Yazar: Murat

Peygamber Soylu Bilge; Arvasi

Türk gençleri; fikir ve düşünce anlamında üzerinde önemle durması gereken ve ciltler dolusu eserlerini tekrar tekrar değerlendirmek durumunda olan, büyük mütefekkir ve Türk milliyetçisi Seyit Ahmet Arvasi’yi tanıyarak ve düşünce dünyasını paylaşarak büyük değerler kazanacaktır. Vefatının 25. yılını andığımız Seyit Ahmet Arvasi, aslen Ağrı ilinin Doğubayazıt ilçesinde dünyaya gelmiş, Peygamber soylu bir gönül insanıdır. Babası, Gümrük Müdürlüğü’nden emekli Abdulhakim Efendi, annesi Cevahir Hanımdır. Altı çocuklu ailenin ilk evladı olan Arvasi ilkokulu Doğubayazıt’ta, ortaokulu Erzurum’da ve liseyi de Erzurum Erkek Öğretmen okulunda başlayıp, Erciş Öğretmen okulunda bitirmiştir. Bursa, Balıkesir, İstanbul gibi yurdun çeşitli yerlerinde öğretmenlik yapmış ve Gazi Eğitim enstitüsünde Pedagoji eğitimini bitirmiş ve bu alanın öğretmenliğini yapmıştır.  1978 de 24 arkadaşı ile siyasi düşüncelerinden dolayı sürülmüş ve bir yıl sonra emekli olmak zorunda kalmıştır. 1979 da Milliyetçi Hareket Partisi Olağan Kongresi’nde İdare Kurulu üyesi seçilmiştir. 12 Eylül darbesi sonrası, Mamak cezaevinde türlü işkencelerden geçmiş ve Yusufiye diye nitelediği zindanlarda ilk kalp krizini geçirmiştir. Büyük fikir adamı Arvasi, Mamak sonrası dönemde, 31 Aralık 1988 de daktilosu başında vefat edene kadar, inandığı ve baş koyduğu Türk İslam davasını anlatarak ve yazarak ömür tüketmiştir. Seyit; yani aslen Hz. Muhammed (S.A.V)’in soyundan olması ve aslen ecdadının Arap asıllı olması münasebetiyle, Türk-İslam ülküsüne gönül ve can vermesi oldukça manidardır ve üzerinde düşünülmelidir. Böyle bir şuurun altında yatan idrak gücünü görmek ve günümüzde Türk ve İslam kelimelerinin yan yana gelmesine tahammül edemeyenlere anlatmak yerinde olacaktır....

Devamını Oku

İmam Şamil (Kafkas Kartalı)

Rus emperyalizminin hemen hemen ilk kurbanlarından olan Kuzey Kafkasyanın, Avar kökenli politik ve dini önderi İmam Şamil, Kafkasya’nın Gimri köyünde 1797 senesinde dünyaya gelmiştir. Rus karşıtı direnişin ve Dağıstan savaşının lideri, Çeçenya’nın 3. İmamı olan büyük lider; Şeyh Şamil olarak da bilinir. Babası bölgenin yerlilerinden Avarlara mensup Dengau Muhammed, annesi Aşiltalı Bahu Mesedo’dur. 25 yıla yakın sürdürdüğü mücadele ve manevi dünyasında ki İslam ve tasavvuf çizgisi, bölgede hala onu takip edenler tarafından benimsenmekte ve aynı heyecanla sürdürülmektedir. Şamil, Hamzat’tan sonra Kafkasya özgürlük mücadelesinin lideri olmuş ve Nakşibendi şeyhlerinden, Seyyid Cemaleddin Kumuki’nin halifeliğini yapmıştır. Bölge de Rus yayılmacılığına karşı, hem İslam’ın hem de çilesi hala devam eden Çeçenlerin manevi ve askeri liderliğini yapmıştır. Manevi dünyasının oluşmasında ve tasavvufla tanışmasında hocası Cemaleddin Efendi’nin katkısı çok mühimdir. Dini bilgisi ve yaygın olarak şeyh ismiyle anılmasına rağmen Şamil şeyh değildi; siyasi lider konumunda ve o otoriteyi temsil eden ‘’imamet’’ makamında bulunuyordu. Ruslara karşı askeri deha boyutunda gösterdiği, savunma ve gerilla tipi mücadelesiyle efsaneleşen İmam Şamil, 1859 da silah bırakıncaya kadar, Ruslara kan kusturan ve başına ödül konulan bir lider olmuştur. Ahulgoh ve Surbay savaşlarıyla ünlenen Kafkas kartalı, Ahulgoh’ta bir avuç askeriyle Ruslara 3 bine yakın kayıp verdirterek Kafkasya’nın beklenen umudu olduğunu göstermiştir. Mücadeleden asla geri dönmeyen ve ümitsizliğe ve teslimiyete kapılan kim olursa olsun şiddetle karşı çıkan bir yapıda olmuştur. Teslim olma ve anlaşma yapma tekliflerine kırbaç cezası veren komutan, halkın annesine giderek...

