen (İsrail tarafından) Suriye topraklarından çıkarılacak bir Kürt kartıyla, ülkemiz üzerinde tekrar bir korku unsuru doğrulmaya çalışılmış ve maalesef bu PKK etkisi ve desteğiyle, oldukça etkili bir gerçeğe dönüşmüştür.
Ama eksik ama fazla anlatmaya çalıştığım yüzyıllık siyasi yaşantımız da, 2023 Türkiye’sinin gideceği yeri, olumsuz bir yere koymak binlerce yıllık devlet ve siyasi birikimimize haksızlık olur diye düşünüyorum. Yine daha önce belirttiğim gibi ülkeler gelecek planlamasında ki yerlerini ve seviyelerini, kendi geçmişleriyle değil,yarış içerisinde oldukları uygarlıklarla kıyaslayarak verirler. Her iki dünya savaşından da mağlup şekilde çıkan Almanya’nın, küresel piyasaya sunduğu markalarla, (BMW, Mercedes, Boch, Wolksvagen…) dünyanın 3. büyük ekonomisi olması, 1963 de ilk arabamızı ürettiğimiz de bisiklet dahi yapamayan Kore’nin devleştirdiği isimleri (KİA, Hyundai,,,) ve 1948 de kurulan İsrail’in bölgedeki etkisi ve bize dahi sattığı HERON’ları, kültürel birikim ve insan enerjisi düşünüldüğünde Büyük Türkiye’nin neden yapamayacağı sorusunu sordurmaktadır. İç sorunlarından kurtulmuş ve enerjisini tamamen büyümeye ve güçlü bir ülke düşüncesine oturtmuş bir Türkiye, yakın ve uzak tüm rakiplerini geride bırakacaktır.
Yaşanan tüm bu gelişmeler ve ifade etmeye çalıştığımız tüm bu örneklerden sonra, 2023 Türkiye’sini minimum ve maksimum değerler çerçevesin de ve başlıklar halinde ifade etmeye çalışalım.
Türk siyasi hayatında 2023;
İç siyasette, 2023 vizyonu gereği; sert ve kabul edilemez hakaretlerle
dolu çekişmelerden azda olsa arınmış bir siyasi dil öngörülebilir. İktidar muhalefet kavgalarının mutlaka devam ettiği ancak tartışmaya açılan başkanlık yada yarı başkanlık sistemine toplumun tüm kesimlerinin de onayı ve oluru alınarak geçilebileceği de muhtemel dahilindedir. Ancak bu sistemin otonom veya federal bir Türkiye getirebileceği, 2023 Türkiye’si için bile öngörülemeyecek ve siyaseten oluşabilecek bir bölünmenin, toplum nezdindede parçalanmaya ve milli birlik olgusuna zarar vereceği gerçeği ile oluşturulamayacak kadar gerçeklikten uzak bir olgudur.Gezi olaylarının da etkisi ile toplumun tüm kesimlerinin farklılıklarına daha çok özen ve saygı gösterilen bir Türkiye, 2023 kazanımlarından biri olacaktır. 2023 Türkiye’sin de, zaten uzun süredir siyasi hayatımızda yer tutmayan askeri vesayet, malum kesimlerin garip bir zevkle sürekli tekrarlamaktan vazgeçmesi ile tamamen tartışma başlıklarından dahi silinecektir.
Dış politikamızda ise içteki kadar pembe bir tablonun beklemediği kanaatindeyim.Önümüz de ki kısa bir dönemde askeri seçeneğin, Suriye’nin en azından kuzeyi yani P.Y.D’ nin varlığının yok edilmesi anlamında kullanılması ile, uzun vadede Güneydoğu’yu da içine alan planlamanın ikinci ayağının kırılması bakımından önemli olduğunu düşünüyorum. A.B.D. nin Ortadoğu’yu, son Suriye ve Esat çıkmazından sonra, güvenilir bir müttefikin kuracağı dengeye bırakacağı öngörülebilir bir çıkarımdır. Bu açıdan muhtemel bölgesel lider, İran’ın yeni lideriyle korkulan yönünün (Nükleer güç) dünya kamuoyunda azaltılması ile mutlaka Türkiye olacaktır. İçte muhafazakar tabana göz kırpmaların azaldığı, İsrail ilişkilerinin gerçekçi ve akıl ekseninde yürütüldüğü, doğrudan düşman devlet algısının oluşturulmadan bölge de yalnızlaştırılması, 2023 dış politik çizgimiz de beklenen bir süreç olacaktır. Mutlaka yapılması beklenen ve özlenen ise, Orta Asya ve Türk Hinterlandıyla olan ilişkilerin gerçek anlamda bir kardeşlik havasına geçmesidir. Türki Cumhuriyetlerle olan ilişkiler, hem %70 lere varan dış enerji bağımlılığımızı azaltacak, hem de bölgede Çin’e karşı A.B.D’ nin yok sayamayacağı bir denge unsuru olmamızı sağlayacaktır. Bu amaçla 2023 Türk devletleri projesin de,ortak para birimi kullanımından,Türk dünyası olimpiyatlarına, Türk Futbol şampiyonası ve ortak uluslar arası ligden,sayısı oldukça artan kardeş üniversitelere kadar atılacak adımlarla, büyüyen güç Türk Dünyası, gerçeğe dönüştürülebilir bir marka olacaktır…
Ülkemizin birbirinden ayrılmayan ekonomi ve bilim alanında da 2023 vizyonu oluşturması ve hayata geçirmesi, belki de siyasi çizgisinden de daha önemlidir. Zira 21. yüzyıl gerçeği, bilimsel alanda bağımsız ve başarılı olamayan devletlerin, siyaseten de hedeflerinden uzak olma nedenidir. 2023 vizyonuna, kendi mayınlarını temizleyemeyen bir Türkiye’den ziyade, kendi uydusunu yapabilen, Nanotech, Biotech, Solarvaley gibi kendi bilim-teknoloji vadilerini oluşturmuş, en az 5 üniversitesi dünyanın ilk yüz üniversitesi arasına girmiş,uluslar arası pazarlarda değeri olan birkaç markayı dünya pazarlarına sokmuş, A.B.D, Japonya ve Avrupa patent ofislerinden lisans almış özgün ürüne sahip bir Türkiye yakışmaktadır. Tüm bunların olamaması için hiçbir neden yoktur.Milli bir algı ile ve akılcı bir siyasetle,ülkemiz şimdiden oluşturduğumuz 2023 Türkiye’sine bundan yüzyıl önce olduğu gibi hızla ulaşacaktır.İhtiyacımız olan tek şey yüce önderin dediği gibi çalışkan olmak ve milli birlik bütünlüğümüzü ayrılıkçı iştahlı bölücülere ve düşmanlara karşı koruyabilmektir.
Selam ve dua ile…
Tarihçi Yazar Murat ÇITAK