* Baz istasyonları tarafından da yayınlanabilen mikrodalgaların dokulara iki temel etkisi bulunmaktadır:
* Mikrodalga dokuları ısıtır. (termal etki)
* Mikrodalga hücrelerin kimyasını bozar (termal olmayan ya da kimyasal etki)
* Mikrodalgaların özellikle ikinci etkisi,yani hücrelerin kimyasını bozarak oluşturduğu etki insan sağlığı açısından önem taşımaktadır. Yapılan araştırmalarda hücrelerin -kimyasal etkiye maruz kalması ile şu sonuçların meydana gelebileceği saptanmıştır:
* Hücre zarlarının birbirine yapışması.
* Hücre zarlarında delikler açılması (elektro-porasyon)
* Ca-ATPaz ve Na-K-ATPaz enzimlerinin bozulması sonucu hücre dışına Ca”, Na’ ve K’ kaçışı.
* Sinir zarlarının bozuluşu: Sinir zarlarının bozulması ile REM uykusu adı verilen rüya görmenin azalışı, EEG değişimleri, uykusuzluk, sinirlilik, unutkanlık, depresyon, başağrısı, başdönmesi, Alzheimer, Parkinson, Multipl Skleroz gibi dejeneratif beyin hastalıkları meydana gelir.
* Hücre enzimlerinde bozulmalar.
* DNA tahribi
Mikro dalgaların kanser yapıcı etkisi
Mikro dalgaların kanser ile ilişkisi üç şekilde mümkündür::
Mikrodal ganın kendisinin kanseri oluşturması, kanser yapıcı maddelerin hücreye girişini kolaylaştırması veya mevcut kanserli ortamın yaygınlaşmasını hızlandırması.
Mikro dalga, DNA’yı onararak kanseri engelleyen melatonini azaltmakta ve dolayısıyla vücudun bağışıklık sistemi zayıflamaktadır. Sonuçta mikrodalgalar nedeniyle lösemi, beyin tümörü, lenfom (lenf bezi kanseri), ben kanseri, erbezi tümörü, çocukluk kanserleri meydana gelmektedir.
Avatar ve Sevgi,
Filmde bir sahne vardır, yolu sevgiden geçen herkesi etkilediğini düşünüyorum. Bu vesileyle herkesin sevgililer gününü kutluyorum.
***Neytiri; Jake Suly’e ok atmasını öğretirken öğretmen olarak suly’e yaklaştığı o sahne vardır. İçinde zaten ona karşı sevgi duyan Suly, bu yakınlaşmadan oldukça etkilenir ve onun içindeki aşk ateşini alevlendirir. İçinde kıvılcımın çıktığı o an; ona “Neytiriye” daha dikatli bakmaya başlar. Bunu fark eden Neytiri biraz geri çekilir ve o da ona anlamlı, sevgili ve derin gözlerle bakmaya başlar. Aşkın ilk ateşi her iki sevgiliyi de sarmıştır artık… O iki çift gözde artık aşkın alevleri vardır.***
Hani gözler vardır sözleri anlatır, hani sözler vardır gözleri anlatır, bir de aşk vardır Avatarı hatırlatır.
Kimbilir kaç kişi vardır ki, bu iki sevgilinin ok atarken ki duruşlarını görüntü resmi olarak ve adlarını da rumuzları olarak seçmiş olmasın, şimdiden resimleri aşk mesajlarınının baş köşelerinde durmaktadır.
Sevgililer günü vesilesiyle siz değerli kardeşlerimle, son zamanların flash filmi Avatarla ilgili düşüncelerimi paylaşmak istiyorum. Avatar filmini izlemeyenimiz hemen hemen yok gibidir. Çoğumuz bu filmi sevmiştir. Neden sevilmesin ki, orada gördüğümüz bakir doğanın bozulmamış ışıltılı güzeliği, büyük ormanlar, dev ağaçlar, şırıl şırıl akan sular, ışık saçarak uçan böcekler, bu gizemli doğanın koruyucuları gibi yaşayan vahşi hayvanlar, doğayla barış içinde uyumlu bir şekilde yaşayan insanlar, sevginin sadeliği derinliği ve sevgi dolu dünyanın ütopik bir resmi; böyle bir dünyada kim yaşamak istemez ki?