Devamını Oku

Güneydoğu Türkistan

2003 Irak savaşından sonra Kuzey Irak Bölgesel yönetimi, bir oldu bittiye getirerek Irak’ın kuzeyine; güney Kürdistan, Kürdistan özerk bölgesi gibi, ne ilmi nede ahlaki hiçbir değere sığmayan isimlendirmelerle, bölgenin hem Arap yapısını hem de yüzlerce yıldır var olan eserlerle ve tarihi kayıtlarla kanıtlanmış Türkmen kimliğini, deforme etmiştir. Ne acı ki Türkiye’de de nerden kaynaklandığı malum olan bir plan çerçevesin de (B.O.P – Açılım), Türk milletinin dimağına ve hafızasına malum isimlendirmelerle uzun zamandır yapıldığı gibi, bir alıştırma ve orta vadede kabullendirme gibi iğrenç bir kurgu sergilenmektedir. Tüm bu gelişmelerden dolayı bin yıldan fazla bir zamandır bu coğrafyaya, hem kendi öz kültürünü hem de dini İslam’ı getiren Türk milletinin bir ferdi olarak, bu yazımızı bu konuya ayırdık. Ülkenin, bazı çevreler ve kadrolar tarafından, en azından şimdilik dillerde beslenmeye çalışılan, ayrılma ve farklılık oluşturup mozaikleştirme gayretine de bir tepki olarak kalemlendik. Ülkemizin 7 bölgesinden 2’si olan Güneydoğu Anadolu ve Doğu Anadolu Bölgelerimizin kültürel, tarihi ve filolojik değerler çerçevesinde, siyasetten uzak olan tüm ilmi çevrenin kabul ettiği, ‘’Türk kimliği’’ hakkında konuşmak ve yazmak zaruri olmuştur. Anadolu hepimizce malum olduğu gibi, doğusundan başlayarak Türkleşmiştir ve bu süreç aralıklarla – en yoğunu Selçuklu ve Osmanlı olmak üzere – 1000 yılı aşkın devam etmiştir. Anadolu’nun özellikle doğu ve güneydoğusunda ki Türk izleri, insanoğlunun ilk eserlerinde yaptığı gibi taşlar ve kayalar üzerine bırakılmıştır. Hakkari’nin Yüksekova ilçesindeki Gevaruk yaylasındaki resimlerin, Kırgızistan da ki Tanrı Dağlarının kollarından Aladağların zirvesindeki,...

Devamını Oku

Unutmak Tükenmektir

Odaya bir merdiven konulur ve üzerine de bir muz. Maymun fıtratı gereği belli bir süre sonra merdivenden çıkıp muzu almak ister, ancak zavallının üzerine her defasında buz gibi su dökülür. Sonra odaya bir maymun daha konulur ve yeni maymunda muzu almak ister, ancak ilk maymun, yeni maymunu tokatlayarak durdurmaya çalışır ve durdurur. Odaya konulan üçüncü maymunun muza olan hamlesi ilk iki maymun tarafından fena halde dövülerek durdurulur. Odaya 4. Maymun girer ve muza ulaşmak için çabalar ancak ilk 3 maymun çok feci şekilde 4. Maymunu döverler hatta en çok 3. maymun vurur. Ve odadan ilk iki maymun çıkarılarak 5. Maymun konulur, artık neden dayak yenildiğini bilen maymun yoktur. Ancak 5. maymunda dayak yemekten kurtulamaz. Neden vurduklarını bile bilmeden döverler 5. maymunu. Türkiye terör konusunda neden vurduğunu bilmeyen bir pozisyona kaymaktadır. Acı çekenlerin ve birinci dereceden muhatap olanların ortalıkta olmaması, mücadelenin neden yapıldığını unutturmaz, hele hele karşımız da ki cani, şimdilik eldeki silahla değil dildeki zehriyle, özerklik ve eyalet sistemi gibi söylemlerle vurmaya çalışırken bu asla olmaz. Ülkemiz de bir kimlik sıkıntısı oluşturulmak istenmekte ve bu durumdan çok dil ve yapıda bir ülke hayali kurulmaktadır. Siyasi terör odaklarının ülkeyi getirmek istedikleri çizgi, Türk milletinde müthiş bir bilgi dezanformasyonu oluşturmak ve aynı anda saldırılara da devam ederek yılgınlık psikolojisine sürüklemektir.Dikkate almadıkları şey,Türk milletinin söyleyecek son sözünü saklı tutmasıdır.Terör sorununu, genişletip tüm Kürt vatandaşlarımıza genelleterek, sosyal bir sorun ve çıkarım umanlar, tarihi...

