Aşk ve ayrılık… Sevda… Hüzün…

Aşk ile ayrılık arasındaki bağı gözlemlemeden kapılıyoruz aşkın efsununa. Bir tek ışık huzmesine dahi denk gelmeyen bir karanlığa kör oluyoruz. Öyle bir karanlık ki bu, görmenin her türlüsüne, sezmenin her cinsine kapatılmış.Katmerli perdeler arasına mıhlanmış ve derun çığlıklarda ıssızlaştırılmış. Aşk sinsi karanlıklarda boğulurken ayrılığı kimse görmemiş.

Sponsor Bağlantılar

Sorun şu ki; aşk ile ayrılık arasındaki gelgitte sıkışıp kalıyoruz. Aşk geldiği an etrafımızdaki kabuklardan sıyrılıp neşeli bahar kırlarına atılıyoruz. Sevgiyle, ümitle, aşkla, özgürlükle dörtnala koşuyoruz. Sonra zaman daraltıyor çevremizi. Etrafımıza bir dört duvar çevreleniyor sanki. Kapatılıyor, karanlıklaşıyoruz. Perdeler katmer katmer iniyor pencerelere. Kara sevdaya kalıyoruz. Kara kara duvarlarda kara kara sevdalar. Yağmurlar başlıyor dışarılarda. Hissediyor, duyuyor ama göremiyoruz. Görmek istemiyoruz belki de… İnatla perdeyi aralayıp tekrar güneşe merhaba demek istiyoruz. Duvarları yumrukluyor, delirircesine feryat ediyoruz. Hızlı bir dolu tanesi düşüyor pencereye. Ateş…

A’ların başlangıcından K’lerin noktasına denk geliyor ikisi de ve alfabenin A ve K harfleri arasında gidip geliyor insan. Aşk mı, ayrılık mı? Aşka tutulan ayrılıkta boğulabiliyor ve karanlıklar aşkla ayrılık arasında ıssız tüneller oluşturuyor. Ve nedense gelgitlerimiz ayrılığın sonundaki “K” harfine katışıp kalıyor. Tılsım ise sevilenlerde… Yani maşuklarda…

Benim tılsımım da senin gözbebeklerinde sevdiceğim… Gözbebeklerinde.