Siz istemez misiniz? İçinizden, evet deyişinizi duyar gibiyim…
Mavi renkli yarı insan, maymun kuyruklu, aslan burunlu, kedi kulaklı, vampir dişli bu ırk insanoğlu kadar teknolojik gelişmemiş ama insandan daha insancıl, barışçıl, doğa sever ve hümanistir. Doğa ile iletişim halinde olup, sade bir yaşamı seçmişlerdir. Ağaçlar bir sinir ağı gibi tüm Pandora’yı sarmış ve doğayla iç içe yaşamaktadırlar.
Hepimiz böyle bozulmamış bir dünya da, yaşamak istemez miyiz?… Böyle bir dünya var mıdır? Böyle bir dünya gerçek olabilir mi? Amerikalı bir izleyici Avatar filmini izledikten sonra bir siteye aşağıda belirtilen yazdığı mesaj insanların içlerindeki duyguyu adeta dışarı fışkırtır gibidir.
“Avatar’ı izlediğimden beri depresyondayım. Na’vi ırkını ve yaşadıkları harika dünyayı gördükten sonra onlardan biri olmak istiyorum. Filmde izlediklerimi ne zaman hatırlasam tüylerim diken diken oluyor ve gözyaşlarımı engeleyemiyorum. Eğer Avatar gibi bir dünyada doğacağımı bilseydim intihar ederdim.”
Tabi ki aynısını tıpkısını hisetmiyoruz ama Navi ırkının yaşadığı gibi bir dünyada yaşamak istiyoruz. Sanki bu dünya düşlerdeymiş gibi bize uzak görünüyor. Bu filmi izlerken sanki yaşadığımız dünyaya birden bire yabancı olmaya başlıyoruz. İçimizi derin bir hayal kırıklığı kaplıyor değil mi? Acaba gerçekten bilincimize bu tür filmlerle sokulan her şey gerçekte böyle mi.? Yoksa film yapımcıları ve senaristler özelikle bize bunu mu aşılıyorlar insanlara.
Böyle bir dünyayı bizler yaratamaz mıyız? Bu dünyayı bulmak için niye gözümüzü yıldızlara yada göklere dikiyoruz. Niye kendi yaşadığımız dünyayı böyle bir dünyaya çevirmiyoruz. Bu çok mu zor? İnanıyorum ki, bir zamanlar dünyamızda böyleydi. Bu gezegende yaşayan insanlar aralarında altına, toprak zenginliğine, paraya sahip olmak için açgözlülükten savaşlara girişince sonunda geldik bu zamanki dünyanın durumuna. Bu hırsı durduramazsak dünya çöle dönüşecek. Ormanlar düşecek, sular çekilecek ve toprak beslemez olacak. Elimizdeki dünyayı kendi kendimize yok edeceğiz. Sonrada insanı bu topraklardan süpüreceğiz ortadan kaldıracağız. Torunlarımız ve çocuklarımız için yeşil dünya ormanlarla kaplı dünya, bir zamanların hayal meyal hatırlanan efsanesine ve masalarına dönüşmeyecek mi? Gidişat bu yönde değil mi?
Her geçen yıl binlerce dönüm ağaç yangın ve kesimle yok oluyor. Karşı çıkmak için ne yapıyoruz? Her geçen yıl yağmur ormanları düşüyor durdurun bu katliamı demek için biz ne yapıyoruz? Her geçen yıl çeşitli ülkelerde balinalar yok ediliyor durdurun bu katliamı demek için ne yapıyoruz? Her geçen yıl çeşitli ülkelerde foklar ve kürk hayvanları yok ediliyor durdurun bu katliamı demek için ne yapıyoruz? Her geçen yıl dünyanın çeşitli ülkelerinde bağrında sözde bilimsel deneyler adı altında atom bombaları patlatılıyor durdurun bu işkenceyi demek için ne yapıyoruz? Kusura bakmayın ama hiçbir şey yapmıyoruz bu dünyayı batırdık ama yıldızlarda avatar diye kadim ormanlarla kaplı bir gezegen hayal etik. Onu özledik ve onun için imrendik. Böyle bir dünyada keşke yaşasaydık dedik diyoruz fakat elimizdeki dünyayı sevmiyoruz. Onu yok ediyoruz bu yok edişe dur diyemiyoruz demiyoruz.