Devamını Oku

1923'den, 2023 Türkiye’sine…

Son dönemde Türkiye Cumhuriyeti’nin 100. yılı olan 2023 de nerede olacağı yönünde birçok öngörü, konuşma ve plan sunulmaktadır. Cumhuriyetimizin 100. yılı planlamasını on yıl önceden değil, keşke bundan 40 yıl önce yapabilseydik, ancak birçok konuda olduğu gibi bu konuda da siyasi yarış ve iç politik kaygılar son derece önemli olan bu miladı bile, derinliği olmayan bir reklam alanına çevirmiştir. Hiç şüphe yok ki, bu temelsiz çıkışına rağmen 2023 öngörüsü, siyasi tarihimiz de, yakın ve uzak coğrafyamız da önemli bir geleceğin adıdır. Ülkeler kendi siyasi geçmişlerine göre ilerleme adı koyamazlar. İlerlemenin ölçüsü şüphesiz dünyada yarış içerisinde bulunduğunuz uygarlıkların yakınında ya da uzağında olmanızla ilgilidir. Kendi kısa devlet tarihimizle 2023 planlaması yapmak ve psikolojik olarak geleceğimiz noktayı kabul edilebilir bulmak, yapılacak büyük bir yanlıştır. A.B.D, AB, Japonya ve OECD ülkelerine göre yapacağımız bir 2023 planlaması, daha isabetli ve şüphesiz Türk kültür ve siyasi geçmişine daha yakışır bir duruş olacaktır. Öngöreceğimiz 2023 Türkiye’sine haklı bir değer katmak adına, 1923 şartlarını ve hatta daha öncesini ifade etmek bu konuda yararlı olacaktır diye düşünüyorum. Tarih, biz Türklerin bir çok kere seyrini değiştirdiğimiz ve yeniden yazılmasına sebep olduğumuz bir bilimdir. Bunun belki de en önemli son örneği, I. Dünya Savaşı (Çanakkale Savaşları) ve hemen sonrasında ki İstiklal Harbidir. Sanayileşen Avrupa’nın kömürden sonraki değeri olan petrolü, planladıkları şekilde paylaşma dönemi olan 20. yüzyılın ilk çeyreği, ittifak güçlerinin en cazip pazarı olan Osmanlı’yı bölüp yutma planının da...

Devamını Oku

Dış Politika ve Orta Doğu

Türkiye’nin son dönem dış politikasını yorumlamak ve geleceğe yönelik çıkarımda bulunmak hem zor hem de tehlikeli bir konudur. Bunun birçok nedeni olmakla birlikte, göze çarpan 2 temel nedeni vardır. İlki, iktidarın dış politik söylemlerini daha çok günü birlik iç politika kaygılarıyla yönlendirmesi, ikincisi ise bölgede küresel güçlerin soğuk savaşı andıran güç yarışı ve Türkiye’nin bu eksen de temellenen bir çizgi oluşturamamış olmasıdır. Türkiye’nin dış politik hamlelerinde tüm dünyada seslendirilen ilk konu Suriye ve rejimiyle olan ilişkileridir. Suriye ile son 5 yıldır artan gerginlik Türk RF-4E Phantom tipi keşif uçağının düşürülmesi ile doruk noktasına ulaşmış ve savaş gerginliği bölgede bir hayli hissedilmiştir. Mart 2011 de başlayan ve Arap Baharının son halkası olarak görülen halk ayaklanmaları ile de ilişkiler iyiden iyiye kopma noktasına gelmiştir. Elçiler çekilmiş, askeri bağlantı kuralları değişmiş ve sınıra yaklaşan her askeri unsur tehdit olarak görülmüştür. Nato kapsamında Patriot füzeleri Malatya’da ki füze rampalarına yerleştirilmiş ve bu hamle ile İran açıktan tehdit olarak hem dış hem de iç politika da öne çıkarılmıştır. Reel dış politik algı, Orta Doğu’nun en tehlikeli iki ülkesini (İran, Suriye) karşısına alan Türkiye’nin İsrail ile ilişkilerini bozmaması üzerine kurulurken, 2010 Mayıs’ının sonunda, İsrail’in Gazze ablukasını delmek amacıyla giden Mavi Marmara gemisinin basılması ve 9 vatandaşıımızın katledilmesiyle bu devletle de zaten var olan gerginlik ilişkilerin kopma noktasına gelmesine neden olmuştur. Suriye konusunda ki ısrarlı duruşumuz, iç politikada İsrail hamlesi ile iktidara karşı artan tepkiyi azaltmış...