Gelelim Avatar filmine pandora da yaşayan Navi halkını çok merak ediyoruz değil mi ne güzelde ormanla ve doğa ile barışık halde yaşıyorlar. İmreniyoruz için için. Aslında Navi’ler gerçek hayata Kızılderililer olarak yaşamışlardır. Navi adı Kızılderili kabilelerinin isimlerinden alınıp değiştirilerek kulanılmıştır. Onların doğa ile uyumlu ve barışık yaşamları dilere destandır. Hani şu ünlü Kızılderili şefi Seatle ‘in Washington’daki başkana yazdığı mektup bütün dünyaca bilinir. Bilinir ama bu doğa sever halkın vahşi olarak görülüp medenileştirme adı altında katledilmesi onu yapan emperyalist güçler tarafından unuturulmak istenmiştir. Sonra da böyle filmlerle gerçekleri saptırmaya kalkmışlardır. Kendileri sözde diyet ödeme yerine geçsin diye Kızılderili isimlerini –“Cheroke:Cip markası, Apache: Helikopter markası ve server ismi, Comanche:Kamyonet markası, Chevrolet yine bir araba markası, Fox: Tv kanalı ve Montauk: Proje adı vb.”– şeklinde kulanarak yapılan katliamları örtbas etme yoluna gitmektedirler.
Kızılderili şefi Seatle ‘in mektubuna dönüp bir bakalım ne demiş hangi gerçekleri anlatmış. Washington’daki büyük Şef bize dostluk ve iyilik dilekleriyle birlikte bizden topraklarımızı satın almak istediğini bildirmiş.
Ormandaki ağaçların damarlarında dolaşan su, atalarımızın anılarını taşır; biz buna inanırız. Beyazlar için durum böyle değildir. Bir beyaz, öldükten sonra yıldızlar âlemine göç etiği zaman, doğduğu toprakları unutur. Bizim ölülerimiz ise bu toprakları unutmaz. Çünkü Kızılderili, gerçek anasının toprak olduğuna inanır.
Çünkü bu topraklar bizim için kutsaldır. Nehirlerin ve ırmakların suyu, bizim için sadece akıp giden su değildir; atalarımızın kanıdır aynı zamanda. Bu toprakları size satarsak, bu suların ve toprakların kutsal olduğunu çocuklarınıza öğretmeniz gerekecek. Biz nehirleri ve ırmakları kardeşimiz gibi severiz. Siz de aynı sevgiyi gösterebilecek misiniz kardeşlerimize?
Biliyorum, beyaz adam bizim gibi düşünmez. Beyazlar için bir parça toprağın diğerinden farkı yoktur. Beyaz adam topraktan istediğini almaya bakar ve sonra yoluna devam eder. Çünkü toprak beyaz adamın dostu değil, düşmanıdır. Beyaz adam topraktan istediğini alınca başka serüvenlere atılır.
Beyaz adam anesi olan toprağa ve kardeşi olan gökyüzüne, alıp satılacak, işlenecek, yağmalanacak bir şey gözüyle bakar. Onun bu ihtirasıdır ki, toprakları çöleştirecek ve her şeyi yiyip bitirecektir.
Bir Kızılderili’yim ve anlamıyorum. Biz Kızılderililer, bir su birikintisinin yüzünü yalayan rüzgârın sesini ve kokusunu severiz. Çam ormanının kokusunu taşıyan ve yağmurlarla yıkanıp temizlenmiş meltemleri severiz. Hava önemlidir bizim için. Ağaçlar, hayvanlar ve insanlar aynı havayı koklar. Beyaz adam için bunun da önemi yoktur. Ancak size bu toprakları satacak olursak, havanın temizliğine önem vermeyi de öğrenmeniz gerekir.
Şu gerçeği iyi biliyoruz: Toprak insana değil, insan toprağa aitir. Ve bu dünyadaki her şey, bir ailenin fertlerini birbirine bağlayan kan gibi, ortaktır ve birbirine bağlıdır. Bu nedenle de dünyanın başına gelen her felaket insanoğlunun da başına gelmiş sayılır.
Tıpkı bufaloların öldürülüşü, ormanların yakılışı, toprağın kirletilişini anlamadığımız gibi. Bir gün bakacaksınız gökteki kartalar, dağları örten ormanlar yok olmuş, yabani atlar ehlileştirilmiş ve her yer insanoğlunun kokusuyla dolmuş. İşte o gün insanoğlu için yaşamın sonu ve varlığını devam etirebilme mücadelesinin başlangıcı olacak.
Gördünüz değil mi, Pandora bu dünyadır. Kızılderili olarak yaşadılar ve filmdeki bir çok gizem/büyü gerçek hayata da aynen var oldu. Beyaz adam gelip bu toplumu/inancı/büyüyü yok edinceye kadar durum böyleydi. Ormanlar şimdi yoktur. Yok edilmişlerdir. Kalanlarıda dur denilmezse aynı akıbet beklemektedir. Kızılderililer doğa ile barış içinde yaşayan Navi’lerdir. Ne ilginçtir ki Holywod bunu güzel bir film gibi verince her şey göze hoş göründü. Pandora’ yı sevdik, ormanlarını sevdik doğa ile barışık yaşayan Navi leri sevdik. Peki Kızılderilileri sözde vahşi diye medenileştirme adı altında öldürenlere “Neden bu toplumu yok etiniz” diye hesap soran ise olmadı. Her şeyi sahtesiyle filmlerde ve üstelik yalan bir şekilde izlemeye devam etik. Gerçeklere gözlerimizi kapadık. Ama artık uyanma zamanı bu gerçeklere sırtımızı dönersek bizim topraklarımızı da elerimizden alabileceklerini göremeyiz.
Filmlerde yalan olan gezegenlere, yalan olan insanlara özeneceğimize bu dünyayı sahip olduğumuz bu ormanları ve bizi besleyen toprağı bu sevgi yuvasına sahip çıkıp korusak nasıl olur. Hem de çok iyi olur.
Gelin birlik olalım dünyamızı bu sevgililer gününde bundan sonra gerçekten seveceğimize, koruyacağımıza ve sahip çıkacağımıza dair söz verelim. Çünkü başka dünya yok. Çünkü başka yuva yok. Dünyamızı yuvamızı yok etmek için yola çıkan her güce karşı; gücümüzle, sevgimizle, irademizle ve şefkatimizle korumak için söz verelim. Neler yapabilir ve nasıl yaparız diyorsanız. Buyurun sevgi dolu birlikteliğimize buyurun aşkı aziz tutan gönül ustalarının sev sev sev diyen sözlerine. Umut yok mu diyorsunuz.. Pandora’nın kutusundan dünyaya kötülükler saçılmıştı ama bir tek umut kalmıştı dışarı çıkmayan. Ne yapmamız gerektiğini yeniden gönülden düşünün.
Ancak gerçekten sevgimizle aşkımızla bu dünyaya karşı dürüst olduğumuzda kurtuluş için umut vardır. Bu umuta sizin içinizdedir. Sizleri umutla başlayan gönülde sonlanan yolculuğa bekliyoruz. Gerçekten bu dünyayı ve yaşamı severek yaşadığımız zaman gerçek kurtuluş vardır.
Buyurun aşkın ve gönülün gerçeklerine.
Sevgililer gününüz kutlu olsun. Dünya sevgiliniz olsun.
Gönül Dostları
***.kumtanesi.org
ne iğrenç kıçının şimdiki halimi
KIçıma kaş göz çizsem daha güzel