Devamını Oku

Komşudaki Açılım

Açılım kelimesi çoğumuz için günümüz de Kürt veya Ermeni sorunu! diye bilinen tartışmaların tanıtıcı kelimesidir. Ülkemizde de ne kadar açıldığımız günlük siyasetten bi haber olmayanlar için malumdur. Ancak komşularımızda böyle bir istek, böyle plan ve en önemlisi hükümet  olarak böyle sarsılmaz bir devlet politikası varmıdır bilinmez. Hepimizin malumudur ki Yunanistan çoğu konuda karşılaştırıldığımız hatta yarıştırıldığımız bir devlettir. Bu yarışların sonucu uluslararası Jürinin de etkisi ile  artık merak edilmeyecek derecede Yunanistan lehinedir. AB turnuvası, Kıbrıs koşusu, Kıta sahanlığı sıçraması hatta baklava yeme ve rakı içme yarışları bile olsa malum Jüri (AB) kimin kazanacağını çok önceden bilme kehanetine sahiptir.Komşumuzun sınırları içinde kalan Batı Trakya bölgesi ki eski adıyla Garbi Trakya Hükümeti Muvakkatesi (ilk Türk Cumhuriyetidir. 1913 de 56 gün kadar yaşamış ayrı bayrağı dili hatta marşı olan bir devletti) Yunanistan’ın açılımından hangi hakları kazanmıştır incelemek gerekir. 1923 te yapılan Lozan Barış Konferansı ile nüfus çoğunluğunu (%67) Türkler oluşturduğu için Mübadele kapsamına alınmayan Batı Trakya Türkleri Yunanistan içinde milli olmasada dini azınlık statüsünde yer almış ve hakları anlaşma metinleriyle koruma altında tutulmuştur. Aynı Lozan antlaşması ile Türkiye sınırları içerisinde azınlık statüsünü reddetmiş ve temel hak özgürlükler noktasında tüm vatandaşlarını eşit gördüğünü tüm dünyaya deklere etmiştir. Bu durumda bile düşmanı çatlatacak tarzda yaptığımız açılım planlaması ile olmayan azınlığa olmayan eşitsizlik sebep gösterilerek tanınan yetkiler Yunanistanı geçtiğimiz tek spor dalı olsa gerektir. Zira aynı Yunanistan bugün sınırlarında bulunan Batı Trakya bölgesi Türkleri için bırakın...

Devamını Oku

Murat Çıtak

1981 Aksaray doğumlu olan Murat Çıtak. İlk, orta ve lise öğrenimi Aksaray’da almıştır. Yüksek Öğrenimini 1998-2003 yılları arasında Onsekiz Mart Üniversitesinde Tarih Öğretmenliğini bitirerek tamamlamıştır. Tarihçi sıfatıyla öğretim hayatına devam eden ÇITAK, halen ikinci Üniversite olarak Anadolu Üniversitesi Sosyoloji Bölümünde okumaktadır. 2009 yılında kısa adı ATAM olarak bilinen ve Emrullah Tören Başkanlığında kurulan, Altaydan Tunaya Bilim, Kültür ve Sanat Araştırma Merkezinin kurucu üyeliğini üstlenmiştir. Aynı isimle 2010 Ocak ayında çıkartılan derginin genel yayın yönetmeliğini üstlenmiştir. Osmanlıca ve Arapça bilen yazarın değişik dergilerde Tarih ve siyaset üzerine yazıları yayınlanmıştır.BÜYÜK ÜLKÜSÜ: Türk Dünyası’nın tarihte bir çok kez gerçekleştiridiği gibi Birliğini tekrar kurması ve Birleşik Türk Devletleri adıyla oluşturabilecek bir işbirliği ve savunma paktının Türkiye liderliğinde kurulmasıdır. Türk’ün tüm coğrafyalarının Bağımsızlığına kavuşması ve bu uğurda her Türk evladının azim ve imanlı olması en büyük dileğimdir… Makaleler * Değişen İsimler ve Değişmeyen Planlar Üzerine* Siyasetin Empati Zorunluluğu* Türk(süz) Dış Politikası ve Doğu Türkistan…* Zaman Sürecinde Türk Milliyetçiliği* Türk Kültür Değişimi* Komşudaki...

Devamını Oku